3 Mayıs 2024 Cuma / 25 Sevval 1445

Ve dağlar yankılandı

ÇİRKİN BİR AFGAN KÖKENLİ AMERİKALI GİBİ DAVRANARAK İNSANLARA YAĞ ÇEKMEK İSTEMİYORUM. BUNU SAMİMİYETSİZ BULUYORUM.

12 Eylül 2013 Perşembe 07:00 - Güncelleme:
Ve dağlar yankılandı
THE GUARDIAN’dan derlenmiştir.
Söyleşi: Hermione Hoby
Çeviri: Başak Güntekin

Khaled Hosseini, hiç kuşkusuz “yayıncılık fenomeni” sözünü hak ediyor. Anayurdu Afganistan’da geçen duygu yüklü, satış rekorları kıran iki romanı, ülkede süren savaşın çirkin gerçekleri haberlerde akıp giderken, okurlara kefaret ve erdem hikâyeleri sundu. Doktorluğu sırasında mesai öncesi sabahın erken saatlerinde yazılan ve 2003’te yayımlanan ilk romanı Uçurtma Avcısı’nı, 2007’de Bin Muhteşem Güneş takip etti. İki roman, dünya çapında bir başarı yakaladı ve satışları toplamda 38 milyonu geçti. Khaled Hosseini ile son romanı Ve Dağlar Yankılandı satışa çıkmadan hemen önce, Manhattan’da, şehir merkezindeki bir otelin barında buluşuyoruz.
Yeni romanına başlamasına tek bir görüntünün sebep olduğunu söylüyor: Gece vakti, çölü bir el arabasını çekerek geçen bir adam. Arabanın içinde iki çocuk; iki kardeş; biri kız, biri erkek.
“Çetin geçen kışların Afganistan’daki aileler için ne büyük bir çile olduğuna dair yürek parçalayan hikâyeler duydum,” diyor. “İnsanlar çok korkuyor ve çocuklarını kaybediyorlar. Bu arka planla birlikte, aklıma birdenbire mükemmel bir netlikteki bu görüntü geldi. Kim bu insanlar? diye düşündüm. Ve nereye gidiyorlar?”
Cevabı -çaresiz bir baba Kabil’e çocuklarından birini satmaya gidiyor- romandaki birçok hikâyenin kaynağını oluşturuyor. Kardeşlerin ayrılık acısı nesiller ve kıtalar boyu yankılanıyor.
Diğer yandan Hosseini konuyu basitçe açıklıyor: “Kitap bir peri masalı gibi, sadece onun tersyüz edilmiş hali. Başlangıçta can yakan bir kopuş var ve sonunda gözü yaşlı bir birleşme, fakat sonuçta payınıza düşen açıklamalar da, birleşmeler de umduğunuz gibi değil. Aslında hayat da biraz böyledir.”
Hosseini’nin önceki masalsı kitaplarında farklı bir dünya görüşü vardı. Oradaki karakterler E. M Foster’ın deyişiyle “yuvarlak”tan çok “düz” olarak tanımlanabilir. Örneğin Uçurtma Avcısı’nın Hasan’ı, Hosseini’nin deyişiyşe “sevilesi bir adam, onu seviyor ve destekliyorsunuz fakat karmaşık ya da anlaşılmaz bir adam değil.” Diğer yandan bu yeni romandaki herkes kendini bir noktada ahlaki bir uzlaşının ortasında buluveriyor. Bunun en belirgin örneklerinden biri, “ komutan – şu kötü fakat hayırsever komutanlardan. Ve bu benim Afganistan’da çok karşılaştığım bir şey, şu, insanların aynı zamanda hem korktuğu hem de hayranlıkla bel bağladığı karizmatik, efsanevi figürler.”
ZALİMLİKLE YARDIMSEVERLİK AYNI RENKTE Mİ?
