Sezai Karakoç’un ‘Hızırla Kırk Saat’i edebiyatımızın büyük şiirlerinden birisi. Hem derinlik hem de hacim bakımından bu 40 bölümlük 120 sayfalık büyük şiir, okuyanlarını yazıldığı 47 yıldan beri sarsıyor. Ancak son 8 aydır bir grup genci daha farklı bir şekilde sarıp sarmalıyor bu büyük şiir.
Üstad Sezai Karakoç, bu büyük şiiri, 1967 yılında Yenikapı sahilinde 40 gün boyunca ikindi vakti Yenikapı sahiline giderek yazmıştı. 47 yıl sonra sosyal medya vasıtası ile bir araya gelen bir grup genç bu derin, çok katmanlı şiirin her hafta bir bölümü okuyor, analiz ediyor, Hızırla besleniyor! Onlar şiiri okurken aralarına gelip geçenlerden katılanlar da oluyor, şaşkın bakışlarla ne olup bittiğini anlamaya çalışanlar da…
Şiiri birlikte okuma fikri ilk ODTÜ öğrencisi Fatma Suphiye Ünal’ın aklına gelir. Yazar Asım Gültekin ile istişaresi sonucu sosyal medyada duyurup şiiri açık havada, parkta okumaya karar verirler. 40 hafta sürecek bu etkinlikleri sona erdiğinde Hızırla Kırk Saat’i 40 saatte, ama aslında 40 haftada okumuş olacaklar.
Eylemlerin en güzeli
Grup, yerli düşünceye sahip gençliğin şimdiye kadar kendini ifade etme noktasında sanatsal yolları yeterince kullanmadığını düşünüyor. Müzik, sinema, tiyatro, şiir, öykü, roman, edebiyat, görsel sanatlar, mizah gibi alanlarda bu topraklara yabancı düşmeyen gençlerin kendilerini çok farklı ve zengin şekillerde ifade etmesi gerektiğini düşünüyorlar. Tüm yerli, milletine, değerlerine duyarlı gençlik yapılanmalarını sanata, edebiyata duyarlı özgür ve özgün aktiviteler düzenlemeye davet ediyorlar. Grubun ‘Hızırla Kırk Saat’ okumalarına pek çok yazar ve sanatçı da bizzat katılarak destek vermiş. Etkinliği geçen 7 hafta boyunca Marmaray’da düzenleyen grup yarından itibaren, son 7 hafta boyunca Üsküdar Marmaray Sahil-Yeni Valide Cami girişinde yapacak. Yarınki (15 Ocak 2014) şiirli yolculuk 15:30’da başlayacak.
Ne gibi tepkiler alıyorlar?
Onlar şiir okurken, çevredeki vatandaşlar genelde ‘Ne yapıyor bunlar’ şeklinde özetlenebilecek bir tepki veriyor, şaşkın bakışlarla biraz inceleyip ne yapıldığını anlamaya çalışıyor. “Hükümetin aleyhinde mi lehinde mi” bu etkinlik diye sık sık soruluyormuş. Onlar da ‘Hızır aleyhisselamı insanlara hatırlatmak için yapıyoruz bu etkinliği. Yanınızdan geçen kişinin Hızır olabileceğini hatırlatmak için yapıyoruz’ cevabı veriyor. Sezai Karakoç’u seven bilen kişiler ise etkinliğe şahit olduklarında çok seviniyor, mutlu oluyorlarmış. Alışılmadık bir etkinlik ama güzel diyorlarmış.
Üstadın haberi var mı?
Sezai Karakoç’u bilenler, tanıyanlardan “Üstadın haberi var mı bu işten? O ne dedi?” diye soranları da oluyormuş. Sezai Karakoç’a başta Cihan Aktaş olmak üzere bir çok kimse bu ilginç etkinliği heyecanla anlatmışlar. Üstad Sezai Karakoç şimdiye kadar yapsınlar veya yapmasınlar şeklinde bir yorumda bulunmamış. Grup ise durumu şöyle değerlendiriyor: “Bir şiir yayınlanana kadar şairinindir. Yayınlandıktan sonra milletindir, halkındır, okuyanınındır. Elbette istismar etmemek kaydıyla. Biz sadece bu büyük şiire tanıklık ediyoruz, şahitlik ediyoruz.” diyorlar.
Yolları nerelerden geçti?
İlkin 29 Haziran Cumartesi günü ikindi vakti Üsküdar’da İskeledeki parkta eyleme başlayan aktivist gençler parkın ismini Sezai Karakoç Parkı ilan etti ve 17 hafta boyunca Üsküdar İskelede Sezai Karakoç Parkında halkın ve basının yoğun ilgisi altında şiirlerini okudular. 18. Hafta Sirkeci Garında Türkiye Dergi Fuarında misafir idi Hızırla Kırk Saat şiirini okuyan gençler. Kışın açık havada, iskelede bu etkinliği sürdürmek oldukça riskli olacaktı. Üsküdar şubesinin Üstad Sezai Karakoç’un katılımıyla açılması ile havaların da soğuması üzerine Hızırla Kırk Saat şiir etkinliği 19. Haftadan 26. Haftaya kadar Üsküdar Yüce Diriliş Partisinde yapılmaya başlandı.
27. haftadan itibaren Cumartesi günleri ikindi vaktinin erken saatlere gelmesi ile 14.30’da okunmaya başlandı. 34. Haftadan itibaren de 15.30’da başlaması kararlaştırıldı.
Kimler katıldı?
Eyleme 8 ay boyunca birçok şair, yazar, kültür insanı da katılmış. Şimdiye kadar ortalama 15-30 gencin katıldığı eyleme başından beri 800 kadar insanın katıldığını ifade ediyor aktivistler.
Şairlerden Şakir Kurtulmuş, Nureddin Durman, Adem Turan, Mahmut Feyzi Erdal, Akif Kuruçay, Mehmet Aycı, Aykut Nasip Kelebek, Mızrap Güleç, yazarlardan Cihan Aktaş, Mahmut Balcı, Mustafa Özdamar, Muharrem Baykul, Murad Ayar, Yüksel Kanar, Sami Gül, Fatma Kebire G. Karaarslan; Ebubekir Kurban, Mustafa Nezihi Pesen, Rıfat Yörük; müzisyenlerden Taner Yüncüoğlu, Yusuf Goncagül, Hasan L. Ramazanoğlu, Ahmed Öztürk; tiyatrocu Ulvi Alacakaptan, Usame Varol, Samet C. Ünal; yönetmen Faysal Soysal, medyadan da Bünyamin Yılmaz, Ömer F. Pekuz, Adnan Karakaş, M. Kamil Gelgör ve İsmail Halis katılmış. Şimdiye kadar bu kırk bölümlük şiirden 2 kısım Fatma Suphiye Ünal ve Ahmet Öztürk tarafından bestelenmiş ve bu besteler etkinlikler esnasında icra edilmiş. Sanatçı Taner Yüncüoğlu, Hakan Aykut,İlhami Atmaca ve Yusuf Goncagül şiirden seçtikleri bölümleri bestelemek üzere çalışmalarını sürdürüyormuş.
Katılanlar neler düşünüyor?
İçe doğru bir eylem!
