ŞAHİN TORUN
İflah olmaz kelebek avcısı, sözü bitmeyen öykücü... Oğlu Dimitri Nabokov’un deyimiyle, ‘Sevgili hobisi kelebekbilimle uğraşırken Davos’ta bir tepenin yamacında düşerek, dik yamaçta garip bir pozisyonda saplanıp kalan...’ büyücü, kelebek avcısı V.Nabokov’un 32 yıl boyunca saklı duran tamamlanmamış kitabı ‘Laura’nın Aslı/The Original of Laura’ geçen ay İletişim Yayınları’nın hiç de şaşırtıcı olmayan özenli baskısıyla yayınlandı.
Sanki de bir koleksiyon kitap olarak tasarlanan ‘Laura’nın Aslı’ bir Nabokov romanı olması bir yana, bir Fatih Özgüven çevirisi ve bir Bülent Erkmen tasarımı olarak ta gerçekten büyük önem taşıyor. Nihayetinde ‘Hep Yazmak İsteyenlerin Hikayeleri’ gibi özel hikayeler de yazan bir çevirmeni ve Nabokov dizisinin tasarımında ille de o kelebekleri görmemizi isteyen bir tasarımcısı var bu kitabın. Az şey değil...
BİR BÜYÜCÜ YAZAR, BÜYÜLÜ BİR YAZIN
Yazıyla kurmuş olduğu ilişkiyi anlatırken; daha önce kimsenin söylemediği bir tarif yapan V.Nabokov, şöyle demiş bir yerde; “Bir yazara üç noktadan bakılabilir, bir öykücü olarak görülebilir, bir öğretmen olarak, bir büyücü olarak. Büyük bir yazar bu üç niteliği-öykücü, öğretmen, büyücü- birleştirir ama onda ağır basan, onu büyük yazar kılan büyücülüğüdür...”
Nabokov’un, yazıyı ve yazarı tarif ederken; ortaya koymuş olduğu bu öykücü-öğretmen-büyücü bileşiminde en fazla büyüyü öne çıkarışına şaşmamak gerekir. Zira hangi yapıtı olursa olsun, sağlam biçimde yapılmış bir okuma sonucunda Nabokov’un yapıtındaki en büyük başarının, onun büyüleyerek yazabilme becerisinde saklı olduğu görülecektir. Bundan dolayı da salt bir kelebek uçuşu yazısı değildir Nabokov’un yazısı; bir kelebeğin yakalanışı, bir kelebeği yakalayış ve böylece bir kapanış yazısıdır. İzleğinde kelebeklerin uçuştuğu, uçuşu seyredilmiş kanatların yazısıdır. Uçan kelebek sonuçta yakalanmıştır ve ağgöz’ ün içinde kalakalmıştır. Avcı kelebeği yakaladığı gibi yazıyı da yakalayıvermiştir artık. Sıra yakalanan yazının büyülenmesinde ve okuyanı büyülemesindedir... Tıpkı tütsülenmiş bir yığın harfin ince bir teslim oluşla kıpırtısını kaybetmiş bir çift kanada dönüşmesi gibi, dahası tutkunun ve hazzın dile gelemeyen iç seslerindeki inişli çıkışlı bir nota dizisine dönüşmesi gibi bir yazınsal büyülenme ve büyülemedir bu.
İşte bu akışkan harf tokuşturmaları karşısında Nabokov, imgesel bir çimlenmenin ve gerçeklikten yabanıl bir kopuşun götürdüğü renkli, hızlı ve canlı biçimlere dönüşen sanrılı bir düşün kollarına bırakmıştır kendini. Denilebilir ki, büyüye ilkin yazarın kendisi kapılmıştır ve ötesi büyülemekten başka bir şey değildir.
Bu yüzden de, herhangi bir Nabokov metnini okurken, sanki daha doğuştan varlığına yapışıp kalan bir tutkunun dışavurumuna şahit oluruz. “Bir büyük yazarın, büyük bir öğretmen ya da büyük bir öykücü olmaktan çok büyük bir büyücü olması gerekir” deyişi de bundandır belki de. Şaşırmamak gerekir ki, son romanı ‘The Original of Laura /Laura’nın Aslı’nın içinde bile bir alt anlatı olarak Lolita’nın duruyor oluşu karşısında ona bir tarz belirlercesine yazıp konuşanlar da sarsılıp şaşırmışlardır. Büyücünün son büyüsü de tıpkı büyüsünün olgunlaşmaya yüz tuttuğu zamanlardaki gibi büyülü ve şaşırtıcıdır. Arzu ve tutku onca yıl kilit altında tutulmuş olsa bile, bütün cilalanmış karalığı ve kristalize olmuş tuzuyla yerleştiği ruhun içinden sızarak kalemin ucundan akıvermiştir sonuç olarak. Ve bu kitap, bütün karanlık cilalanmışlığı içinde Nabokov’un en son çıktığı ama tamamlayamadığı muhteşem bir kelebek avıdır.
LAURANIN ASLI’NDAN NABOKOV’UN ASLINA
Laura’nın Aslı’nı Montrö’de saklandığı kasadan çıkararak yayınlanmasına izin veren Dimitri Nabokov’a bakacak olursak; bu kitap V.Nabokov’un bitirememiş de olsa, en önemli kitapları arasında saydığı bir kitap. Hepsi numaralanarak sıralandırılmış 138 fiş olarak yazılmış. Bu fişlerin sıralanışına baktığımızda Laura’nın Aslı’nın kabataslak olarak bitmiş olduğunu, sadece sona doğru yazılan bazı detayların işlenmeden kaldığını söylemek mümkün. Yaşlıca bir adam- yazar- yaş olarak kendisinden epeyce küçük ve epeyce de özgür davranışlar gösteren genç ve az çok güzel karısının aşk’tan sadakatsizliğe kadar uzanabilen hallerinden yola çıkarak içine girdiği bir bunalım zamanını kısa notlar halinde yazmaya başlamış.
Laura’nın Aslı, konusu bir yana, V.Nabokov’un hayatında da önemli bir kesit olarak sayabileceğimiz bir zamanda yazılmaya başlanmış. 1975 yılında yine bir kelebek avındayken geçirdiği kaza sonunda içine kapanan ve oğlunun deyimiyle ‘Ne kadar alakalı olduğu kesin olarak söylenemese de...’ o kazadan sonra Lozan’daki o korkunç günlere kadar, etkisi hiçbir zaman tam olarak geçmeyen kesintisiz bir hastalık dönemine giren Nabokov, tam da bu zamanlarda başladığı bir romana çalışıyormuş. Ayrıntılarından ender olarak söz ettiği ve fihrist kartlarına notlar alarak yazmaya başladığı bu cenin halindeki başyapıtı yazmayı sürdürürken yaşadığı acılardan da oldukça etkilenmiş Nabokov.
Çektiği acılar arasında ayak tırnaklarının çevresindeki dinmek bilmez iltihaplanmalar vardı. Ara ara, hemşirelerin laf ola giriştikleri pedikürlerden ve onlara müdahale edip deli gibi parmaklarını kaşımaktansa, hepsinden kurtulmanın daha iyi olacağı hissine kapılıyordu. Laura’da bu azapların kimi yankılarını bulacağız...’
Nabokov’un yaşadığı bu meş’um dönemin acı ve ızdıraplarını da ustaca içine koyduğu Laura’nın Aslı’nı, Laura’ya yedirilmiş haldeki çoğunlukla örtük ‘yaşam tutkusu’na bakarak merkezinde hiç doyulmayan bir ‘yaşam tutkusu, bir yaşama arzusu’ nun kitabı olarak görmek de mümkün.