20 Nisan 2024 Cumartesi / 12 Sevval 1445

Hakan Altıner: Türkiye’de sanata alan açılmadığına ilişkin laflar safsatadan ibarettir

Bütün hayatını tiyatroya adayan usta sanatçı Hakan Altıner, “Türkiye’de tiyatrolara gidilmiyor, sanata yer verilmiyor” iddialarıyla ilgili olarak, “Türkiye’de tiyatrolara gidiliyor. Sanata her yerde yer veriliyor. Bu lafların bir safsata olduğunun bilinmesi gerekir. Son 5-6 yılda Türkiye'de çok güzel salonlar yapıldı. O salonların doluyor olması bize ayrıca zevk veriyor.” dedi.

11 Mart 2019 Pazartesi 07:00 - Güncelleme:
"Türkiye'de tiyatrolara gidilmiyor, sanata yer verilmiyor" iddialarıyla ilgili bir değerlendirmede bulunan usta tiyatro sanatçısı Hakan Altıner, "Türkiye’de tiyatrolara gidiliyor. Sanata her yerde yer veriliyor. Bu lafların bir safsata olduğunun bilinmesi gerekir. Son 5-6 yılda (Türkiye'de) çok güzel salonlar yapıldı. O salonların doluyor olması bize ayrıca zevk veriyor." diye konuştu.
 
Aksam.com.tr'den Ezgi Aşık'ın sorularını yanıtlayan Hakan Altıner, tiyatronun terapi özelliği taşıyarak herkese iyi geldiğini ve bir yaşam biçimi olduğunu belirtti.
 
Sanata nasıl yöneldiniz? Aslında bir Hukuk Fakültesi mezunusunuz. Kendinizi tiyatro sanatının içinde nasıl buldunuz ve bu süreç nasıl gelişti?
 
Ailemde tiyatrocu ya da sanatçı yoktu. Öğretmen bir anne ve babanın çocuğuydum. İlkokuldan beri çok kez tiyatroya götürüldüm. Bu yüzden tiyatro benim için sürekli gidilmesi gereken bir program oldu. Hatta konser ve tiyatrolar zevk alınan kaynak hâline geldi.
 
1960’lı yıllarda Yıldız Kenter’in “Pembe Kadın” ve Haldun Dormen’in “Şahane Züğürtler” oyunu, bende “bu işi yapmalıyım” duygusunu şiddetle uyandırdı. Çok şanlıyım ki bugün Haldun Dormen ile aynı oyunu oynuyoruz. Benim okuduğum dönemde eğer sınavları kazanırsanız; iki fakülteyi birlikte okuyabiliyordunuz. Hukuk ve konservatuar bölümünü paralel okudum.
 
“TİYATRONUN TERAPİ ÖZELLİĞİ VARDIR, HERKESE İYİ GELİR”
 
Tiyatro iyidir, herkese iyi gelir. Tiyatronun terapi özelliği vardır. Tiyatronun neşeli, hayata bağlayan öyküleri ruhuma da eğitime de iyi geldi. İki bölümü beraber bitirdim. Öğrenciyken Kenter Tiyatrosu’nda çalışmaya başladım. Bu yüzden Kenter Tiyatrosu bize sağlanan önemli bir olanaktı.
 
Bu yıllar, tiyatronun çok yoğun olduğu yıllardı. Mesela haftada 6 gün oyun oynardık, pazartesi günü iznimiz olurdu, onda da turneler için yola çıkardık. Böyle eşsiz insanlar tiyatro öğrencilerine kapılarını açtılar. Tiyatronun pratiğini burada öğrendim. Kulisin adabından sufle vermeye, ışık yapmaktan role çalışmaya, ezber yapmaktan mizansel düşünmeye kadar burada öğrendik.
 
