17 Nisan 2024 Çarşamba / 9 Sevval 1445

Ünlü piyanist Anjelika Akbar: Türkiye kalbimi besliyor

Türkiye’ye 1991 yılında UNESCO üyesi olarak gelen ve buraya yerleşen piyanist Anjelika Akbar, Türkiye’ye geliş süreci, klasik Batı müziğinin geleceği ve Türk müziği hakkında açıklamalarda bulundu. Akbar, 'Sosyalist bir düzende doğdum, büyüdüm ve dış dünya ile ilgili hiçbir şey bilmiyorduk. Burası kalbimi besliyor.' dedi.

2 Aralık 2019 Pazartesi 07:00 - Güncelleme:
Ünlü piyanist Anjelika Akbar: Türkiye kalbimi besliyor
Kazakistan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti’nde doğan sanatçı-piyanist Anjelika Akbar, Türkiye’ye geliş süreci ve Türk müziği hakkında açıklamalarda bulundu.
 
Aksam.com.tr’den Ezgi Aşık’ın sorularını yanıtlayan Akbar, Türkiye coğrafyasının müzik alanında çok zengin olduğunu belirtti. Akbar, “Türkiye’yi çok ünik (eşsiz) buluyorum, bir kere çok özel ve kendisine özgü bir sürü enstrümanı, ritmi ve tınısı var. Türkiye’ye coğrafi haritada bakarsanız, parmağınızla gösterdiğiniz her bölgede farklı müzikal gelenekleri olduğunu görürsünüz.” ifadelerini kullandı.
 
Öncelikle müzik kariyerine nasıl başladınız?
 
Ben müziğe kariyer olarak başlamadım. Müzik benim gözümü açar açmaz içinde kendimi bulduğum bir alan; müzik su içmek, yemek yemek ve nefes almak gibi bir şey. Annem koro şefi ve piyanistti, evde envaiçeşit müzik enstrümanı vardı. İki buçuk yaşında annemle oyun oynarken bütün müzik notalarını öğrendim.
 
Büyüyünce kendim için üç tane meslek düşünüyordum. Bunlardan ilki sokak temizleyicisi olmaktı, çünkü sokakların temizlenirken oluşan o duygusunu çok seviyordum. İkincisi porselen sanatçısı olmaktı, üçüncü meslek ise buğday toplayan o makinenin şoförü olmaktı… Müzik kariyeri denince hep bu konuyu açmak istiyorum. Müziğe âşık olunca ona özel bir uğraş olarak bakmıyorsunuz, hayatın ta kendisi oluyor.
 
 
 
“SANAT İÇİN DİSİPLİN OLMAZSA OLMAZ”
 
Her sanatçının yoğun bir çalışma disiplini oluyor, peki sizin çalışma disiplininiz nasıl?
 
Öncelikle besteciyim, bu şarkı bestelemek gibi değil. Bu bir fabrikayı yönetmek gibi, sahnede 60 kişinin basacağı 60 farklı notayı bir kâğıdın üzerine dökmek… Bu disiplin kazanıldığında hayata geçiyor. Aslında notaları nasıl ezberlediğimi bilmediğim gibi çalışma disiplinini de nasıl kazandığımı bilmiyorum. Bu yüzden söyleyebileceğim tavsiye, disiplinin olmazsa olmaz oluşudur.
 
Bana günde kaç saat çalışmıyorsun deseniz, belki daha doğru olur. Bestelerimin yüzde 99’unu kafamda yapıyorum. Sizinle konuşurken bile kafamın bir tarafı eser üzerine çalışıyor. Başka bir tarafım radyo gibi, sürekli müzik dinliyorum. Rüyalarımda bile beste yapıyorum.
 
“DRAMATİK OLAYLAR GÖNLÜME DOKUNDUĞUNDA BESTE YAPIYORUM”
 
Sanatseverlerin en çok merak ettiği konulardan birisi de sanatçıların ilham kaynakları. Her sanatçının kendine göre ilham kaynağı oluyor, bu bazen bir şehir, renk ve obje olabiliyor. Sizin ilham kaynağınız nedir?
 
