Geçen haftalarda ülke gündeminin en ön sırasında yer alan açlık grevleri bugünlerde beyazperdede de sıkça karşımıza çıkıyor. Gerçi bu filmlerin içerikleri daha eski günlere dayanıyor; Filmlere konu olan açlık grevleri 1990’lı yılların F tipi cezaevlerini gündeme taşıyor. Meseleye farklı cephelerden bakılan filmlerin birbiri ardına vizyona girmesi, ölüme yatmanın ne kadar derde deva olabildiğini düşünmek için de iyi bir imkân sağlıyor. Geçen ay gösterime giren Ruhi Karadağ’ın yönettiği Simurg, F tipi cezaevlerine karşı açlık grevine giren ve sonrasında Wernicke Korsakoff hastalığına yakalanarak konuşma zorluğu, istemsiz kasılmalar, denge bozuklukları, hafıza kaybı ve ciddi unutkanlık gibi sorunlar yaşayan ve hayatları geri dönülmez biçimde değişen altı kişinin hikayesini konu alıyor. 21 Aralık’ta gösterime girecek olan ‘F Tipi’ adlı film ise farklı yönetmenlerin gözünden, F Tipi hapishanelerdeki tecrit uygulamasını konu alan 10’ar dakikalık kısa filmlerden oluşuyor. F Tipi’nde ölüm orucunda yaşamını yitiren Muharrem Karademir’in yaşadıkları anlatılıyor.
Açlık terbiye metodu mu?
Bugün vizyona giren Zübeyr Şaşmaz’ın senaryosunu yazdığı ve yönettiği Açlığa Doymak ise açlık grevlerini merkeze almasa da kişisel acılarımızın çözümü için ‘açlığın’ bir terbiye metodu olup olmadığını tartışmaya açıyor. Yolları birbiriyle kesişen üç karakterin farklı gerekçelerle kendilerini açlıkla sınamalarını konu alan film, “Ruhsal bir azap bedensel bir acıyla yenilebilir mi?” sorusunu soruyor.
Açlığa Doymak, ‘öteki’ni anlamak üzerine kurulu bir film. Ele aldığı hikayeleri ideolojik bir çerçeveden bakmaksızın tamamen insanlık hali üzerinden değerlendiriyor oluşu da filmin artılarından. Zübeyir Şaşmaz imzalı filmlerde rastlamaya alıştığımız zikir sahneleri Açlığa Doymak filminde de karşımıza çıkıyor. Eyüp’ün yaşadığı travmaya bir dergahta şifa bulması, sabra, tahammüle ve arınmaya ancak manevi bir yoldan ulaşılabileceği mesajını veriyor. Buna karşılık aynı dergaha mensup hacı abi ve ailesinin, son dönem filmlerde sıkça karşımıza çıkmaya başlayan sonradan görme ve ileri derecede görgüsüz bir muhafazakar aile klişesiyle resmedilişi ise çok rahatsız edici. 1990’lı yılların İslamcı filmlerinde burjuva zengin aileler için kullanılan ‘amerikan barı olan evlerde otururlar, mutlaka eşlerini aldatırlar, illa ki konken masasından kalkmazlar’ klişelerinin benzer bir önyargıyla şimdilerde muhafazakar zenginler için ‘Görgüsüz, lüks restoranlara gidip elleriyle yemek yiyen, zevksiz giyinen, suratsız, kendilerinden olmayana hoşgörüsüz’ şeklinde kullanılır olması da oldukça düşündürücü.
Başrollerini Mete Horozoğlu (sağda), Hazar Ergüçlü ve Didem Balçın’ın paylaştığı Açlığa Doymak’ta Ali Sürmeli, Musa Uzunlar, Lale Mansur gibi isimler
yer alıyor. Müzikleri Erkan Oğur ‘a ait filmde, hayatlarındaki yıkımlardan açlık ile çıkmaya çalışan 3 karakterin kesişen öyküleri anlatılıyor.