26 Nisan 2024 Cuma / 18 Sevval 1445

Sabahattin Ali yeniden mi doğuyor?

Everest Yayınları, Sabahattin Ali’nin eserlerini yayımlarken, kitapların ilk baskılarını temel alarak tefrika da dâhil olmak üzere nüshalar arasındaki farkları gösterdi. Ayrıca işinin ehli bir “kültür teknisyenliği” ile metinlerin serüvenini ve alımlanma pratiklerini de kitapların sonuna ekledi. Böylelikle dönemler arasındaki edebi değişimleri ve dönüşümleri okurların daha kolay kavramasının yolu açılmış oldu. Kopernik Yayınları ise eserlerin girişinde Mehmet Erdoğan imzalı “Sabahattin Ali’yi Okurken” metnine yer verdi. Bu aslında büyük bir eksikliğe de dikkat çeken önemli adım. Zira kitapçı vitrinlerini dolduran diğer Sabahattin Ali kitaplarında ilgili eseri yorumlayan gelişkin metinler yok.

ASIM ÖZ14 Şubat 2019 Perşembe 07:00 - Güncelleme:
Sabahattin Ali yeniden mi doğuyor?

Bugünkü anlamıyla telif hakkı savaşları beş yüz yıl önce başladı ve durulacakmış gibi de görünmüyor. Günümüzde bu konuda tüm tarafların mutabık olması da pek mümkün değil. Zira telif hakkı meselesi etrafında her geçen gün sadece yılla sınırlı kalmayan yeni “içtihatları” ve kadirşinaslığı gerekli kılan çok farklı durumlar ortaya çıkıyor.

Herkes şunu biliyor: Fikir ve Sanat Eserleri Kanununa göre, eser sahibinin ölümünün ardından 70 yıl geçtiğinde, eserleri kamuya açık bir nitelik taşımaya başlar. Uzun bir aradan sonra 2000’lerde yeniden keşfedilen Sabahattin Ali’nin yayın hakları 1 Ocak 2019’dan itibaren kamuya açık hâle geldi, ardından 30’a yakın yayınevi yazarın kitaplarını peş peşe basmaya başladı. Şimdilik belli bir işçiliği gerekli kılan mektuplar, notlar, tutanaklar vb. metinlere kadar ulaşmasa da marketler dâhil hemen her yerde karşımıza çıkıyor Sabahattin Ali imzalı kitaplar. Çoksatarlık abartılmış dedikodulardan ibaret değil artık. Eserlerin ilk baskılarını dikkate aldıklarının altını çizen yayınevlerinin bir kısmının daha resmî süre dolmadan kitapların eleştirel basımını hazırlamak için yola koyulduğu anlaşılıyor.  Ne var ki bundan evvel, üzgünler, vârisler ve tekrar kazanmak isteyenler bazı teklifler sunmuştu.

ÖLÜMSÜZLÜK HAYALİ 

Kültür ve Turizm Bakanlığının Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu’nda birtakım düzenlemeler yaptığı esnada ONK Ajans yetkilileri Sabahattin Ali için kamuya bir teklifle çıkageldi. Kısaca özetleyecek olursak: Kültür ve Turizm Bakanlığı, Sabahattin Ali›nin eserlerinin telif haklarının korunması için özel bir yasa çıkarmalıdır.  Çünkü Sabahattin Ali’nin bazı kitapları 1940’lı yıllarda Bakanlar Kurulu kararıyla yasaklanmıştı. Yayıncılar korkularından yasaklı olmayanları da 1965’e kadar yayımlayamadı. Dolayısıyla vârislerinin 20 yıla yakın bir telif hakkı mağduriyeti söz konusu.  Buradan hareketle Bakanlar Kurulu kararıyla uzun süre yasaklanan yazarlar için ek süre tanınması talep edildi. Aslında bu tür istisnalar çeşitli ülkelerde de mevcut.  Mesela Antoine de Saint-Exupéry’nin Küçük Prens kitabı tüm dünyada ‘public domain’ olmasına karşın yazarın kendi ülkesinde tanınan istisnayla hâlen koruma altında.  Bu ayrıcalığın gerekçesi ise Exupéry’nin İkinci Dünya Savaşı’nda ülkesine yaptığı hizmetler.

