25 Nisan 2024 Perşembe / 17 Sevval 1445

Şiir için ak kanatlı bir düş: Ebabil

‘Ayartmalar, azdırmalar, ara bozmalar’ demek ‘fiten’. ‘Fitne’nin çoğulu. Hakan Şarkdemir deneysel metinler yazdı daha çok, bilhassa görsel şiirin peşinden gitti. Bu kitapta da az az görsel çaba var. Fakat Fiten’i okuyunca, Şarkdemir, şiirin bir söz sanatı olduğunu kabul etmiş, diye düşündüm.

TURAN KARATAŞ8 Ağustos 2019 Perşembe 07:00 - Güncelleme:
Şiir için ak kanatlı bir düş: Ebabil

Yanlış hatırlamıyorsam on beş yıla yakın bir zamandır, Ankara’da edebiyat bilhassa şiir kitapları yayımlayan bir yayınevi var. İki yüzden fazla (212) kitap çıkarmış, yarıya yakını (77) şiir. Geçmiş zaman içinde birkaç edebiyat dergisine de can veren Osman Özbahçe, neredeyse kendisini bu işlere adamış bir edebiyat fedaisi ve sevdalısıdır. Söz konusu edebiyatsa-şiirse, akan sular durur Özbahçe için. Birçok genç şairin ürünlerinin kitaplaşmasına ön ayak olmuş, imkân hazırlamıştır. Onun sayesinde bu arkadaşlar, şiirlerini kitap zarfı içinde görme ve okurun huzuruna çıkarma talihine ermiştir. Kimse alınmasın, kızmasın; bugün şiir kitabı basan yayınevi neredeyse kalmadı. Eş-dost hatırını kıramayan, şöhretli şairlerin ününden yararlanmak isteyenler dışında genç şairlere dönüp bakan yok.

OYUNUN İÇİNDE...

Ebabil’den çıkan şiir kitaplarının hemen hepsini gördüm Özbahçe sayesinde. Bir kısmını okudum, bir ikisi hakkında yazdım. Evvelkilerin hurufatı çok küçüktü, yakınmıştım sevgili editöre. Şimdi bir punto büyüdü yazılar. Fakat kapakları hep güzeldi kitapların. Akça kuşların kanadı gibi parıl parıl. Şimdi daha da güzelleşmiş. Hakan Şarkdemir’in çok tatlı ve cezbedici resimleri var kapaklarda. Yenilerde çıkan Mikail Söylemez’in şiir kitabı Yer Değiştiren’in, arka kapağa da yayılan resmini çok beğendim. Tasarımları da Mehtap Yürümez yapıyormuş.

Son çıkan kitaplardan bir paket yapıp göndermiş Osman Özbahçe. Dört şiir, iki öykü, bir de söyleşi kitabı. Eleştiri-inceleme kitapları da basmıştı Ebabil, fakat öykü kitaplarını yeni görüyorum. Selim Erdoğan’ın Sekerat, Ömer Serdar’ın Mektebin Bacaları. Yarısı şiir biçimli metinlerden yahut “şiir gibi” yazılan öykülerden oluşan Sekerat’ın “ithaf”ını okudum. Nasıl dokunaklı. “Demek bir zamanlar bu oyunun içinde biz de varmışız be oğul” ağıtıyla inleyen anneanneye ithaf edilen bu kısacık metni yerim müsait olsa sizinle paylaşmak isterdim. Eray Sarıçam’ın Ömrüm Yettiğince Savaş, Bünyamin Yıldız’ın 1865’te Ben, Hakan Şarkdemir’in Fiten (2001-2017) isimli şiir kitapları, gelenler arasında. Adıyla da kapağıyla da kışkırtan Fiten’i okudum. Malum “ayartmalar, azdırmalar, ara bozmalar” demek “fiten”. “Fitne”nin çoğulu. Şarkdemir deneysel metinler yazdı daha çok, bilhassa görsel şiirin peşinden gitti. Bu kitapta da az az görsel çabalar var. Fakat Fiten’i okuyunca, Şarkdemir, şiirin bir söz sanatı olduğunu kabul etmiş, diye düşündüm. “Adyy ibn Beddaâ” sözün gücüyle parlayan bir kaside olmuş. Geleneksel söyleyişin imkânlarıyla vücut bulmuş iyi beyitler var: “Terk etti beni o neşe o eşsiz gülümseme/ Terk ettim sevgiliyi asla istemesem de”. “Lokman’ın Öğüdü”, klasik nasihatnamelerin bugünkü söylenişi. “Başka Salât Sîğası”, ululayan, salat ve selam gönderen kıymetli bir mehdiye. Velhâsıl, “Heyamola” şiirindeki şu dizeler, Şarkdemir’deki durulmayı hülasa ediyor sanki: “Ve bir gün/ Rüyalarımı derleyip toparlarken,/ O kırk birinci günlerden birinde/ Baktım ki zincirlerim kırılmış/ Baktım ki taş kapılar açılmış/ Baktım ki açılan o boşlukta…/ Hudutsuz bir deniz…” 