“TİYATRO BİR YAŞAM BİÇİMİDİR”
 
Hukuk Fakültesini bitirdikten sonra askerlik söz konusu oldu. Daha sonra Yıldız hocanın “Senin tiyatrodan uzak kalman doğru değil, hadi tiyatroya dön.” telefonu etkili oldu. 33 yaşımda hayatımın radikal kararını verdim. Eğer bir karar vermesem hayatımın gelgitlerinin bitmeyeceği hissine kapılmış olmalıyım ki İstanbul Barosuna giderek kaydımı dondurdum, o günden sonra da hukukla hiç ilgim olmadı.
 
Tiyatro bir yaşam biçimi hakikaten. Sevmenin de ötesinde, onu bir yaşam biçimi hâline getiriyorsunuz. Hatta tiyatronun sizin hayatınızı yönlendirmesine izin veriyorsunuz. Ben sevdiğim bir mesleği 1974’ten beri bir profesör olarak yapmanın çok büyük yararını gördüm.
 
Tiyatro sanatının dünden bugüne gelişimi konusunda neler söyleyebilirsiniz?
 
Günümüzde tiyatro anlayışları, oyun mekânları ve tiyatro oyunlarına yaklaşımlar farklılaştı. Stüdyo diye tabir ettiğimiz tiyatrolarda sıra dışı oyunlar yapan genç meslektaşlarımız var. Onlar tiyatronun yeni bir soluk almasını sağlıyorlar. Bu yüzden son derece destekliyorum. Maddi karşılığını alamamalarına rağmen tiyatro yapmak meselesine direniyorlar.
 
Benim eğitimimi aldığım ve kendi tiyatromda yapmaya çalıştığım repertuar anlayışı, dramatik tiyatrodur. Bunun içinde komedisi, dramı, müzikali vardır, bu en zor türdür. Gençliğimde epik tiyatro moda olmuştu. Siz oynuyorsunuz ama oynarken bunun bir tiyatro olduğunu seyirciye mutlaka belirtiyorsunuz. Yani bir kral oynarken aynı anda seyirciye dönüp tacını çıkararak “Görüyorsunuz, bu tenekeden yapılmış ve zaten aktörüm” diyorsunuz.
 
“TİYATRO, ZORU YAPMA SANATIDIR”
 
Şimdilerde “in your face” diye bir akım var. Bu, yıllar öncesinde İngiltere’de başladı. Bu türde sahnede her şeyin gerçekçi olarak gösterilmesine dayanıyor. Oysa tiyatro “gibiyi” yapmaktır ve estetik bir sanattır. Tiyatrocunun eğitici ve yönlendirici bir özelliği vardır. Tiyatroyu seyreden insan öncellikle bir şeyin estetiğini, bir şeyin daha düzgün nasıl yapılabileceğini, en barbar eylemin bile, en kötü insan tiplemesinin bile nasıl insan olduğunu seyretmesi ve anlatması gerekir. Ben akla kara radikalliğinde karakter yorumlarını hiç sevmem. İnsanın grileri ve geçiş renkleri vardır. Tiyatronun esas misyonu güldürmektir. Tiyatro zoru yapma sanatıdır.
 
Tiyatro 1972’lı yıllardan sonra televizyonun başrole sürülmesiyle ağır bir darbe aldı. O zamanlar karamsar olan arkadaşlarımız tiyatronun artık müzelik bir sanat olduğunu ve müzeye kaldırması gerektiği üzerine savlar öne sürdü. Başta Yıldız hoca olmak üzere bizler de talebeleri olarak bunun tam tersini savunduk. 3 bin yıllık bir sanat ve insana iyi gelen bir sanat asla yok olmaz.
 