Romanın en önemli ve diğer hikâyelerde en çok yankılanan satırlarından birinde, bir insan değil, bir dev; Afgan folklorunun kocaman, korkunç yaratığı konuşuyor. Yoksul bir köylü, en sevdiği oğlu bir dev tarafından kaçırıldığında, buna cüret ettiği için öleceğini bile bile, onu kurtarmak için yola düşer. Fakat beklediğinin aksine dev ona diğer çocuklarla neşe içinde oynayan oğlunu gösterir. Burada baba bir karar vermek zorundadır; ya oğlunu burada –mutlu olduğu ve iyi bakıldığı- bu yerde bırakacak ya da onu kederli ya da muhtemelen kısa bir hayatın onları beklediği, kuraklığın çürüttüğü köylerine geri götürecektir. Umutsuzluğa düşmüştür, devi zalimlikle suçlar. Dev cevap verir: “Sen de benim kadar uzun yaşasaydın, zalimlikle yardımseverliğin aynı rengin iki tonu olduğunu anlardın.”
Kırk sekiz yaşındaki Hosseini, çok yaşlı bir adam olmasa da, geçmişte yazdığı iki romana baktığında artık farklı bir yazar görüyor: zalimliğin ve yardımseverliğin iki ayrı renk olduğunu düşünen bir yazar.
Hosseini’nin yeni romanında yarattığı en ilginç karakterlerden bir diğeri, alkolik bir şair: Nila Wahdati. Bölümlerden, Paris Review tarzında soru cevaplardan oluşan birinde, Wahdati hem cezbedici hem çekilmez bir kadın. “Onun çok sevilesi olmasını istemedim” diyerek kabul ediyor bunu. “Onun sadece gerçekte olabileceği gibi olmasını istedim; öfke, tutku ve içgörüyle dolu, kırılgan ve narsist.”
İNSANLAR PARÇALANIRKEN BURADA DEĞİLDİM
Hosseini 1965’te, Kabil’de doğdu. Kabil aynı zamanda daha on bir yaşındayken geride bıraktığı bir yerdi. Babasının işi onları önce Paris’e yolladı. Daha sonra, Sovyetler Afganistan’ı işgal ettiğinde ve eve dönmek mümkün olmadığında, siyasi sığınma talebiyle başvurdukları Amerika’ya yerleştiler. On beş yaşındaki Hosseini, hiç İngilizce bilmediği halde, kendini San Jose Lisesi’nde buldu. “Bir kültür şokuydu” diyor. “Çok yabancılaştırıcıydı.” Annem ve babam için her şey daha da zordu diye düşünüyorum. Babam bir diplomanttı ve annemse bir lisede müdür yardımcısı, şimdiyse annem Denny’s’de gece vardiyasında garson olarak çalışıyor, babamsa direksiyon dersleri veriyordu.” Aile devletten aldığı yardımla yaşıyordu, ekonomik anlamda kendilerini güvenceye almak konusunda azmeden Hosseini, doktor olmaya karar verdi.
Romanın en güçlü bölümlerinden birinde Afgan asıllı bir Amerikalı olan bir doktorun merhameti, memleketine yaptığı bir yolculukla test ediliyor. Doktorluğu hiç özlemediğini söyleyen Hosseini, karakterin kesinlikle otobiyografik olduğunu itiraf ediyor.
“Geri döndüm ve bu benim anayurdum dedim” diyor, “Konuşmayı burada öğrendim, ilk yumruklu kavgama burada karıştım – ama aynı zamanda burası artık benim evim değil. Çirkin bir Afgan kökenli Amerikalı gibi davranarak insanlara yağ çekmek istemiyorum. Sanki onlardan biriymişim gibi, sempatiyle dolup taşarak… Bunu samimiyetsiz buluyorum. Bu insanlar patlamalarda parçalara ayrıldığında ben burada değildim, şimdi işler iyiye gidiyor diye, buradaymışım gibi yapmayacağım.”
Hosseini, elbette herhangi bir Afgan kökenli Amerikalı değil, o bir şöhret. Uçurtma Avcısı’nın satışları piyasaya çıktığı günden itibaren gittikçe arttı ve kitap tam 101 hafta Amerika’nın çok satanlar listesinde kaldı. Kitap, 2007’de sinemaya uyarlandı, Bin Muhteşem Güneş’in sinema uyarlaması ise 2015’te bekleniyor.


Ve Dağlar Yankılandı
Khaled Hosseini
Everest Yayınları