Betül Yılmaz
Bir eyleme katılmak ve onun destekçisi olmak benim için alınması zor bir karar. Daha önceleri parklarda arkadaşlarımla birçok kez şiir okumuştum, neden bu bir eylemdi? Bunu anlamlandırmak da benim için güç oldu. İlk şiir okumasına eylemi anlamak adına gittim ve sonra bir daha, bir daha, bir daha gittim. Eylemlerde sloganlar uçuşur, yumruğunu kaldırırsın, ses tellerini zorlarsın, hınçlısındır, üzgünsündür, derdin vardır, alacaklısındır birilerinden. Ama bir parkta yüksek sesle şiir okumak, seninle birlikte olanlarla şiiri gürleştirerek okumak eşsiz bir eylem. Sezai Karakoç'un ilmek ilmek dokuduğu, işlediği şiirlerini okurken her dizesinde içimde kopan bir şeyler oldu. Ben bazen şiirde kayboldum, sordum, acı duydum, göğe yükseldim, arşa yayıldım, yere indim, yerin daha da dibine indim, toprağa döküldüm, çoğaldım, olması zorunlu olan ikindi doğumu düşündüm, diri olmadığımı iliklerime kadar hissettim, dirilmek istedim, Hızır'ı çağırdım, kabuğu gördüm, çatlağı açtım, dirilmek için oradan bir kapı araladım. Evde de okuyabilirsiniz şiiri ama içinde aynı dizelerin devindiği arkadaşlarınızla birlikte bir şiiri defalarca okumak, yeri geldiğinde bilincinizi kırbaçlamak, yeri geldiğinde bilincinizde bir baharı çoğaltmak gibi. Belki parkın adı "Sezai Karakoç Parkı" olsun diye, belki insanlar eylem kelimesini yeniden anlamlandırsın diye oradaydık. "Neye karşısınız, ne istiyorsunuz?" diye sormuştu bir amca, diğeri "Sezai Karakoç kim?", bir başkası pankartlardaki dizeleri okuyup anlamlı bulmuş, öbürü aynı dizeyi okuyup öfkelenmekten kendisini alamamıştı. Bunlar, bunlar çok önemli, bir şeyi müslümanca yapmak, insanların zihninde soru işaretleri oluşturmak, kimisinin tebessümüne, kimisinin öfkesine vesile olmak çok önemli. Ben bir parkta şiir okumaya neden eylem dedik, bunu anlıyorum. İçimde oluşan hareket ve dışarıda değişen bakışlar bir parkta şiir okumayı eylem kılıyor. Her anında yeniden inşa olduğum bir yer Hızır'la Kırk Saat eylemi. Kendim olarak, ben olarak, ne yaptığımın, ne olduğunun bilincinde olarak, bir yerden patlayan duygularla değil de, Yenikapı sahlinde kırk ikindi ufka bakan Sezai Karakoç'u anlamaya çalışarak, inandıklarımı meydanın ortasına koyarak katıldım eylemlere. Eylem dışarı doğru bir tepkidir ben bu denli içime doğru bir eyleme katılmadım. Belki, belki en müstesna, en has olanı budur. Bir de Asım Abi var, eylemin dışında görünse de benim için ikinci eylem onu anlamaktı. Bir adam, bir parka, her cumartesi elinde pankartlarla geliyor, yüksek sesle şiir okumayı, marş okumayı çok seviyor. Eylem'de en çok lezzet duyduğum zamanlar onun bir dizenin arasına girip o dizenin kapılarını bize olağanca açtığı zamanlardı. Ben eylemin okumak kadar yaşamakla olduğunu onunla anlıyorum. Siz de gelin, sizin sesiniz bizi, bizim sesimiz sizi çoğaltırsa, belki aynı vurgunu yersek aynı şiirden tüm bu çağrılar Hızır'ı bulur.
Eylem ve ben
Zeynep Saylan
Üsküdar sahilinde başlayan bu hikayeye dahil olmak benim nasibimde olan bir şeydi. İstanbul'a yeni gelmiştim. Anadoluluk var üzerimizde. Bir garibim hasılı. Dostlar var tanıdık, sevdik haber verdiler eyleme gidiyoruz sende gel. Ne eylemi? Sezai Karakoç’tan Hızırla Kırk Saat şiir eylemi. Olur dedim. Sezai Karakoç ismi istikamet olduğu için tereddüt etmedim. Üsküdar sahilinde toplanmaya başladık. Afişler asıldı, halka oluştu çimenlerin üzerinde. Sanki arzın üzerine oturmuş şiirlerde ki mânânın iklimine dalmaya duruyoruz. Vapurlar insan taşıyor Avrupa’dan Asya’ya. Biz şiir okuyoruz hep bir ağızdan. Ümmet kardeşliği aynı satırlara ses oluyor. İnsanlar geçiyor umursamadan, insanlar geçiyor meraklı bakışlarla, insanlar geçmiyor durup dinliyor. Bu kim diyor? Böyle bir kaç soruya muhatap olduğumda içim acımadı değil... Zaman su gibi. Mustafa Özdamar geliyor, Nezihi Pesen Ağabey şiiri okuyor belki de Hızır geliyor kırk vaktin birinde. Sezai Karakoç’u görüyorum bir eylem sonrasında dağıldıktan sonra bin Hızır gibi dizinin dibi diyebileceğim bir yerden. İstanbul bereketiyle giriyor ömrüme. Kırk şiir, kırk fikir… şiiri çözmeye yeltenenler şairi anlamaya yeltenenler oluyoruz.. Sokakta, bir çatı altında, Yenikapı'da.. Küçük görünümlü büyük bir eylem. Herkes yanınızdan geçerken sesli sesli şiir mi okudunuz diyenlere "evet, sesli sesli tebliğ edildi şiire mânâ veren hakikat." sesli sesli ömrüme not düşemesem de unutmayacağım ilk eylemimdi bu belki de...
