26 Nisan 2024 Cuma / 18 Sevval 1445

Şeyleşme yolundaki insana ‘Dur!’ çağrısı

Hayati Sır’ın son kitabı Seyyah, anayurdumuz olan Cennet’e yeniden dönülmesi çağrısını yapıyor. Dijital dünyanın virüslerine karşı tedbir alınmadığı takdirde insanlığı bekleyen büyük felaketin resmini çiziyor.

MECİT ÖMÜR ÖZTÜRK13 Haziran 2019 Perşembe 07:00 - Güncelleme:
Şeyleşme yolundaki insana ‘Dur!’ çağrısı

Her birimiz bir seyyahız dünyada… Ruhumuz bize emanet. Ruhumuzu taşırken onu seyretmemiz de gerekiyor. Seyir halinden ayrılmamamız gerekiyor. Bu ancak aşkla mümkün... 

Kıymetler tartısına gelebilenler arasında kainatın en değerli varlığı insandır. Evren sarayının başmisafiridir o. Göğün, yerin, dağların kabul etmekten çekindiği büyük emaneti her an omzunda taşıyan bir yeryüzü halifesidir. Emaneti, ruhunda taşır insan.

Ruhunu yok saydığımızda, biyolojik bir bedene ‘insan’ diyemeyeceğimiz gibi, ruhunu yitirmiş bir varlığa o kutsal büyük emanetin verileceğini de düşünemeyiz. Ruhumuz bizi biz yapan yanımızdır. Hepimizde var olan, sonsuza dek var olacak, baki yanımızdır. İçimizdeki sonsuzluktur. Çıkış kapımızdır. Kurtuluşumuzdur. 

RABBE MUHTACIZ

Eylemlerimizi tetikleyen şey, ruhumuzdaki arzu ve ihtiyaçlardır. Ortaya koyduğumuz her davranışla, ruhumuzun ihtiyaçlarını gidermeye çalışırız. İnsanın meyillerinin ve arzularının fazlalığı, ruh ve kalbe dönük ihtiyaçlarının çokluğundan ve gönlündeki susuzluktan ileri gelir. Kalbinin iniltilerini dinlemeyen, ruhunun feryat figan dilini çözemeyen insan, hangi ihtiyaçlar içinde olduğunun tespitini yanlış yapmakta, bu ihtiyaçları yanlış isimlendirmekte ve nihayetinde çözümü yanlış yerlerde aramaktadır. İnsanın her neyle olursa olsun, ihtiyacını gidermeye uğraşması, aslında ruhun Rabbine duyduğu ihtiyacı giderme çabalarının birer dışavurumudur. 

Ruh, Rabbini arzularken, nefis ve şeytan, bu büyük arzuyu parçalara bölerek, başka arzu ve ihtiyaçlarmış gibi göstermektedir insana. İnsanın ihtiyacını Rabbiyle değil de “o başka şeylerle” gidermesini teklif eden şeytan, bu teklifler listesine son yüzyıllarda yeni bir madde daha eklemiştir: Dijital Cehennem. Dijital Cehennem, insan kalbinin sükûnunu yaralamak, onun demlenmeye giden havasını bozmak ve en nihayetinde onu köleleştirmek isteyen karanlık projenin aşamalarındandır.  

Dijital Cehennem insanların eğlendiği değil, kaçıp geldikleri bir yerdir. Orası onların özgür iradeleriyle gittikleri değil, mahsur kaldıkları bir yerdir. Hatırlamaya değil, unutmaya gitmişlerdir. Bir şey bulmaya değil, kaybetmeye çalışmaktadırlar. Kendindeki bir hali öldürmek için oradadır herkes, ruhlarını canlandırmak için değil.

Artık yan yana değiliz, göz göze değiliz. Bedenlerimiz, bakışlarımız birbirinden uzakta… Toplanabildiğimiz tek yer sanal âlem. Sanal âlem mi yoksa dijital cehennem mi? İşin trajik tarafı, dijital dünyanın aşk ve ruh üzerindeki yıkıcı etkilerini düşünmek için kullanabileceğimiz zamanımızı yine dijital dünya tüketiyor. 