“İNSANLAR, EKRANIN KENDİLERİNİ YALNIZLIĞA SÜRÜKLEDİĞİNİ FARK ETTİ”
 
Zaman bizi şöyle haklı çıkardı; teknolojinin sağladığı kolaylıklara kolay alışılıyor, sürekli kendini geliştiriyor. O zamanki televizyonla şimdiki sosyal medya arasında da dağlar kadar fark var. İnsanlar araya giren ekranların onları yalnızlığa sürüklediğini fark ettiler. Çünkü ekranla baş başalar. Tiyatronun sosyal paylaşımcı hâli, insanlara iyi geliyor diye düşünüyorum. Oysa tiyatro sahnedekilerle beraber nefes almak gibidir. Yanınızdaki koltukta oturan kişiyle ortak bir hikâyeye, gayeye, arınmaya, gülmeye ya da üzülmeye hazırsınız. Biz tiyatrocular hayal taciriyiz. Sizi iki saat süreyle bambaşka bir dünyaya sürüklemeye çalışıyoruz.
 
 
 
“DÜNYANIN HİÇBİR DİLİNDE ‘ARTİSTLİK YAPMA’ DİYE HAKARET YOKTUR”
 
Yeri gelmişken çok rahatsız olduğum bir şeyi de paylaşmak istiyorum. Dünyanın hiçbir dilinde “Artist misin sen?”, “Bana artistlik yapma!” diye bir hakaret olduğunu sanmıyorum. Türkiye’nin deforme konuşma biçimlerinden bir tanesidir. Artist adı üzerinde sanatçı, sonra elde edilen bir şeydir. Fakat bazı arkadaşlarımızın kendilerine kondurdukları gibi ayrıcalıklı insanlar kitlesi değiliz. “Ben sanatçıyım, ben şunu yaparım, bunu yapmam, şurada görünmem” diyerek kendilerini izole etmiş olurlar. Sanatçı halkın içinden beslenir. Onlardan beslendiği şeyleri, sahneye aktarır.  Benim anlayışıma göre tiyatro, seyircisinden kopmayan ve iletişimde bulunan bir sanattır. Televizyonla tiyatroyu düşman gören zihniyet geçerliliğini yitirdi. Çünkü oyuncu kendisini sahnede tazeliyor. Şimdi bakın televizyonla şöhret kazanmış oyuncularımız gelip oyunlarda oynamak istiyorlar. Çünkü seyirciyle buluşmak bambaşkadır.
 
“TİYATRO, TEKNOLOJİYE ESİR OLMAYACAKTIR”
 
Dünyada ilk müzikaller geniş çapta çıktı. Operalar, büyük bir furyayla, büyük bir seyirci çekti. O zamanki teknolojiden devam ederek her türlü teknolojiyi kullandılar. Almanya’da tiyatrolarda müzikalleri oynuyoruz, ama seyirci azalması var diye önemli şuralar toplandı.
 
Yeniden insanı anlatan oyunlara geri döndüler ve Alman tiyatrosu kendi kulvarını buldu. Şimdi Türkiye böyle bir süreci geçiriyor. Örneğin; bugün yapılan parlak müzikaller tabii ki yapılacak ve salonları yerlerini bulacak. Seyirci beklentisine göre ya beğenecek ya da beğenmeyecek. Fakat gerçek tiyatro, teknolojiye esir olmadan devam edecektir.
 
Yeni oyunların haberlerini okuyoruz. Oyun konusunda bir artış olduğu görülüyor. İşin içerisinden birisi olarak yorumunuz ne olur?
 
Sevindirici. Geçen hafta sonu bir şey okudum; rakamsal olarak sadece İstanbul’da geçen cuma ve cumartesi günü 187 oyun perde açmış. Bu müthiş bir rakam, fakat tiyatro oyunlarının kendi türleri içinde seyircisinin algılarını belirlemesi lazım. Mesela ben bir seyirci olarak seçimimi yapabiliyor olmalıyım. Sıra dışı, stüdyoda oynanabilen farklı bir oyun seyretmek istiyorum.
 
Günümüzde ödemeli tiyatrolar ve şehir tiyatroları dışında repertuar tiyatrolarının sayısı çok azaldı. Bu benim üzüldüğüm bir konudur. Eski efsanedeki Kenterler, Gazanfer Özcan’lar yok.
 
Bunun sebebi sizce nedir?
 