Şairleri anlamaya çalışmalıymış
Erol Pekdemir
Hızır'la Kırk Saat etkinliğinin bir programına katıldım. Katıldığım program galiba en uzunuydu, çünkü saat 17'den 22'ye kadar sürdü. Normali 1 saat civarı sürüyormuş. Bu programdan, Taner Yüncüoğlu'nun sosyal ağlardan birinde paylaşması vesilesiyle haberdar oldum. Etkinlikte amatör ve profesyonel olmak üzere müzikle ilgilenen değerli katılımcılar vardı. Bununla birlikte öğrenciler, kültür ve sanat aşıkları da azımsanmayacak derecede idi. Üsküdar sahilde bir parkta buluştuk. Deniz kenarında olması anlamlıydı, çünkü Üstad, Hızır'la Kırk Saati Yenikapı sahillerindeki kahvelerde yazmıştı. O günden sonra program Yenikapı taraflarında devam ettirilerek şairi anlamanın adımları sıklaştırıldı. Kısacası şairin ayak izleri takip edilmeye gayret gösterildi. Ben bu sürecin Üsküdar ayağında idim. Etkinliğin adına yakışır bir şekilde kırk kişi kadar parkta hasırlara oturarak şiirler okuduk. Parkın içi dövizlerle doluydu. En çok dikkatimi çeken çamaşır asılır gibi bir ipe asılmış olan ve Üstad'ın kaleme aldığı "Yenilgi yenilgi büyüyen bir zafer vardır" idi. Çünkü o günlerde Mısır'da askeri bir darbe yapılmış ve ülkede acımasızca müslüman kanı dökülüyordu. Yine o günlerde hemen dibimizde Suriye'de müslümanlar zulme karşı özgürlük savaşlarına devam ediyorlardı. Hakeza dünyanın diğer coğrafyalarında da bir varoluş mücadeleleri sürmekteydi. O gün okuduğumuz 10. bölümde olduğu gibi; "hepimiz kırk yaşlarında erkeklerdik başımızın içinde arı uğultusu yine de aydınlık ve keskinlik bir buyruğa kapılmıştık açıklanmamış güçlüydük sağlamdık polattık Çok ırmak aştık meşelerde hüthütler gördük kayalarda eskilerin alınyazıtları arada bir, bir atlı ilerliyor bir atlı geriliyordu yeni buyruklar sessizce veriliyordu sancaklar hızla dönüyordu üstümüzde kartalımız vardı eski kuşak olarak maymun ülkelerinden geçtik İnsan bölgelerini aştık melek surlarına yaklaştık" . . . Etkinliğe enstrümanlarıyla katılan gençler ezgilerini seslendirmeye başlayınca etraftaki kalabalığın bu etkinliği Mısır'a destek eylemi olarak algılamalarına sebep oldu. Oysa biz şiirden, ezgiden, sohbetten fazlasıyla istifade ediyorduk. Şiiri okurken hatalar yapanlar da oldu ama kimse utanmadı, sıkılmadı. Kimse de onları ayıplamadı. Biz bizeydik. Hepimiz ellerimizde şiir notları ile okuyan arkadaşları takip ediyor, yeri gelince katılım sağlıyorduk. Genelde şiir, özelde Sezai Karakoç bizi birleştirmişti. Ben de dahil olmak üzere katılanların bir kısmı okuduklarımızı anlamadık ama yine de anlamadığımıza üzülmedik. Şair bizim anlayacağımız dilde yazmayacağına göre biz şairi anlamaya çalışacağımızın farkına vardık. O etkinliğin bana en büyük katkısı bu oldu. Bunun dışında, genç müslüman yüreklerin parklarda şiirler okuyacak kadar birikime sahip olmalarını görmek gelecek günler adına ümit vericiydi. İyi ki o gün oradaymışım.
Yitik Cennet ile okunmalı dedirtti
Aykut Nasip Kelebek
Asım Gültekin’in ümmet için çalışmalarından biri: Hızırla Kırk Saat okumaları. Cumartesi gümü Marmaray’ın Yenikapı istasyonunda 32. Bölümün okuması yapıldı, ben de bulundum ve dedim ki içimden sık sık, Üstat Sezai Karakoç ne Marmaraylar dizayn etmiş şiirleriyle ruh dünyamıza, daha insanlığın sıradan toplu taşıma araçlarıyla yeni tanıştığı bir dönemde. On on beş kişilik bir ekiptik, Hızırla Kırk Saat okumasında, yolcular gelip geçiyordu, kimi merakla yanımıza geliyor, kimi anlamaya çalışır gözlerle bakıp kanaatimce pek de bir şey anlayamadan geçiyordu. Hızırla Kırk Saat’i okurken şunu derinden hissettim: Sezai Karakoç’un şiirleri, insanlığın imdadına koşmuş birer Hızır’dır. Öte yandan, Hızırla Kırk Saat okumaları vesilesiyle Hızırla Kırk Saat’in atmosferini, birkaç yıllık bir aradan sonra yeniden yaşadım. Arkadaşlarla gerçekleştirdiğimiz bu okuma sırasında, peygamberler tarihi şöyle gözümün önünden geçti, niçin, gençlere peygamber tarihi okumalarını Hızırla Kırk Saat ve düzyazıdaki ölümsüz eseri Yitik Cennet’ten başlamaları önermeyelim ki? Hem şiir hem peygamber ahlakı, toplumumuzun şekillenmesinde harikulade bir yenilik olur bu.
Hızırla Kırk Saat Şiir Eylemi
Fatih Yavuz
İlk duyduğumda değişik bir şeydir herhalde dedim. Orada insanların nasıl tavır takınacakları, ruh halleri, şiire karşı bakışları, şiirin dışarıya bıraktığı etki, beni eyleme doğru sürükleyen birkaç şey. Bu güne kadar bir çok eylemde bulundum çoğu nefret ettiğim kişilere, devletlere, kurumlara karşı. Bu benim için farklı bir eylem oldu.Aksiyonun sevdiğim yönleri sayıya bağlı değilde emeğe ve azime bağlı olması. Hayatta en çok değer verdiğim şeylerden bir tanesi birlik olup samimice bir tavır içerisinde olmak. Şiir yazmak, insanlara bunu okumak farklı şeyler. Şiirle hayatı okumak, hayatı şiire okumak ve insanlara duyurmak benim için muazzam. Sezai KARAKOÇ önemli değerlerimizden bir tanesi. Benim için önemli olan bir şey varsa değerler ölmeden kıymetlerinin bilinmesidir. Hızır’ın hayatımızdaki ve inancımızdaki yeri çok farklı. Bir otobüste, trende,metroda araç kaza yaptığında şu camı çekiçle kırın ve kurtulun yazıları gibi bir anlamı var Hızır’ın dünyada. Bu birlikteliğe çok fazla iştirak edemedim İstanbul’da olmamamdan dolayı, Fırsat buldukça ya da Hızır yetiştikçe diyelim orada var bulunmaya çalıştık. Son okuduğumuz şiirdeki mısra da kısmen bunu anlatı bana ‘’ Haber verin insanlara’’ … Eylemde bir kişinin okuması ve herkesin bir anda okuması çok hoşuma gitti. Eylemde bulunan arkadaşların kiminin çekinmesi, kiminin de ben okurum demesi kişiliklerinin yansımasıydı. Bir kere okuduktan sonra artık bende okurum diyebilmekte güzel bir his olması lazım. Bilmiyorum Hızır bu eyleme katıldı mı? Belki Üsküdar’da parkta şiiri okurken bir an yanımızda bulundu. Ama Hızır işte yapar