Çağdaş edebiyat piyasasını “örümcek ağı” gibi saran ajansların buna benzer teklif ve örnekleri nasıl ele alınırsa alınsın bu talebin, bizatihi kendisi tâbi olduğumuz cari telif hakları mevzuatının ötesinde birtakım tartışmaların yapılmasını zaruri kılıyor. Telif haklarını,  yazar bireyin emeğine adaletli bir karşılık almasına izin vererek onu topluma karşı koruma anlayışının ötesinde vârisleri ve ajansları da dikkate alarak konuşmak gerekiyor mesela. Fikri mülkiyetin fiziki mülkiyetle aynı olma vasfının ancak yetmiş yıl olmasının bazı durumlarda askıya alınabilmesi söz konusu. Zira vârisler, yararlanma hakkı üzerinden eserlerin kamuya açılmasının geciktirilmesini talep ediyorlar.

Telif hakkı üzerine çok düşünen Tim Parks, telif hakkının kaldırılmasının, ailesinin sırtından yazarın ölümsüzlük hayaline verilen ödün olduğunu ileri sürer. Sabahattin Ali’nin eserlerine sahip çıkabilmek için uzun zamandır hukuki bir uğraş veren kızı Filiz Ali, annesinin veraset ilamını 1957’de aldığı için 70 yıl süresinin henüz dolmadığı kanaatinde. Filiz Ali, 1948’de bulunan cesedin Sabahattin Ali’ye ait olup olmadığının hâlâ kesinlik kazanmadığını söylüyor. Kızı dolayısıyla vârisi olmasından ötürü Filiz Ali’nin bakış açısı bir raddeye kadar da meşrudur. Hiç şüphesiz onun bu açıklamaları “bilme” bakımından değil, insani dünyanın anlamlandırılması bakımından ele alınmalı. 

Telif hakkı tartışmasının ötesine geçersek; Sabahattin Ali’nin roman ve öykülerinin gecikmeli yayımlanması Türk edebiyatındaki etkilerinin de sınırlı kalmasını beraberinde getirmiştir. Bununla beraber Sabahattin Ali’nin Anadolu insanına duyduğu sevginin farkında olan Nurettin Topçu onun bütün külliyatını okumuş ve çevresine de tavsiye etmiştir.  Topçu’nun “istisnai” yazısı dışındaki değinileri de Sabahattin Ali’nin eserleri, toplum ve Anadolu, sağ ve sol gibi 20. yüzyıl Türkiye’sini etkileyen bütün kavramları ve tartışmaları içermesi bakımından önemlidir. Ayrıca günümüzde liberal solun Sabahattin Ali özelinde ikide bir hatırlatıp durduğu sosyalizm ve millîlik meselesini farklı bir zaviyeden ele almayı mümkün kıldığını değinmeye bile gerek yok. 

ALIMLANMA DÜZEYİ

Bunları bir an için görmezden gelip meselenin yayıncılarla ilgili kısmına intikal edebiliriz. Dönemin Kültür ve Turizm Bakanı Nabi Avcı, 2017’de kendi insani “yayıncılık ütopyası” çerçevesinde getirdiği teklifle öne çıkmıştı. Kişiye özel yasa talebini aşacak bir çıkışa işaret ederek şunları söylemişti: “Bence burada Türk yayıncıları örnek davranış sergilemeli ve hukuken, yasal olarak böyle bir hak olsa bile Sabahattin Ali’nin kitaplarına kamu malı muamelesi yapılmamalılar. Yayıncı birlikleri ve yayıncılar bunu ortak bir tavır olarak benimsemeli. Bence çok yakışır ve Sabahattin Ali’nin hatırasına da denk düşen bir uygulama olur.” Gelgelelim en azından bir umudun harlanmasını gündeme getiren bu teklif yayıncılar tarafından kulak arkası edildi.  Dahası tümüyle tüketim odaklı edebiyat kültüründe işler her geçen gün içler acısı bir hâl alıyor.

Türkiye’deki yayıncılık ortamında dünya klasiklerinden telif hakkı dolan diğer müelliflere uzanan onca eser ve yazar arasında belki de durumu en üzüntü verici olan, kitapları “kamusal” hâle gelen Türk yazarlarıdır. Bunun kapak tasarımından kitapların önüne eklenen yazılara dek çeşitli göstergeleri var. Sabahattin Ali, yeniden keşfedildiği 2000’lerden itibaren Kürk Mantolu Madonna romanıyla çok satanlar arasında yer almayı başardı. Herhâlde, bundan sonra “günümüzün rekabetçi kitap yayıncılığı sektöründe kendine güvenen bir oyuncu olmak isteyen” her yayıncının mutlaka basması gereken kitaplar arasında Sabahattin Ali’nin romanları ve öyküleri de yer alacak. 