Bu tiyatrolar kişilerle bilinen tiyatrolardı. Ben Kedi Sahne Sanatlarını kurarken anonim isim koymamın ana sebebi buydu. Orası bir star tiyatrosu değil. Yoksa dünyanın en kolay şeyi. Uzun süredir Haldun Dormen ile çalışıyorum. Bunu Haldun Dormen Tiyatrosu olarak lanse etmek çok kolay bir şey, ayrıca bundan onur duyarım. Ama başka arkadaşlarıma haksızlık etmiş olurum. Sadece onu seyretmeye geleceğiz derler. Biz Kenterler ile çalışırken bunu yaşadık. Yıldız hocanın, Müşfik hocanın olmadığı bir oyun yaparsınız, seyirci kaybedersiniz.
 
 
 
“Türkiye’de tiyatrolara gidilmiyor” diye bir algı oluşturanlar var. Oysa tiyatro salonları tıklım tıklım dolu. Sanat çok güzel bir şekilde yaşıyor. Bir tiyatro sanatçısı olarak bu konuda yorumunuz ne olur?
 
“TÜRKİYE’DE SANATA YER VERİLMEMESİ LAFLARI, SAFSATADIR”
 
Türkiye’de tiyatrolara gidiliyor. Sanata her yerde yer veriliyor. Bu lafların bir safsata olduğunu bilmeleri gerekir. Sanatçının hayatı, her konuda mücadele hâlindedir. Çünkü bir şeyi kabul ettirmeye çalışıyorsunuz. Onun her boyutuyla bir savaş verirsiniz. Bir bankacılık ya da memuriyet gibi rutin bir iş değildir ve olmaması da gerekir. Bu yüzden adrenalinin mesleğidir.
 
“SON 5-6 YILDA ÇOK GÜZEL SALONLAR YAPILDI”
 
Bizler İstanbul’da ve İstanbul dışında çok turne yapıyoruz. Son 5-6 yılda çok güzel salonlar yapıldı. Gittiğimiz yerlerde, ne imkânsız yerlerde, hiçbir teknik dolanımı olmayan yerlerde oynardık. Şimdi üniversiteler bazında Anadolu’nun çeşitli belediyeleri bazında çok mükemmel salonlar yapıldı. O salonların doluyor olması bize ayrıca zevk veriyor.
 
Haldun Dormen’in mesleğimizle ilgili çok güzel bir lafı var: “Sabah gözümü açtığım zaman o gün provam, oyunum ya da dersim yoksa kötü bir güne başlıyorum.” Hakikaten motive eden bir mesleğiniz varsa o zaman sabaha güzel uyanıyorsunuz; oyunum var, provam var, bugün şunu yapacağım diye. Seyircinin algısının altında da “tiyatroya gideceğim” duygusu vardır. İyi bir planlama yapmışsanız ve tiyatroya gideceksiniz sabah o keyifle kalkarsınız. Tiyatro insana iyi gelen bir şeydir.
 
Kedi Sahne Sanatlarının yeni oyunu “Anneme Artık Dur Lazım” hakkında detay verebilir misiniz? Seyircileri neler bekliyor?
 
Aslında bu oyun bir film uyarmasıdır. Daha önce “Annemin Şoförü” adıyla yapmıştık ama istediğimiz gibi oynayamadık. Şimdi fırsat bulduk, oyunun adını biraz değiştirdik. Dört kişilik bu oyunda bir anne ve kız çekişmesi yaşanıyor. Övgü eleştiri ilişkisi de var. Oyun, insanî duyguları hissettiriyor. Oyunun sürprizlerinden biri de, şoförün adı “Dur”. Bu iki anlama geliyor; “anneme şoför lazım”, “annemin artık durması, sakinleşmesi lazım”. Bunu eskiler “duygusal komedi” olarak derlerdi. Tam bir duygusal komedi, biraz da hüzün verecek tabi. Artık final provalarına başlıyoruz. 22 Mart’tan sonra çeşitli yerlerde oynanacak.