Geçen hafta, Reyan Tuvi’nin Gezi kalkışması hakkındaki “Yeryüzü Aşkın Yüzü Oluncaya Dek” adlı belgeseli önce festival komitesi tarafından bir avukata danışılarak seçki dışı bırakıldı. Sebeb, İngilizce altyazılı verilen aleni küfürün yer aldığı bir cümleydi. Bu olayın ardından filmin seçki dışı bırakılmasına sebep olarak gösterilen İngilizce altyazının Tuvi tarafından silinmesi ile 2 Ekim Pazar günü filmin festivalde yarışmasına karar verildi. Fakat sansür tartışmaları bu ‘uzlaşma’ sonunda da bitmedi: Reyan Tuvi karardan memnun olduğunu, bunu bir müdahele olarak görmediğini, filminin önceki festivallerde yarıştığı gibi ‘küfürsüz’ yarışacağını söylemesine rağmen 5 Ekim’de 10 jüri üyesi ‘özgür ifade güvencede değil’ gerekçesi ile festivalden çekildi.
Sanat ve ceza yasaları
Festivalden çekilen 10 jüri üyesi ile Ulusal Belgesel Film Yarışması Filmleri Yapımcı ve Yönetmenleri’nden 21 ismin yaptıkları açıklamalarda ortak bir nokta dikkat çekti: Jüri üyeleri, yönetmenler ve yapımcılar “filmlerin hiçbir şekilde TCK maddelerine göre değerlendirilmesini kabul etmediklerini” belirtti. Bu da akla “sanat yasalardan bağımsız mı olmalıdır?” sorusunu getirdi.
Oysa dünyanın neresine gidilirse gidilsin sanatın ceza yasalarından muaf tutulduğu vaki değildir. “Sanat, muhafazakâr değildir” denebilir ya da “sanat, toplumun genel kabullerini, ahlakını sorgulayıp putlarını yıkabilir” de denebilir... Fakat sanat ile ceza yasaları arasındaki ilişki -sonucu belli- ayrı bir tartışmadır.
Özgürlük nedir
Jüri üyelerinin, yönetmenlerin, yapımcıların ve kimi eleştirmenlerin görünürde “özgürlük talebi” odaklı tepkileri bir yandan “özgürlük” kavramı ile ilgili sıkıntıları da işaret ediyor: Tartışma zeminini ortadan kaldıran bu yıkıcı tepkiler, bize, istifa eden bu isimlerin zihninde özgürlük’e karşılık “isteyenin istediğini istediği şartlarda istediği yöntemle yapması/söylemesidir” gibi bir tanımın geldiği sonucuna götürüyor... Oysa “özgürlük” ortamının “(sanatçı da olsa) herkesin hesap vermesi” ile oluşabileceğini ve ‘ben’ kadar ‘öteki’ için de mühim olduğunu unutmamak gerekiyor. Aksi, “kaos”.
Tartışma faydalı oldu
Bütün bu yaşanan ‘tartışmalı’ sürecin genel olarak sanata ve tabii festivallere katkı sağladığını ve sağlayacağını düşünenler de var. Örneğin yönetmen Ezel Akay Facebook hesabında “Bence sansür ve otosansüre yeterli dikkat çekilmiştir! Gerisi festivalde geniş katılımlı bir forumda, “Geleceğin festivalleri!” için tartışılmalıdır!” şeklinde bir yazı yazdı.
Nihayet dün Festival Komitesi’nden de bir açıklama geldi. Açıklamada, “Yönetmenin sanatçı iradesine herhangi bir baskı ya da oto sansür dayatması yapılmamıştır, yapılması da düşünülemez. Bu noktada yönetmenin kendi açıklamaları da ortadadır. Ne festival tarafından ne de eser sahibi tarafından söz konusu filmin ne mesajına, ne içeriğine, ne kurgusuna, ne de bütünlüğüne dokunulması asla ve hiçbir zaman talep edilmemiştir...” denildi. Karşılıklı bir iletişim sorunu olduğunun da altının çizildiği açıklamada özür beklediğini dile getiren yönetmen Reyan Tuvi ile ilgili “En derin ve samimi üzüntülerimizi başta sayın Reyan Tuvi olmak üzere sinema camiamız ve kamuoyu ile paylaşıyoruz” ibarelerine yer verildi.
Ancak, yönetmenin ‘Filmime sansür uygulanmadı, küfür altyazısının çıkarılması filmin bütünlüğünü bozması’ açıklamasına rağmen, eleştirmenlerin ve birkaç jüri üyesinin ‘Sansür var’ ısrarını sürdürmesi, maksat üzüm yemek mi yoksa bağcıyı dövmek mi sorusunu akla getiriyor.