MANDAN NASİBİNİ ALMAK

Şeytanın insana sunduğu güncel listeye eklenmiş maddelerden biri de hızdır. Kalbe ve ruha giden manevi iletilerin önünü kesmenin yolu, insanı hızlandırmaktan geçer. Hızın yumağında panik halde, apar topar, verip veriştirerek yaşayan insanın manadan nasibi kalmayacaktır. 

Fıtratımızı, tabiatımızı hızla kaybediyoruz.  Hız tehlikeli, hız yaralayıcı, hız şeytanla akraba… Ruhumuzu sakatlıyor ve bizi bedenimizin içinde yaşayamaz hale getiriyor. Geriye tek bir sığınak kalıyor. Anın içinde yaşayabilmek ve ilelebet orada kalabilmek... Bu sığınak muazzam bir umut kaynağı... İnsanı anlamlandıran ruh, zamanı anlamlandıran aşktır. Ruh da aşk da ancak bu sığınakta soluk alabiliyor. 

Sayı şeytanlarını duymuş muydunuz? Şirketlerden şirk-etlere uzanan çizgi üzerine hiç düşünmüş müydünüz? Putların ceplerde taşınabileceğini hayal etmiş miydiniz? Peki ya ateşten yaratılanların dünyadaki işbirlikçilerinin kimler olduğu üzerine kafa yormuş muydunuz? Hiç olmazsa bilgisayar oyunları üzerinden ‘dijital savaşçı’lara dönüşen çocuklarımız için, bu tefekkür sahalarında çadır kurmak zorunda değil miyiz artık? İnsanlığı bekleyen sanal tehlikeleri öngörme ve onlardan nasıl korunacağımız üzerine düşünme zamanı hâlâ gelmedi mi?

AŞKIN ÖNÜNÜ AÇIN

Yakında hologram kimliklerimiz üzerinden hepimize zaaflarımıza göre farklı mesajlar gönderdiklerinde ne yapacağız? O komutları yerine getirecek miyiz? Daha açıkçası, o sinyalleri gönderenlere tapacak mıyız? Sorgulamayı buraya kadar genişletiyor Seyyah… Hakikatleri görebilmenin önüne engel olarak dijital dünya çıkarılmıştır. Gözlerin, kalplerin mühürlendiği, mananın önünün kapatıldığı zamanlar, dijital âlemin ortaya çıkıp güç kazanmasıyla eşzamanlıdır. İnsanlar şeyleşmektedir. “Öylesine basit ki insan olmanın sırrı; o ‘şey’lerle örtülmeseydi hakikat.” 

Şeytanın yol kesmemesi ve kurtuluşa ermek için elimizdeki reçetede aşk yazıyordu. Aşk olmalıydı, benlik kalmamalıydı. Aşkla yürümeliydik.  Aşkın önünü açacak olan şey sessizleşmek eylemiydi. Dijital cehennem onu ortadan kaldırmakla işe başladı. Aşka giden yolda kurtuluşumuz, sessizleşmeye geri dönmekle mümkün. “Aşk bir hissediş değil midir, bir türlü söze getirilemeyen ve sessizleştikçe daha çok hissedilen?”, “Sessizlik, kainattaki tüm ayetleri canlandırır.” 

Anayurdumuz olan Cennet’e yeniden dönülmesi çağrısını yapan Seyyah, insana fıtratın kodlarını gösteriyor, ona ulaşmamız için neler yapmamamızı ve daha önemlisi nelerden kaçınmamızı anlatıyor. Kadim zamanlardaki manevi hastalıkların kılık değiştirerek karşımıza dikildiği bu asırlarda Seyyah, kalbin bu yeni virüslerine karşı tedbir alınmadığı takdirde insanlığı bekleyen büyük felaketin resmini çiziyor. Seyyah, vicdan ve kalple düşünmenin terk edilmeye başlandığı bir asırda herkese hitap eden bir “dur!” çağrısı yapıyor.