Bir Dükkânı Beklemek

Uğur Nazlıcan’ın Bir Dükkânı Beklemek kitabı, 80 sayfalık bir ilk eser. Kitabın en başına konan kısacık özgeçmişi meraklandırdı, öyküleri okuduktan sonra yazarla yapılmış bir söyleşiyi izledim internetten. Ağır, efendice, etkileyici bir edası (bu yazısında da görülüyor), alçakgönüllüce içtenlikli bir konuşması var. Babası lokantacı imiş. Nazlıcan da, öykülerinde, sanki o esnaf çevrede tanıdığı yarı gerçek yarı düş insanları anlatıyor. Rivayetlerle renklenen, halkalanan kahvehane-çırağı-kalfası-ustası kahveci Şerif Ali’nin, Ocakçı Kâmil’in ve İlyas Usta’nın öyküsünü. Ve daha nicelerinin: hurdacı Mahfuz’un, piyangocu Sadi’nin, filmci [videokasetçi] Kerem’in, kırtasiyeci Ferhat Beyin, henüz bir iş sahibi olmadan bir dükkânı beklemek mecburiyetiyle ödevli Erhan’ın, manav Hacı Resül’ün, hamamdaki külhan Raşid’in, keseci Fahri’nin, tellak Niyazi’nin ve büfeci Nimet’in öykülerini anlatıyor. Şu saydığım kişilerin sıfatlı adları bile nasıl zengin bir dünyaya işaret ediyor. İç içe insanlık durumları. Gerçeklikten gerçeküstüne veya rüyaya, hayale yahut düşe salınıp duran yaşantılar. Olan biten fazla bir şey yok, fakat hayal meyal tatlı hâller ve insanlar var. Rengârenk düşler. Anlık değişen mekânlar, konuşan hayvanlar, soru soran nesneler, birdenbire hâlden hâle geçen insanlar. Bireyin özel ve düşlerle çevrili yaşantısına ustaca eğilen bir yazar. Uğur Nazlıcan, döndüre dolaştıra aynı şeyi söyleyen başka başka cümlelerle anlatmayı seviyor.  Aynı devinimi farklı ifadelerle, benzer durumları çeşit çeşit sözlerle söylüyor. Acelesi yok, sanki ağır ağır yazıyor. Tadını çıkara çıkara. Belli ki az da yazıyor. İyi ediyor. Dönüp başa gelmekten, aynı şeyi söylemekten çekinmiyor. Tekrardan bir çeşit haz devşiriyor. Elbette yazar için riskli bir devinim bu. Nazlıcan, üslupçu. Yer yer Proust, Tanpınar izleri. Geçmiş zamanı özleyenler ve Türkçenin dingin sularında yunmak isteyenler için iyi bir kitap Bir Dükkânı Beklemek.