fakat yapmamış gibi çeker gider. Şiri okurken en çok insanların bir an dikkat kesilip sonra kaybolup gitmesi beni çok keyiflendiriyor. Bazen bir şiir okuyup gidenleri de anlıyorum. Bizi görüp bunlar deli herhalde diyenleri Allah için çok seviyorum. Üstadın şiirlerini birkaç kez okuyunca belki bir şey anlamaz insan ama orada bir iki tane olayla bağlantı kurunca her şey daha güzel. Duygular hayatta nasıl şekillenir bilmiyorum. Şiirde nasıl şekillendiğini az çok fark ettim. Peygamberleri şiirle anmayı, Olayları şiirle hikayeleştirmeyi, Hayatta bulamadığım Hızır’ı şiirde bulmayı, Eylemin şiir boyutunu, eylemde şiir okurken bunun sesi güzel değil denmemesini, Şu mısrayı yanlış okudu diye horlanmamasını, Şiir okurken ilkokul çağındaki küçük kardeşimizin bazı kelimeleri zorlanarak okumasını herhalde unutmayacağım. İnşallah unutmam. Sevdiğim birkaç insanla bir arada olmak bir günümün diğer günümle benzememesi beni ziyanda olmaktan uzaklaştırıyor olsa gerek. İnşallah yapılan eylemin karşılığı verilir. Biz seferi gerçekleştirelim, tevekkül edelim, Zafer zaten Allah’tan gelecektir… Vesselam…
“Ne yapıyor bu değişikler”
Muhammed Bozbey
İlk duyduğumda pek bir yabancılamıştım. Ne yapacakmışız? “Şiir okuma eylemi.” Adsız Alkolikler Toplantısı gibi bir şey hayal ediyordum. Herkes sırayla söz alacak, kendini tanıtacak, “ben bir şiir müptelasıyım” diyecek, biz de “merhaba muhiddin, hoş geldin” diyeceğiz. Sesimizin çatallaşmasına aldırmadan tüm karizmatik tonlarda şiir okuyacağız, etraftan geçenlere sesimizi duyurma derdinde olmayacağız ila ahir… Tüm ritüellerden ve şiir okuma âyininden sonra sessizce dağılacağız ve hayatlarımıza devam edeceğiz. Yanılmışım oysaki. Sezai Karakoç’un “Hızırla Kırk Saat”ini ulu orta bir yerde zikir halkasındaymışcasına, gayet doğalmışcasına okumak sanki Musa’nın Şeriatı ile Hızır’ın İrfanının toplumsal hayattaki yansıması gibiydi. Etraftaki insanların sosyal şeriatına uymayan bir şeyler yapılıyordu burada. Bir takım insanlar, genci yaşlısı oturup şiir okudu. Ağaçlara afiş astı, “Sezai Karakoç Parkı” diye bir icat uydurdu. Bundan maada garip garip cümleler yazılıydı renkli kağıtlarda. Etraftaki insanlar garipseyen gözlerle baktı. Yapılan eylem kimsenin aklına “izinsiz gösteri” yapıldığını getirmemiştir muhakkak çünkü ne slogan vardı ne saldırı. Belli ki sıradışı bir eylemdi bu onlar açısından ya da eylem kâbilinden bir şey değildi. Nihayetinde kimseye zarar vermiyorduk, kimseye rahatsızlık vermiyorduk. İzleyicilerin akıllarındaki soru “Ne yapıyor bu değişikler?” olabilirdi. Halbuki Müslümanlar’ın en büyük güçlerinden biri olan şiirin başlı başına bir eylem olduğunu unutmuş Müslümanlar, şiirin kimi zaman insanı rahatlattığını kimi zaman rahatsız ettiğini unutmuşlar. Hızırla Kırk Saat okumalarının en güzel yanlarından biri insanlara bunu hatırlatması olabilir belki de. Okuyucular ise etraftakilere aldırmadan Karakoç’un şiirlerini hatırlattı Üsküdar’a; sözün ve eylemin birbiriyle ahengini, sözün ve eylemin bir oluşunu sergiledi “yanımdan tak kuran işçiler ve turistler geçti” diyerek. Kelimeleri, cümleleri, dizeleri, şiiri anlamaya çalıştık. Okudukça Sezai Karakoç’un dünyasına bir nebze daha yaklaşıyoruz. Eylemde son düzlüğe varırken İstanbul’dan yükselen bu sese kulak veren, bu sesi gürleştiren katılımcıların çoğalması hepimizi mutlu eder.
ŞİİR EYLEMSE…
Ebrar Betül Yelken
Güzel insanlarla yola, yolculuğa çıkma zamanı geldi dedi Asım Gültekin ağabey. YediHilaldeydik, çay sohbet, Rasim Özdenören okumalarıyla ilgili hasbihal işte. Derken Asım Ağabey, şiir okusak mesela ama parkta sokakta caddede, dileyen gelse, üstelik Sezai Karakoç’tan -Hızırla Kırk Saat... dedi.. Kelimeler Asım Ağabeyin dilinden döküldükçe heyecanım artıyor ve eminim farkında olmadan gülümsüyordum. Tabi, tabi gelirim. Her hafta cumartesi günleri. Yağmur çamur kar fark etmez 40 hafta 40 saat 40 şiir dedi, dedik.
İlk durağımız daha doğrusu yola çıkış durağımız Üsküdar iskelesiydi. Ardından Yüce Diriliş Partisinde, son olarak da Marmaray Yenikapı istasyonundayız. 40 kişi de oluruz bazen, bazen 10 kişi de.. Biz kim miyiz? Biz öğretmenler öğrenciler müzisyenler anneler ve bebekleri, çalışan çalışmayan, edebiyatseverler, sıradan entellektüeller, yoldan geçen meraklı bakışlar, evde oturmaktan canı sıkılmışlar ve Sezai Karakoç sevenleriz. Bizi birleştiren müstesna bir isimdir Sezai Karakoç. Yeni dostluklara kapı açıcı bir isim. Müslüman gençlere Hızır’ı, peygamberi, Meryem’i, imtihanı, arafı cenneti ve cehennemi, Bağdat’ı ve Hallac-ı Mansur’u, Şamı ve Muhyiddin’i, Ehramlar ülkesini Firavunu ve Musa’yı, Dicle kıyılarını, Mirac’ı, Burak’ı, Refref’i ve Kudüs’ü….. “ileri gidilmez ve geri dönülmez bir sevgi durağında” anlatan Diriliş müjdecisi Sezai Karakoç’la kendi içimize doğru yola çıktık. Hızır’ı tanıdık, bildik daha çok sevdik..
Yol bu ya, yeni yüzler tanıyor yeni muhabbetler tadıyoruz. Ve görüyoruz ki; şiir, eylemlerin en güzeli. Sessiz kalmadan ama avazımız çıktığı kadar da bağırmadan eylem yapıyoruz. Durup bir an düşünmeden, zamana meydan okurcasına koşup giden kalabalıklara bir anlık merak, düşünme ve duraklama sağlıyoruz. Aramıza sessizce gelip oturanlar da oluyor, burnunun dikine yürüyenler de. Anneler bebekleriyle geliyor, şiirimizin arasında çocuk sesleri vapur düdükleri, kalabalığı galebe etmiş kahkahalar oluyor. Ama biz küçük bir dünyayız işte, herkes işinde gücündeyken bizim işimiz gücümüz şiir. Yaşlarımız çok farklı, dedim ya anne ve bebeği, dede ve torunu, hele bir de Taner Yüncüoğlu’nun eyleme gelişi vardı ki, sesiyle şenlendirir coşturur kalplerimizi..
Fotoğraf karelerine sığamayacak bir muhabbetin gönül bağının içindeyiz. Yoldayız, yolcuyuz.
Allah daima –doğru- yolda olanlardan eylesin bizi…
Amin.
