19 Nisan 2024 Cuma / 11 Sevval 1445

Yüzümüzün Öyküsü

SADIK YALSIZUÇANLAR; ZAMAN ZAMAN ÜŞÜTEN, ZAMAN ZAMAN YALNIZLAŞTIRAN, BAZEN HAYRETE DÜŞÜREN, BAZEN DE HİÇBİR HİS UYANDIRMAYAN YÜZLERİN PEŞİNDE BİR YOLCULUĞA ÇIKARIYOR BİZİ.

EYYÜP AKYÜZ9 Temmuz 2015 Perşembe 07:00 - Güncelleme:
Yüzümüzün Öyküsü

Sadık Yalsızuçanlar öyküsünün ana omurgasını çoğu zaman mistik ögeler oluşturur. Tasavvuf, bugünün dünyasından sürgün edilmiş olsa da Yalsızuçanlar, sufi gelenekle her zaman kontak halinde olmuştur. Bir flört ilişkisi diyerek geçiştirilecek gibi değildir bu bağ. Üstelik bir ayağını tasavvuf topraklarına sabitlemişken, diğerini modern dünyanın insanı küçülte küçülte cüceye dönüştürdüğü kocaman metropol şehirlerini arşınlamak üzere kullanan yazar, apartman apartman gezip öyküler devşirmekten geri durmaz. Şimdiki zamana ait olan bir hikâyeye derviş postu giydirerek mistik bir dünya kurar ve bunu öyle bir üslupla anlatır ki, zaman ve mekân sınırları ortadan kalkıverir. Bir yanımız Yediler, Kırklar; diğer yanımız dünya denen yükü taşımaktan yorulmuş tutunamayan insanlarla çevrilidir.

Sadık Yalsızuçanlar, Profil Kitap’tan çıkan Yüz kitabıyla, bırakın uzun uzun seyretmeyi, bir bakışı dahi çok gördüğümüz insanın, anlamın ve dahası hayatın yüzüne bakmaya davet ediyor öykü severleri. Yüz, en büyük kitabelerdendir belki de. Ruh da, gönül de yüze yansıyarak somutlaşır bir anlamda. İnsanı keşfetmek için, kelimeleriyle ifade ettiklerinden ziyade yüzündeki ifadeye başvurmamız da bundandır. “Ölü yüzü” derken anlatmak istediğimiz, ruhun bedeni terk edip ruhtan arınması ve dolayısıyla yüzdeki ifadenin kaybolmasıdır.

AYNA NİYETİNE YÜZLERİ OKUMAK

Sadık Yalsızuçanlar; zaman zaman üşüten, zaman zaman yalnızlaştıran, bazen hayrete düşüren, bazen de hiçbir his uyandırmayan yüzlerin peşinde bir yolculuğa çıkarıyor bizi.  Yirmi beş ayrı yüz öyküsünün yer aldığı kitapta, yalnızca insan yüzleri değil soyut kavramların yüzlerinin öyküsünü de okuyoruz. Bir gerçeği anlatmak üzereyken boğazların düğümlendiği, dilin ve bütün sözcüklerin gayrifaal olduğu anlar vardır ya hani, işte o an devreye yüz giriverir. Her şeyi tüm çıplaklığıyla döker ortaya. Tıpkı Annemin Yüzü öyküsünde olduğu gibi: “Her düşükten sonra annemin yüzü bana, anlamın asla öldürülemeyeceğini ima ederdi. Karnından değil yüzünden düşüyordu bebekler. Her düşen bebekten sonra annemin yüzüne sanki yeni bir kayıtsızlık ekleniyordu.” Bico’nun Yüzü öyküsünde ise bir silik karakterin kendisiyle ve tüm dünyayla hesaplaşması yüz sayesinde daha bir kolaylaşıyor: “Adımı gerçekten unutmuşum. Emine… Yüzüm gibi, adıma da bakamıyorum.” Yüzün İçyüzü öyküsünde tasavvufta en sık kullanılan ayna metaforu çıkar karşımıza: “Meğer dedemin yüzü ayna imiş. Her bakan, onda kendi içyüzünü görüyormuş.” İşsizliğin Dışyüzleri ise kalbimizi hançerleyen tastamam gerçek intihar öykülerini anlatıyor. Dağılıyor, dağlanıyor ve kaybediyoruz.

Sadık Yalsızuçanlar, Yüz kitabıyla ‘bakmaya’ çağırıyor; hayatın, eşyanın ve elbette insanın yüzüne bakacak yüzü olanları.

Yüz

Sadık Yalsızuçanlar

Profil Yayınları