En azından Kürk Mantolu Madonna, İçimizdeki Şeytan ve Kuyucaklı Yusuf üçlüsüne kanca atan yayıncıların sayısı daha da artacak. Zaten şimdiye kadar basılanlar göz önüne alındığında bile yazarın kitapları arasında bunlar kayıtsız kalınmayacak bir şekilde öne çıkıyor.  Ne var ki Kuyucaklı Yusuf’un,  pazar payı yüksek Kürk Mantolu Madonna kadar yaygınlık kazanmaması da yazarın alımlanma düzeyi çerçevesinde üzerinde durulması gereken bir durum.  Ayrıca basılan kitapların telif hakkının yazar adına hayır niyetiyle sosyal kurumlara verileceğinin belirtilmesi gibi yeni ve baştan aşağıya her tarafı tuhaf açıklamalar da yok değil.

Everest Yayınları, Sabahattin Ali’nin eserlerini yayımlarken, kitapların ilk baskılarını temel alarak tefrika da dâhil olmak üzere nüshalar arasındaki farkları gösterdi. Ayrıca işinin ehli bir “kültür teknisyenliği” ile metinlerin serüvenini ve alımlanma pratiklerini de kitapların sonuna ekledi. Böylelikle dönemler arasındaki edebi değişimleri okurların daha kolay kavramasının yolu açılmış oldu. Kopernik Yayınları ise eserlerin girişinde Mehmet Erdoğan imzalı “Sabahattin Ali’yi Okurken” metnine yer verdi. Bu aslında büyük bir eksikliğe de dikkat çeken önemli adım. Zira kitapçı vitrinlerini dolduran diğer Sabahattin Ali kitaplarında ilgili eseri yorumlayan gelişkin metinler yok. 

Türkiye’de telif hakkının ötesine geçerek konuşmanın kendine has zorlukları var. Yayıncıların takası dürüst tutma yönündeki mücadelesi aynı ölçüde içeriği özgün tutmaya verilmiyor. Sabahattin Ali örneğinde olduğu gibi telif hakkı kalkan eserlerin aynı anda onlarca yayıncı tarafından üstelik “acil” koduyla basılması yayıncılar arasındaki centilmenliğin yok olduğunun göstergelerinden biri. Bu gibi durumlar isteyen herkesin yayıncı olabilmesinin yolunu da açıyor. Doğrusu yayın sektörünün belli vasıflara haiz olmayanlara fırsat tanımaması gerekirdi. 

Yayın dünyasında okur piyasasının doyduğu ya da belli bir yayınevi etrafında okur kazanan bir yazarın eserinin/eserlerinin defalarca basılması gibi tercihler karşısında yayıncıların tabir caizse tabii bir şekilde centilmenlik yahut duygudaşlık hukuku geliştirmeleri elzem. Aslında Sabahattin Ali vesilesiyle “verimli karamsarlık” yeniden güncelleşti. Ne tür önlemler alınabilir? Hukuken bazı önlemlerin alınabilmesi mümkün olabilir fakat yayın dünyasının sorunlarının sadece yasalarla ilgili olmadığı çok net. Sırf telif hakkı doldu diye, Halit Ziya Uşaklıgil’in tüm külliyatının yahut Sabahattin Ali’nin eserlerinin aynı anda pek çok yayıncı tarafından basılması üzerinde düşünülmesi gereken bir durum. Daha şimdiden Peyami Safa’nın, Tanpınar’ın, Kemal Tahir’in, Oğuz Atay’ın, telif hakları kapsamından çıkacağı yılların hesaplanıyor olması “piyasanın nabzının” nasıl attığını gösteriyor. Aslına bakılırsa bu hesaplar bile yayıncılığımızın geçirdiği esaslı buhranların altında yatan sebeplere yönelmek için gerekli. Bu ve benzer sorunlarını sessizlikle geçiştirmek doğru olmaz. Elias Canetti’nin Edebiyatçılar Üzerine kitabında edebiyatçılar için söylediğini yayıncılara uyarlarsak; “Yayıncılar birbirini tutmazsa, onlardan geriye ne kalır?”