İlk kez katıldım
Mehmet Recep Türkoğlu
Ne zamandır sosyal medyada gördüğümbu etkinliğe ilk başta katılmak gibi bir düşüncem yoktu. Baktım sonradan güzel bir etkinliğe benziyor katılmaya karar verdim. Bunda Asım Gültekin beyle facebook üzerinden ufaktan diyaloglarımız da etkili oldu. Karar verdikten sonra da ilk fırsat bulduğum bugün etkinliğe katıldım. Etkinliğe giderken çok fikrim yoktu sadece Sezai Karakoç’un Hızırla Kırk Saat eserinin okunduğunu biliyordum ama tam detayını bilmiyordum. Niye Yenikapı, niye bu eser, acaba Hızır Baba da mı geliyor gibi sorular cevapsızdı. Bugün gittiğimde kafamdaki soruların hepsine cevabını Asım beyin açıklamasından sonra buldum. Asım beyin açıklamasına binaen öğrendiklerimi size de aktarayım:
Bundan yaklaşık neredeyse 50 yıl öncesine tekabül eden 1967 yılında bu mekanda (Yenikapı’da) ikindi vakitlerinde birer saatle kırk günde bu eser Sezai Karakoç tarafından yazılmıştır. Bir günde (yani bir saatte) bir şiir yazılmıştır. Yazılması 40 gün sürdğü için 40 şiirden oluşmaktadır. Bu eseri her hafta cumartesi günleri yine ikindi vakti bir saat boyunca bir şiirini okuyarak ve böylelikle oradan gelip geçen insanların dikkatlerini çekmekten daha ziyade bu şiiri, bu etkinlikle insanların gündemine sokmak ve “Her geceyi Kadir, her geleni Hızır bil” felsefesinin benimsetilmesi amaçlanmaktadır.
Bu haftaki etkinlikten biraz bahsedecek olursak bu hafta 33. şiir okundu. Asım Bey son şiirlerin biraz daha uzun ve yorucu olduğundan bahsetti. Ben ilk defa katıldığım için ve bu şiiri ilk defa okuduğum için benim açımdan pek birşey ifade etmese de genel olarak bazı bölümlerde vurgulanmak istenen mananın ne demek olduğu üzerinde duruldu. Tabi şunu da söylemeden geçmemek gerekir bunu yapmadan önce şiiri Asım bey kendisi okudu. Sonra birkaç kez hep bir ağızdan okuduk. Birkaç kişi daha okuduktan sonra Asım Bey bir kere de benden okumamı rica etti. Şiiri okurken hissettiğim şey daha önce de tekrar etmemizin sağladığı avantajla birlikte mısralar çok kopuk görünse bile şiirin manası gereği mısraları birbirine bağlarken hiç zorluk çekmedim. Bir de toplu okurken ve içimden okurken birçok kelimeyi hatalı okumama rağmen sesli okurken anlayarak okumaya çalıştım ve hiçbir kelimesini hatalı okumadım ve hiçbir yerinde takılmadım. Dediğim gibi mısraların bağlanmasında hiçbir zorluk çekmemem buna sabep olmuş olabilir.
Asım beyin konuştuğu mısralara değinecek olursam kendisi mesela neden Selamün Aleyküm değil de günaydın denildiğini sordu ve ekleyerek aslında günaydın demenin hiçbir sakıncasının olmadığını bunun daha çok cumhuriyet tarihinden sonra Ezanın türkçeleştirmesinden dolayı insanımızda oluşan dini kavramların türkçeye çevrilmesine karşı oluşan tepkinin ürünü olduğunu söyledi. Aynı şekilde Tanrı kelimesinin de Osmanlı döneminde kullanılmasında hiçbir zaman sakınca görülmemiş insanların aklına en ufak bir tepki koymak gelmemiştir.
Bir de bentlerden birisindeki Nur dağındaki madenin ne manaya geldiğini sordu ve cevaben Nur dağına inen vahyin kastedildiğini söyledi. Öncelikle bendi paylaşacak olursam:
Ağır madenini duydular
Atlar
Nur dağı’nın
Yeleleri gelişti yönünde
İlerdeki savaşların
Develerse köpük saçıyorlardı ağızlarından
Yüksek bir bilgi sarhoşluğundan
Düğünlerde
Ben bu bendi kafamda şöyle bir yorumlayayım. Yanlışım varsa düzeltin
Nur dağına inen ağır madenden kasıt Asım beyin de dediği gibi olsa olsa Nur dağında peygamberimize inen vahiydir. Yeleleri gelişen atlar deyince de peygamberimizn etrafında olan sahabeler ve ona gönül verenler aklıma geldi. Yeleleri gelişti ilerdeki savaşlardan kasıt ta bu vahyin sonucundaki mücadelelere karşı yine aynı güruhun ileride vermeleri gereken mücadelelere karşı daha donanımlı hale gelmeleri. Develer tabirinden de ben inanmayan küffarın kastedildiğini düşünüyorum. Bu gelen vahyin ağır maneviyatından dolayı ezilip bunu sindiremeyip ağzından köpük saçanlar da herhalde onlardır.
Bu hafta okunan 33. şiirin genel olarak bende oluşturduğu his ise şöyle oldu. Yani şiirin öyle bir akışı var ki sanki Hızır (a.s.) bütün insanlık alemini gezip gelmiş, gördüklerinden nasıl ki şimdi filmlerden kırpıp fragman yapıp bize sunuyorlar o da aynı şekilde gördüklerinden bazı enstanteleri görsel olarak değil kelimelerle aktarmış ya da kimbilir görüntülü olarak aktarmış ve yazar bunu kelimelere bu şekilde dökmüş. Mısralara bir ara kendimi kaptırdım ve bende şöyle bir his oluştu. Sanki uçan bir halıya binmişim ve dünya üzerinde tur atıyorum ve böyle değişik değişik şeylere şahit oluyorum.
Etkinliğin bir başka boyutu ise oradan gelip geçenler ve bizi seyredenlerdi. Asılı olan afişler olmasa esasında bizim ne okuduğumuzu ne yaptığımızı anlamaları çok zor. Afişler bu konuda önemli. Zaten önemli olan da şiiri insanların gündemine sokmak.
Neyse ben de bir şiir okudum yazım şiirden uzun sürdü . Bundan sonra kalan etkinliklere elimden geldiğince gitmeye çalışacağım inşallah. Yine elimden geldiğince gözlemlerimi buradan aktarmaya çalışırım. Bir sonraki hafta da bu şiirin neden bu kadar önemli olduğunu, neden insanların gündemine getirmeye çalıştığımızın sebeplerini öğrenip buradan paylaşmaya çalışacağım.
Köşe yazarları ne yazdı
Parkta Sezai Karakoç okumak
Cihan Aktaş
"...öbürleri suçsuzdu
çiçeğe yeni durmuşlardı
suçlu bendim
geç kalmıştım..."
Hızırla Kırk Saat'in "Rapor" bölümünden
27 Temmuz Cumartesi günü öğleden sonra Üsküdar'da, Beşiktaş İskelesi karşısında yer alan Gezi Parkı'nda Asım Gültekin tarafından yönetilen "Hızırla Kırk Saat" okumalarına katıldım. Esnek bir katılımcı grup tarafından beş haftadır sürdürülüyordu toplantı ve her seferinde uzun şiirin bir bölümü okunuyordu. Şiirden parçalar kartonlara yazılı halde ipe dizilerek ağaçtan ağaca asılıyordu. Ben toplantı parkının her hafta değişmesini ve daha sık ağaç bulunan büyük bir parkta geleneksel anlatılarda olduğu gibi her bir kartonun bir ağaca asılmasını önerdim, ama grup haklı olarak sonuna kadar aynı parkta kalma konusunda kararlı. Süreklilik katılımı ve dikkati artırıyor. Grup parkın yol kenarına en yakın noktasında çimenlere oturarak sürdürüyor okumayı. Yoldan geçenler sorular soruyor, bazıları okuyucu halkasına dahil oluyor.
