1 Mayıs 2024 Çarşamba / 23 Sevval 1445

Huzursuz ruh

Gitmiş olsa da her inanan kişiye miras bıraktı huzursuzluğunu. Huzursuzluğun ise sadece bu dünyada taşınabilecek olması ve göç zamanı geldiğinde başkalarına emanet edilebilecek olması sevindiricidir.

NAİME ERKOVAN2 Aralık 2022 Cuma 15:18 - Güncelleme:
Huzursuz ruh

İsmini andığımda pek az insan belki de bu kadar zengin görüntüyle çıkagelir. Gecenin karanlığı altında cesurca uzanan kaldırımları arşınlayan ayak sesleridir o her şeyden önce benim için. Yabancı topraklarda pusulasının ayarı şaşsa da bir şair olduğunu hatırlayıp varoluşunu bu soğuk taşlarla kendisine hatırlatmasını bilen bir kahramandır. O kadar samimi bir şekilde sırlamıştır ki mısralarını, kaldırım kelimesini duyunca aklımızda yalnızca onun dizeleri canlanır: "Kaldırımlar, ısdırap çekenlerin annesi, / Kaldırımlar, içimde yaşamış bir insandır. / Kaldırımlar, duyulur ses kesilince sesi, / Kaldırımlar, içimde uzayan bir lisandır."

Necip Fazıl'ın adı, ayrı ayrı birçok hikâyenin tohumudur. Boynundaki fuları, sırtındaki robdöşambrı, parmağındaki taşlı yüzüğü, her daim taranmış saçları, yüzündeki uzuvların varlığını gölgede bırakmayacak kadar ince ve düşünceli bıyığı, elinde tüten sigarası ve gözlerindeki zekâ parıltısı... Sadece bunlarla bile sayısız hikâye anlatır durmaksızın bize.

Onun gözlerine bakınca kendi hatıralarından biri canlanır. O ve Ben'de çocukluğuna dair bir anısını aktarırken küçük yaşta ölen kardeşinin bir görüntüsü ilişir anlatımın kenarına. Elinde ısırılmış meyvesiyle oyun oynayan çocukları duvar dibinden izleyen o melek büyür zihnimde. Bütün yarım hikâyelerin, yaşanamadan ölen aşkların, ansızın gelen vedaların ve çokça hüznün hikâyesidir o küçük çocuk. Üstelik sadece benim için değil; belli ki ağabeyi Necip Fazıl için de öyledir.

Onun adı aynı zamanda rüyalara inanmış bir adamın çağrışımıdır. Bir ipucu, bir işaret arar durur bu mistik boyutta. Gördüklerinin yansımalarına şiirlerinde rastlamak mümkünken gerçek hayata kim bilir ne kadar büyük bir akisle düşmüşlerdir. Özellikle "kustum öz ağzımdan kafatasımı" mısrasının bir rüya rüzgârıyla yazıldığına, O ve Ben'de şahit oluruz.

Benim için o ayrıca en özel siyer kitabının yazarıdır. Çöle İnen Nur, yeryüzündeki bütün iyi siyer kitaplarıyla yarışacak ve bana göre açık ara farkla hepsinden çok daha önce varacaktır bitiş çizgisine. Bir şairin gözüdür belki de ona bu anlatım gücünü veren ama bence kalbindeki o sarsılmaz Peygamber sevgisidir kendisine yepyeni bir dil hediye eden. Hz. Muhammed (sav) ve yol arkadaşları, öyle bir ışığın altında anlatılır ki onları hayat boyu ne unutmak mümkündür ne de yakın hissetmemek.

Necip Fazıl'ın hayatı ibretlerle doludur. Uzun ve dopdolu ömründe çeşitli fırtınalara yakalanmış olsa da kıyıyı hiçbir zaman kaybetmedi. Son yıllarını kâh özgür bir adam kâh bir mahpus olarak geçirirken bile özgür ruhu o kadar yüceydi ki bedeni hapishaneye mahkûm edilse bile o hep özgürdü. Bakan göz içindi bu tutuklu hâli ancak gören göz bilirdi onun eşsiz ruhunu.

Huzursuz bir ruh barınıyordu bedeninde. Zekâ ve imandan uzak olan her durumda, her olayda şaha kalkardı o ruh. Hiç kimseden çekinmemesi, sözünü esirgememesi belki onun yansımasıydı. Cesaretinin bir sebebi daha vardı bana göre. Hak yolunu gerçek manada bulana kadar yaşadığı sıkıntılı yılları telafi etmek için belki de İslam davası söz konusu olduğunda gözü karaydı. Korkacak ve bekleyecek zamanı yoktu; affettirilmesi gereken yılların gölgeleri vardı. Yeri geldi bu uğurda kendisiyle çatıştı, yeri geldi dünyayla. Çünkü gitmeden yoluna koyması gerektiğini düşündüğü bir davanın dalgaları çarpıp durdu o huzursuz ruhuna. Gitmiş olsa da her inanan kişiye miras bıraktı huzursuzluğunu. Huzursuzluğunun sadece bu dünyada taşınabilecek olması ve göç zamanı geldiğinde başkalarına emanet edilebilecek olması sevindiricidir.