En çok insanlardan ilham alıyorum. Dramatik olaylar gönlüme dokunduğunda orada bir beste yapıyorum. İkinci ilhamım ise doğa, küçüklüğümden beri piyanoya yoğun ilgim olunca dışarıda oyun oynamak gibi hevesim olmuyordu. Annem küçüklüğümde “hadi çocuklarla oynasana” diyordu.  Sokağa çıktığım zaman beni heveslendiren tek şey doğanın halleriydi. Karın yağış şekli, küçük su birikintileri, ağaçların açılması, yaprakların oluşması, sonbaharda renk cümbüşleri bana çok ilham veriyordu.
 
 
“KLASİK MÜZİK ŞEKİL DEĞİŞTEREK DEVAM EDİYOR”
 
Günümüzde belli bir kesim klasik Batı müziğinin tükendiğini düşünüyor. Bir besteci olarak bu konuda yorumunuz ne olur?
 
Klasik Batı müziği tükenmez, sadece şekil değiştirir. Görsel sanatlar nasıl tükenmiyor, şekil değiştiriyorsa, klasik müzik de öyle şekil değiştirir. Bach ve romantik dönem, modern ve avangart dönem hiçbir zaman bitmez. Mozart sonrasında da belki tükenir diyorlardı, sonra Chopin’ler ortaya çıktı. 16, 17 ve 18. yüzyıl olarak adlandırdığımız bu müzik türü bestecileriyle beraber anılacaktır, klasik müzik budur.
 
“EN ÇOK KARADENİZ MÜZİĞİNİ SEVİYORUM”
 
Dünya müziklerine hâkim olan bir sanatçı olarak, Türkiye müzik alanında dünyada hangi konumda?
 
Türkiye’yi çok ünik (eşsiz) buluyorum, bir kere çok özel ve kendisine özgü bir sürü enstrümanı, ritmi ve tınısı var. Türkiye’ye coğrafi haritada bakarsanız, parmağınızla gösterdiğiniz her bölgede farklı müzikal gelenekleri olduğunu görürsünüz. Ben en çok Karadeniz müziğini seviyorum, zeybek oyununun ruh halini çok seviyorum, ilahileri seviyorum.
 
Tüm dünya folklerini severek takip ediyorum. Aslında klasik müzik ve klasik halk sanatları, halk müziğinden ilham alır, bu yüzden asla tükenmez. Türk sanat müziğini yavaş tanıdığımı düşünüyorum. Yavaş diyorum çünkü edebiyat ve müzik iç içe, müziğin edebiyat tarafını anlamak bir yabancı için zaman alıyor. Türkçe öğrenirken tek bir kelime için bile özel ders almadım. Dili tek başına algılamaya çalışınca her şeyi bir sıraya alıyorsunuz.
 
“TÜRKİYE’YE İLK BAKIŞTA AŞIK OLDUM”
 
Uzun süredir Türkiye’de yaşıyorsunuz, Türkiye’nin sizin için özel bir anlamı var mı?
 
Türkiye’ye gelmek dönüm noktam oldu, çünkü bambaşka bir dünyadan geldim. Ben sosyalist bir düzende doğdum, büyüdüm ve dış dünya ile ilgili hiçbir şey bilmiyorduk. Burası kalbimi besliyor, insanların zaman içerisinde ürettikleri bana ilham veriyor.
 
İlk önce sevdim, mantığı koymadan sevdim. İlk bakışta aşk oldu bu, birini tanıyarak ya da yaşayarak olan bir şey değil, ilk görüşte aşk hissiyatı oldu. Ondan sonra her şey bunun üzerine geldi, dili hemen yuttum. Müziklerle, sanatlarla, insanlarla dil bilmeden yüz yüze gelerek kalpten iletişim benim için çok değerliydi.