Biz şehri inşa ederiz, şehir de bizi. Çoğu kez çevremiz elimizde olmayan bir değişimle yabancılaşıyor. "Kaçak Yolcu" sitesi, "Bu toprakların şairleri ve yazarları olarak biz nerede hata yaptık?" diye soruyor. Ufuklar "milyonluk manzara"larla kapalı. Çevreye kitabı hatırlatmak çok sade ve etkili bir eylem.
Leyla Erbil vefat ettiğinde, sadık okurları şehrin çeşitli parklarındaki kanapelere kitaplarını bıraktılar. Park ve kitap, modern kent tasavvurunun olmazsa olmaz unsurları. Toplu taşıma araçlarında, parklarda, bekleme salonlarında kitap okumaya eğitilmesi sürer "yurttaş"ın. Gelgelelim insanımız okumuyor, telefon ekranında Angry Birds oynamayı, facebook'a fotoğraf eklemeyi yeğliyor. 'Yurttaş' ise, Wallerstein'ın deyişiyle, son derece değer atfedilen bir konumu gösteriyor, bu nedenle de kişinin başkalarıyla paylaşmayı pek de istemediği konumun bunalımlarıyla yüzleşiyor.
Park, şehir içinde tabiatı hatırlatan yapıntı yeşil alan, bir bakıma şehri değil "kent"i tamamlayan, fazlasıyla müdahale edilmiş orman. Bu plastik ormanı eleştirsek de ona ihtiyacımız var. Şehir içinde bulunan hatta şehri kuşatan orman alanları büyük projelerle yaralanıyor, dağılıyor, azalıyor. Buna karşılık park alanları hiç yeterli sayılmaz. 50. Yıl Ormanı Ramazan boyunca olduğu gibi tıklım tıklım değil. Yılın diğer aylarında hemen her gün uğradığım ormanda kitap okuyucusuna nadiren rastlıyorum. Asım Gültekin ve grubu bu ormana da uğrar belki.
Kitap ile tabiatı buluşturmanın dilin zenginleşmesi ve toplumsal ortaklaşmanın güçlenmesine sunacağı katkıyı sıklıkla dile getiriyorum. Hızırla Kırk Saat şiir okuma programı, parkın şehirli için neler ifade ettiği üzerine yeniden düşünmeme vesile oldu.
Çocukluğum elma bahçelerinde kitap okuyarak geçti. Kitap okumayı tabiatla, tabiatı sevmeyi de kitabın yardımıyla öğrendiğimi söyleyebilirim. Bu nedenle, yaşadığım şehirde azalan, yok olan her bahçe, her bostan, kültürel bir imha olarak da görünüyor bana. Misal, 30 yıldır betonlaşma tehlikesine karşı direnen Kuzguncuk Bostanı. Eski adı İlia'nın Bostanı olan, 700 yıllık geçmişe sahip ve 17 dönümlük bir alanı kapsayan bostan, sit alanı olarak belirlendiği halde 1986'dan bu yana izinsiz inşa faaliyetlerinin hedefi durumunda. Engellenen projelerden biri, 1992'de Türkiye Organ ve Yanık Tedavisi Vakfı tarafından tasarlanan hastaneydi. İzinsiz okul inşaatına karşı Şehir Plancıları Odası'nın açtığı, semtlerini korumak isteyen insanların kurduğu Kuzguncuklular Derneği'nin ve Mimarlar Odası'nın da müdahil olduğu dava kazanıldı; idari mahkeme yürütmeyi durdurdu. 2011 yılında Vakıflar Müdürlüğü özel okul projesini imar Müdürlüğü'ne gönderdi. Yine bir hukuki başarı gerçekleşti ve 6. Koruma Kurulu projeye onay vermedi. Proje şimdi Çevre ve Şehircilik Bakanlığı bünyesindeki Tabiatı Koruma Komisyonu'nda ve tarihi bostan, hakkında çıkacak kararı bekliyor.
Bostan arazisi için hazırlanan projelerin eğitime yoğunlaşması, sit alanına dönük imar amacını meşru gösterebilir. Oysa eğitim sadece okulla gerçekleşmez. Açık alan, kadim bir bostan kendiliğinden bir okul, bir derslik. Öğrenciler oraya her zaman gelebilir. Şehir içinde sayısız okul var, bunlardan bazıları geniş bahçeler içinde kurulmuş. Ancak uzun ömürlü bir bostan, korunması gereken nadide bir varlık haline geldi.
*** * ***
Denetlenebilir, hatta taşınma iddiasıyla projeler tarafından göz ardı edilebilir ağaç kültürü karşısında (bahçe ve) bostan, "özgür" yeşili temsil ediyor, Deleuze ve Guattari'nin "Bin Yayla"sında. Rizom ya da köksap, çatallanabilen ve herhangi bir noktada yeni filiz verebilen bir bitkisel yapı. Düşünürler rizomu her şeyin merkezi bir gövdeden yayıldığı ağacımsı yapının karşıtı olarak kullanıyorlar. Ağacın gövdesi ve dalları doğrusal mantığı ve hiyerarşik düzen ağını, toprağın altındaki kısmı olarak rizom ise mümkünü ve otonomluğu temsil ediyor. "Göçebebilim" düşünürlerine göre ağacımsı yapı merkezi iktidar imgesi hatta bir merkezileşme modeli olarak görünür. Tabiat sevgisini –ormandan bağımsız- ağaç üzerinden ifade eden günümüz kent insanı açısından şaşırtıcı bir yorumdur bu. Modern kentte çimlerle birlikte tabiatı hatırlatan, kenti bir beton uygulaması olmaktan kurtaran ağaca yönelik bu bakış, Batı'nın ekilecek arazi açılması adına ormansızlaştırma kültürüne temelden bir eleştiriyle açıklık kazanır. Ormanların kesilmesiyle açılan araziler tarlalaştırılır, ağacımsı türleri temel alan yetiştiriciliğin ürettiği tohumlu bitkilerle doldurulur.
Doğu (özellikle Okyanusya) ise orman ve tarla yerine yumru köklere dayalı bozkır ve bahçeyle (bazen de çöl ve vahayla) ilişki kuragelmiştir. Rizom (köksap) kaynaklı bitki örtüsü özgürlükçü toplum idealine yatkınlığı yansıtır Deleuze-Guattari yorumunda, buna karşılık ağacımsı türleri temel alan yetiştiricilik bir denetim ağını, katılığı, tabakalaştırmayı öne sürer. Batı rizomu ya da otu yitirmiştir, buna karşılık botanikten anatomiye, teoloji ve felsefeye kadar ağaç Batı gerçekliği ve düşüncesine hakimdir. Kaskatılık bedenleri de etkiler. "Batı'da ağaç kendisini bedenlerimizin içine dikmiştir" diye yazıyor Deleuze-Guattari, ağaçseverleri şaşırtacak bir suçlama diliyle. Bu dilde eleştiriye maruz kalan, tabiatın dengesini karıştıran müdahalenin plastik ağacıdır. *
Modern kent etrafındaki ormanları ehilleşme adına düzleştirirken park düzenlemeleriyle vahşi sayılanı denetim altında tutacak şekilde çerçeveye alıyor. Burada yardıma koşacak olan da bana kalırsa duadır, şiirdir, söyleşen insanların oluşturduğu halkalardır.
