Şiir, roman, tiyatro ve inceleme alanında pek çok eseri bulunan şair, yazar Mehmet Kurtoğlu son derece üretken bir isim. Geçen yıl, Türk Sinemasında Urfa’ isimli ilginç bir araştırma kitabına imza atmıştı. Şimdi ise okurlarını üç yeni kitapla selamlıyor Kurtoğlu. Bu kitapların kahramanları ise Türk edebiyat ve düşünce hayatının sembol isimlerinden biri olan Necip Fazıl Kısakürek, Cumhuriyet devrinin bir başka önemli siması ve edebiyatın en etkin ve yetkin isimlerinden Ahmet Hamdi Tanpınar ve nihayet İngiliz edebiyatının bir numaralı ismi Shakespeare... Kurtoğlu ile edebiyatın bu üç kutbu üzerine kaleme aldığı ‘Metafiziğin Trajik Şairi Necip Fazıl’, ‘Hasret ve Azap/Tanpınar’da Şehir ve Kadın’, ‘Bir Batı Masalı Shakespeare’ kitaplarının satır aralarında gezindik...
-Tanpınar’ı mustarip olarak tanımlıyorsunuz. Tanpınar neden mustarip?
Tanpınar, şiiri tarif ederken “muzdarip ve huzursuz ruhun saf lisanı” der ve bir tanım yapar: “kendi içimizdeki kâinatı bulmak!” Tanpınar, burada şiiri tarif ederken aslında kendini de tarif etmiş oluyor. İçindeki kâinatı bulmaya çalışan insan, aynı zamanda varoluş sancısı çeken insandır. Tanpınar’ın muzdaripliği ve huzursuzluğu gerçekte bu sancıdan kaynaklanıyor. Tanpınar Cemil Meriç’in tanımıyla camiden içeri girmemiş adamdır, yani araftadır. Arafta olan adamın huzuru olmaz olsa olsa ancak ıstırapları, azapları olur. Tanpınar muzdarip ve huzursuz olduğundan rüya ve hülyalarına sığınmış sanatçıdır. Ben onun bu sancısını, ulaşmak isteyip de ulaşamadığı umut ve hasretlerini “azap” olarak tanımlıyorum. Örneğin kadına hasret çekmiş, Paris’e hasret çekmiş, silik bir kişilik olarak şöhrete hasret çekmiş, ulaşamamış bu yüzden ızdırab çekmiştir. Büyük adamların büyük ızdırapları olur çünkü...
-Türkiye’de çok az sayıda biyografi yazarı var. Kahramanı, sanatçısı, tarihsel birikimi gani olan bir ülkede neden biyografi yazımı bu kadar kıt ve kısır?
Türkiye’de biyografi yazarlığı gerçekten çok sınırlı. Prof.Dr. Ali Birinci, Beşir Ayvazoğlu ilk akla gelenler. Oysa düşünce ve edebiyatımızda trajedisi çok büyük şahsiyetler var. Bunların gerçek anlamda biyografileri yazılmamıştır. Örneğin Mehmet Akif, Necip Fazıl, Yahya Kemal bunları trajedileri, yaşadıkları çağının sosyal ve psikolojik argümanlarıyla birlikte kaleme alabilmiş miyiz? Bırakın biyografi yazmayı bir sinema filme dahi çıkarabilmiş değiliz. Mehmet Akif’in, Necip Fazıl’ın hayatından müthiş sinema filmi yapılabilir. Bizde biyografi yazamamanın diğer bir sıkıntısı insanlarımızı ya kutsuyoruz ya da yeriyoruz. Övgü ve yergi arasında biyografik eser çıkmaz. Batının kartları bu konuda daha açık.
-Büyük yazarların dokunulmazlığı vardır. Sizin kaleme aldığınız yazarlar da öyleler. Bu omuzlarınıza bir yük yüklemiyor mu?