Bakü ve Tahran yıllarında hemen her gün bir parkta gelip geçerken hiç olmazsa on beş dakika oyalanırdım. "Yaralı Kürşad", "Parkta Bir Sabah Erkenden", "Dünyanın Öteki Ucunda Annem" gibi öykülerim, "Komşu sıradaki kötülük" gibi denemelerim parklarda yazıldı. "Dört Mevsim Park" ismini taşıyan, Tahran yıllarında sürekli gittiğim Pervaz Parkı'na ilişkin izlenimlerimden oluşan –henüz yayına hazırlamadığım- kitabımın temelleri de öğleden sonra sıcaklarında uğramadan edemediğim park gezintilerinde atıldı. Gezi Parkı'nın imara açılması konusundaki başlangıç hassasiyetlerini, parklarda geçirdiğim saatlerin hatırına da anlamaya çalıştım. Şehre sıkıştırılan insana kalabalık caddeler ve meydanlar unutulmaz bir şeyler söyler muhakkak ki teselli mahiyetinde, ancak bağların bahçelerin ve bostanların yerini tutmaya çalışan parklar kültürle tabiatı buluşturmanın güvenini ve umudunu yaşatırlar gelene geçene, buluşana tanışana.
Türkiye park toplantılarına alışmalı ve parklar bu toplanmalara imkân tanıyacak şekilde tasarlanmalı. Şehirleşmenin gelişerek sürmesi nitelikli park alanlarına verilecek öneme de bağlı. Parklar, toprağın ve ağacın gerilim yükünü azalttığı toplu karşılaşma alanları. Emekliler, yaşlılar, düz duvara tırmanan küçük çocukları olan anneler ve hamile kadınlar, yolcular, evsizler için park olabildiğince müsait köşeler sunuyor. Çocuklar kuşları, böcekleri, ağaçları ve belki yaşlı insanları parklarda görüyor tanıyor. Bir şehrin yabancısı için parklar ve camiler sığınma alanlarıdır. Geniş park bir köşesine yapılacak küçük, şirin bir mescitle ziyaretçisine zaman kazandırabilir.
Gezi Parkı eylemleri sıradan şehirlinin dikkatinin parklara çevrilmesinde bir rol oynadı. "Park", hele ki "Gezi Parkı" denildiğinde Taksim Gezi Parkı eylemlerinin hatırlandığı bir dönemde, Üsküdar Gezi Parkı'nda gerçekleştirilen Hızırla Kırk Saat toplantıları dikkatleri bir parkın kolaylıkla göz ardı edilemeyecek birikimlerine çevirmeye katkı sağlıyor.
"...öbürleri suçsuzdu/ çiçeğe yeni durmuşlardı/ suçlu bendim/ geç kalmıştım..." Gün, saat, yer aslında belirsiz ama kalabalıklara açık olmak gerek. "Hızır" caddeden geçen kalabalıklar arasında olabilir, caddeden geçen bir yolcu halkaya katılabilir. Üsküdar Gezi Parkı'nın caddeye yakın kenarında çimlere halka şeklinde oturduk ve Hızırla Kırk Saat mısralarını sırayla okumaya başladık. Biraz önce Asım Gültekin bir ağaca tırmandı ve şiir mısrası yazılı kartonun bağlı olduğu ipi ağaca bağladı. Biraz sonra bir çekime yetişmek için yoldan bir aceleyle geçen Ebubekir Kurban halkaya katıldı, ayakta şiir okudu. Taha'nın Kitabı'nın yarısını ezbere bilen Mızrap Güleç de ayakta sürdürdü şiir okumayı. Yanı başımdaki katılımcılar, Dilara Kara ve Nurefşan Tanrıver Eyüp'ten gelmişlerdi, Aysel Çolak da Üsküdar içinden. 1980'lerde, Ahmediye'de bir mimarlık bürosunda çalıştığım, öğle ve ikindi namazlarını bir aceleyle Kara Davut Paşa Camii'nde kılıp masa başına döndüğüm aylarda ancak hayal edebilirdim böyle bir buluşmayı: Başörtüsü kendi kamusunu kurmaya devam ediyor, şiir yapay cennet ortamını büyüsüyle kuşatıyor. Haberli gelen şiir dostu, yoldan geçerken duraklayan kişinin sorularına tercüman oluyor.
İskele Meydanı'nda kaybolmuş gibi duran park şiir mısralarıyla ziyaretçilerine şunları söylemeye çalışıyor: Her gün önünden geçtiğiniz park unuttuğunuz türde bir buluşmanın adresi, öylesine yoldan geçen kişi Hızır olabilir. Şiiri oku, komşunu tanı, onu hanene buyur et. Gerçekten de öyle, biz şehri inşa ediyoruz, şehir de bizi.
*Andrew Ballantyne, Mimarlar için Deleuze ve Guattari, YEM (Yapı-Endüstri Merkezi) Yayınları, 2012.
Adnan Karakaş
Üsküdar’da Beşiktaş İskelesi’nin çaprazında, çiçek satıcısı ablaları geçtikten hemen sonra karşınıza çıkan parka Sezai Karakoç adı verildi. Resmi olarak, kâğıt üzerinde böyle bir adlandırma yok. Parkı bu isimle bilmek isteyen hatırı sayılır gencin önce gönüllerinden geçirdikleri, sonra da parka verdikleri isim, Sezai Karakoç. Öylesine, gelişigüzel konulan bir isim de değil. Adlandırmayla birlikte her Cumartesi saat 17.00’da parkta Sezai Karakoç ismine yakışır bir etkinlik gerçekleştiriliyor. Geçen Cumartesi Sezai Karakoç Parkı’nda gerçekleştirilen 4. etkinliğe ailecek katıldık.
Size katıldığımız bu etkinliğin ayrıntılarını anlatmak istiyorum. Üsküdar’da, Sezai Karakoç Parkı’nda ne kadar güzel bir etkinliğin gerçekleştirildiğine siz karar verin.
Asım Gültekin’in facebook sayfasında şu notu okudum: “(...) her cumartesi 1 saat Hızırla konuşma duası ile ümidi ile şiir okuyoruz Üsküdarda iskelede Sezai Karakoç Parkında!!! Belki de gelenlerden geçenlerden birisi olur Hızır.. Belki de çağırırız çağırırız, gelmezsin; Hızır’sındır ama gelmiyorsundur!!! Zorla değil ki a cânım!”
Asım Abinin çağrısına kulak verip Üsküdar’ın yolunu tuttuk. Hızırla Kırk Saat’ten şiirler okumak için. Tarif edilen parka vardığımızda saat beşe geliyordu. Ama ortalıkta kimseler yoktu. Herhalde ilerideki parkların biridir düşüncesiyle sahildeki parkları bir bir dolaştık. Kimseleri bulamadık. Geri döndük. Az ileride Asım Abi ve beraberindeki gençler hazırlık yapıyordu. Parkın ortasına “Sezai Karakoç Parkı” yazılı tabela dikilmişti. Bazı dostlar da pankartları düzenlemekle meşgullerdi. Selam verip çalışan arkadaşlara yardım ettik.
Hızırla Kırk Saat’ten mısraların yer aldığı pankartlar ağaçların arasını süslüyordu. Birbirinden güzel pankartlar. Pankartların birinde “Ben kötülere iyilik saçarım/Bu ceza olur”, diğerinde “Namazda yürüyoruz ışıldayan meşalelerle/oruçta aydınlığız isa'yla meryem'le”, bir diğerinde “Kurandı tek avunuş/ tek umut/ tek düşünce”… Onlarca güzel pankart.
Hazırlıklar tamamlandıktan sonra Asım Abi “Hızırla Kırk Saat”in 4. bölümünü katılımcılara dağıttı. Benim gibi şiiri almak istemeyenler de oldu. Malum, şiir okumak zor iş. Herkesin harcı değil. Haddim değil diyerek ben de başta almadım. Ama şiir okunmaya başladıktan sonra Asım Abiden bir kopyasını istemeden edemdim. Bir saat süren etkinliğin sonuna doğru şiiri okumayan ve okutmayan neredeyse kimse kalmadı…
İsteyen şiiri baştan sona okudu. İsteyen katılımcılara mısra mısra okuttu. İsteyen önce şiiri baştan sona okuyup, sonra da katılımcılara okuttu. Yorulduğumuzda, dilimiz damağımız kuruduğunda Sezai Karakoç’un farklı şiirlerini ezber okuyan arkadaşları dinleyerek dinlendik. Onlarca kez okuduktan sonra etkinliğin sonuna doğru şiiri ezberlemiş olduk.
Gelip geçenler bu güzel etkinlik karşısında durup bir süre seyretmeden geçemedi. Koşar adım yürüyenler bile şöyle bir durup bakma ihtiyacı hissetti. İstisnasız ilgili ilgisiz herkes durup seyretti, şiirleri dinledi. Tabelaya, pankartlara göz gezdirdi. Muhtemelen böylesi bir eylem biçimine, etkinliğe ilk kez şahit oluyorlardı.
***
Bu güzel, müstesna etkinliği hiçbir eylemle kıyaslamak istemem. Hele Gezi’yle asla. Ama şuna dikkat çekmeden geçemeyeceğim. Gürültülü, patırtılı, vurdulu kırdılı Gezi eyleminin espritüel, naif tarafına dikkat çekmek için kırk dereden su getiren İslamcı abilerin Sezai Karakoç Parkı’nda “Hızırla Kırk Saat” etkinliğini görmeyişlerini -en hafif tabirle- manidar buluyorum.
***
Son söz yerine geçsin: Üsküdar’da Sezai Karakoç Parkı’nda Hızırla Bir Saat etkinliğine katılmanızı öneririm. Asım Abinin deyişiyle belki de Hızır sensindir.
Genç Dergisi Eylül 2013 sayısı
Bi sakin ol, eylem yapıcaz!
Asım Gültekin
Aranızda eylem kelimesini sevmeyen arkadaşlar olabilir, başka bir söyleyişler eylem tilciğini sevmeyenler olabilir diyeyim. Bu fiilin “eylemek”ten “eylem”e gelişi bir hayli eğlendirse de birilerini beni hayli hüzünlendirir aslını sorarsanız. Genç Dergisinde –Düzeltici kardeş, Genç Dergi değil, Genç Dergisi, doğrudur; düzelti yanlışı yok!- Kökten Dilci bölümünü yazmış bir kardeşiniz olarak derdim eylem kelimesine takılıp kalmak değil. Etimolojik Bostan ve Yunus Emre Divanı okumalarımıza katılanlar bir kelimeye nasıl takılıp kaldığımızı görmüşlerdir ama burada öyle yapacak değiliz. Şimdi sizlere eylemek kelimesiyle bahsi açmaya kalkışmamın bir sebebi var. Maksadım çeşitli ortam ve mekanlarda eylediğim şeyleri sizlere reklam etmek değil. Maksadım bu eylemekliklerimden bazılarını nasıl da sakin gerçekleştirdiğimizi sizlerle paylaşmak istiyorum.
Eylem deyince bir kısım kızgın öfkeli adamlar beliriyor gözümüzün önünde. Bir şeylere kızmışlar ve tepkilerini ortaya koyuyorlar. Kızgınlar, bağırıyorlar. Eylemlere hiç katılmayan biri için pek de cazip görünmüyorlar. Ben çokça eyleme katılmış birisiyim. Eylemlere katılanları “ucuz mücahit” olarak görmüyorum. Her eyleme katılanın ille de Amerika aleyhine slogan atıp ardından kola içtiğini söyleyen tipler vardır. Onların girdiği o zan günahına giren olmadım. Bin kişi arasında 30-40 kişi böyle yapıyor diye tüm eylemlere katılanları böyle yaftalayıp harcamayı Müslüman ahlakına hiç uygun bulmuyorum. Kardeşim, madem katılmadın, katılamadın bari bir de üzerine laf söyleme, bari sus! Susmanın da erdem olduğu zamanlar vardır, bunu öğren artık!
Evet, eylemlere katılıyorum ama zannetmeyin ki eylemlerdeki her söze her davranışa katılıyorum! Katılmadığım o kadar çok slogan oluyor ki… Eylemdekiler İslami Hareket engellenemez diye bağırıyor, ben bu slogana minik ama önemli bir ek değişikliği ile katılıyorum: “İslamcı Hareket engellenemez!”
Onlar “Savaşa hayır!” diye bağırıyor, ben ise “Cihad dışında tüm savaşlara hayır!” diye bağırırken buluyorum kendimi!
Sosyal medyacılığın alıp başını gittiği bir dönemde klavye mücahitleri bu kadar çoğalmışken internetinin başından ayrılıp eyleme gelen insanlara laflar etmek, onları beğenmemek bana ayıp görünüyor.
Ama şunu da söylemeliyim: Tamamen sloganlara teslim olmuş eylemler beni rahatsız edebiliyor kimi zaman. Parti mitinglerini oldum olası sevmem. Parti mitinglerinde kalabalıklar yığınlaşır adeta. Bir özne olarak pek de kıymetleri yok gibidir, yüzbinlerle sayılıverirler.
Ben eylemlerimizin ilimle, sanatla evlenmesi gerektiğini düşünüyorum.
Ben eylemlerimizin pek de kalabalık olması gerektiğini düşünmüyorum. Artık özellikli eylemler yapmamız gerektiğini düşünüyorum.
Ağustos'un son haftası memleketim Amasya'da'nın küçük ilçesi Taşova'da idim. Geldiğim gibi yarım günde bir eylem organize ettim. 10 bin nüfuslu ilçenin meydanına altı yedi hasırı serdik ve bir kaç Sezai Karakoç şiiri okuyup marş söyledikten sonra Şehid Hasan el Benna'nın Risaleler isimli muhteşem eserinden bir ders yaptık.
Bilenler bilir, on haftayı aşkın bir süredir Üsküdar İskele'de parkta bir şiir eylemi yapıyorum. Üstad Sezai Karakoç'un Hızırla Kırk Saat isimli eserini okuyoruz gençlerle. Kırk bölümlük bu muhteşem şiiri 40 hafta boyunca okuyacağız inşallah.
Size daha onlarca sakin ama daha kalıcı eylemler önerebilirim.
Yeter ki siz de eylemde olun ve tekdüze olmayın!