Shakespeare, Necip Fazıl ve Tanpınar’ı yazarken, büyük bir sorumluluk altına girdiğimin farkındaydım. Mesela Shakespeare hakkında yazılmamış hiçbir şey kalmamış. Ben o ve eserleri hakkında ne söyleyebilirim kaygısıyla yola çıktım. Eserlerini doğulu bir Müslümanın bakışıyla aktarmaya çalıştım. Bir nevi doğu batı medeniyeti üzerinden bir okuma yaptım. Bazen övdüm, bazen yerdim ama hakkını teslim ettiğimi düşünüyorum. Necip Fazıl’a gelince en çok tanıdığım ama en çok üzerinde kalem oynatmaya korktuğum bir yazar. Çünkü Necip Fazıl’ın bazı kesimlerce dokunulmazlığı var. Necip Fazıl kendi hayatını sanata dönüştürmüş bir şair. Dolayısıyla kendini anlatmış olan bu büyük şairi yazmak elbette kolay değil. Ben şiire onu keşfetmekle başlamış, onun eserleriyle büyümüş biri olarak girdiğimden dolayı, yazmasam olmazdı diye düşünüyorum. Tanpınar’a gelince, o son yıllarda keşfedilmiş bir yazar. Bu yüzden oldukça ilgi görüyor. Şehir üzerine çalıştığımdan dolayı daha çok bu yönüyle anlatmaya çalıştım.
KÜLTÜR AJANI SHAKESPEARE!
-Shakespeare’i doğulu birinin gözüyle sunmak istemişsiniz. Batı ve doğu iki uygarlık arasındaki sanatçıya bakıştaki farkınız nedir?
Shakespeare’i daha çok din ve medeniyet bağlamında ele almaya çalıştım. Onun eserlerindeki Hıristiyanlığın etkileri üzerinde durdum. İnsana, kadına, hayata dine bakışını ele aldım. Shakespeare Hıristiyandır, batı kültürünün çocuğudur. Doğu’ya nasıl baktığı önemlidir. Othello Mağripli bir komutan. Othello’da Osmanlı’ya düşmanca bakış söz konusudur. Shakespeare’in doğuya bakışı olumlu değildir çünkü. Onun eserlerinde Hıristiyanlığın izlerini göstermeye çalıştım. Shakespeare’i batı kutsamış. Hatta onu (eserlerini) bir kültür ajanı olarak kullanmışlar.
DEHALARIMIZIN BİYOGRAFİSİ YOK!
Doğulu büyük yazarlar, düşünürler batılı yazar ve düşünürler kadar bilinip kutsallaştırılmamış, İbn Arabi, Sadi, Mevlana...
Bizim büyük dehalarımız var ama onları batıya tanıtacak biyografilerimiz yok. İbni Haldun’u bize Batı tanıtmıştır. Hayyam’ı da öyle. İbni Haldun ve Hayyam’da batı ile ruh bağı kuracak kanallar var. İbn Arabi de öyle. İbni Haldun bir Müslüman olarak eserlerini seküler kaleme almıştır. Hayyam ise soru soran, varoluşu sorgulayan bir şair. İbn Arabi ise batı’nın mistisizmi ile örtüşen bir adam. Batı ruh bağı kurabildiği sanatçılarımızı bulup çıkarıyor. Gerisin ise görmek istemiyor. Batı İbn Arabi’yi, İbni Haldun’u, Hayyam’ı bizden daha iyi tanır. Maalouf’un en güzel romanlarından biri Hayyam’ı anlattığı Semerkant romanı değil midir? Şahsen Arabi’nin biyografisini yabancı bir yazardan okudum. Büyük sanatçıları başkalarına tanıtmak ancak onların eserlerini tercüme ve biyografilerini kaleme almakla olur. Yunus Emre, Mevlana ve daha pek çok değerimizi ancak bu şekilde dünyaya tanıtıp medeniyet ihracı yapabiliriz.




