2 Mayıs 2024 Perşembe / 24 Sevval 1445

Üst üste binmiş deprem anlarının şairi

Necip Fazıl, edebi mesaisini bir “kriz” anına odaklanarak inşa etti. Söz konusu odak noktası, hem kendi kişisel hayatının hem de mensup olduğu milletin/medeniyetin kriz anlarının üst üste geldiği noktada yer alıyordu. Dolayısıyla iki ayrı fay hattının üst üste geldiği bir deprem anının şairiydi Necip Fazıl Kısakürek. Korku; doğu ile batı, hayat ve ölüm gibi farklı kutupları bir araya getirip Necip Fazılca “sentezleyen” bir potadır. Şairimizin potası bir mağma gibidir adeta ve biz şiirlerde inşa edilmiş bir kaosun içinde sunulan kozmosu okumaktayız.

SUAVİ KEMAL YAZGIÇ2 Aralık 2022 Cuma 15:14 - Güncelleme:
Üst üste binmiş deprem anlarının şairi

Evet, bir deprem anıydı ve Necip Fazıl, eski adı "Senfonya" olan "Çile" şiirinde "Boşluğu ense kökünde" gezdiren, burnu yokun burnuna değen "özağzından kafatasını" kusan bireyin "krizini" ifşa etti. Bu şiirdeki isim değişikliği poetik bir atraksiyon olarak değil "bireyin" krizi ile "toplumun" krizinin üst üste gelişini teşhis edişin alameti olarak görebiliriz. 1936'da yayınlanan "Ağaç" dergisi ile 1943'te yayın hayatına başlayan "Büyük Doğu" arasındaki farkı pek âlâ 1939'daki "Çile" şiiri ile 1947'de yazılan ve "Durun kalabalıklar, bu cadde çıkmaz sokak" mısraıyla başlayan "Destan" şiiri arasında o kadar fark vardır. Munch'un meşhur "Çığlık" tablosundaki gibi donmuş kalmış bir dehşet anını şiirleştirmez Necip Fazıl. Yaşayan, iliklere dek hissedilen bir hayat-memat anıdır ve ölüler de en az diriler kadar bu hesaplaşmanın aktörüdür.

NECİP FAZIL ŞİİRİNDE KORKU

Necip Fazıl, şiiri için gerekli dehşet atmosferini inşa ederken "korku edebiyatı"nın unsurlarından da ziyadesiyle yararlanır. Bu amaçla modern korku edebiyatının unsurları ile çocukluğunda dinlediği halk anlatılarının unsurlarını kendi üslubuyla senteze tabi tutar ve pek çok şiirinde yer alan korku unsurları "Çile" kitabının "Korku" bölümünde en somut örnekleriyle tezahür eder.

Bölümün ilk şiiri "Havanın ve alevin/Kemiksiz çocukları" "Cinler"in ismini taşır. "Boş Odalar"da "Duvarlara sinmiş bir hayalet" bulunur. "Gece Yarısı"nda "Her gece periler uyur odamda" mısrasıyla başlar. Bu bölümdeki şiirlerin tamamında "tekinsiz" bir atmosfer vardır. Bu tekinsizlik sadece bu bölümdeki şiirlerle sınırlı değildir ama tekinsizliğin en çok ete kemiğe bürünmüş halleri "Korku"da yer alır. Ölüm duygusu çok yoğundur bu tekinsiz şiirlerde. "Kemikten parmaklar terimi siler".

Necip Fazıl şiirinde ölüm, uyku ve deniz; hayatı, entelektüel kriz anlarının eşiğine götüren üç imgedir. İnsanı ve hayatı olağan akışı içinde değil de bu "kriz anlarında" tuzağa düşürerek şiirini inşa eder Necip Fazıl. Korku; doğu ile batı, hayat ve ölüm gibi farklı kutupları bir araya getirip Necip Fazılca "sentezleyen" bir potadır. Şairimizin potası bir mağma gibidir adeta ve biz şiirlerde inşa edilmiş bir kaosun içinde sunulan kozmosu okumaktayız.

Kaldırımlar şiirini 1927'de Paris'te yazar. "Korku" bölümündeki tekinsizlik bu şiirde de ziyadesiyle mevcuttur. Sorbonne Üniversitesi'nde burslu öğrenci olarak bulunmaktadır. Şiirin yayınlandığı yıl olan 1928'den itibaren üstadın bir adı da "Kaldırımlar şairi" olacaktır. 19. yüzyılın ortasından itibaren şehirleşmenin farklı bir aşamasını yaşayan Paris şehri Flâneur kavramının ilk ortaya çıktığı şehirdir esasen. Fransızcada 'avare gezinen' anlamına gelen bu kelime metropolü amaçsızca dolaşan kalabalıklar içindeki yalnızdır. Korku edebiyatının kurucu yazarlarından Edgar Allan Poe'yu Fransızcaya tercüme ederek dünya edebiyatı kanonuna kazandıran Charles Baudelaire, aynı zamanda da Flâneur kavramının da öncüsüdür. Yani modern anlamda korku ile Flâneur kavramları akrabadır adeta.

Modern "Kaldırımlar" şiirinin öznesi bu anlamda "Flanör" gibi dolaşsa da o kalabalıklar içinde değil gecenin ıssızlığındaki sokaklarda yalnızdır ve flanörleri pasajlar çekse de o "çilekeş yalnızların annesi" olan kaldırımlarda tekinsiz bir yalnızlık içinde yürümektedir. Walter Benjamin "Eğer pasajlar yapılmasaydı, flâneur gibi dolaşmanın önem kazanması herhalde çok güç olurdu." der. Üstadın kaldırımlarda dolaşan "ben"i ise pasajlardan ve kalabalıklardan kaçmaktadır. Zira Üstad'ın bir anlam arayışı vardır her şeye rağmen. "Ne kaldırımlar kadar seni anlayan olur.../Ne senin anladığın kadar, kaldırımları..." der. Kaldırımlar bütün somutluğu ile şiire girerken üstadın iç âleminde kopan fırtınalardan da haber vermektedir. Kent bir korku unsuru olarak yer almaktadır şiirde. Psikolojik ve estetik endişeler girift bir şekilde iç içe geçmektedir. Ziya Osman Saba'nın deyişiyle o ferdiyeti içine cemiyeti sığdırabilmiştir. Yine de Necip Fazıl, yıllar sonra bu bohem dönemini "Tam otuz yıl saatim işlemiş ben durmuşum/gökyüzünden habersiz uçurtma uçurmuşum." mısralarıyla anlatacaktır.

Hece vezniyle yazılan şiirde Necip Fazıl öncesinde baskın eğilim "halk şiirinin" zenginliğinden yararlanma eğilimi idi. Ziya Gökalp'ten Ahmet Kutsi Tecer'e ulaşan bu eğilimin dışında kalan şairler olsa da Necip Fazıl'dan önceki şairlerde şehrin sesi ya cılız oldu yahut fazla özenti kaldı. Kaldırımlar şiirini 1928'de dikkat çekici kılan tam da bu farklı ve gür sesi idi zaten.

"Çile" şiirinde "korku" başka bir aşamadadır zaten. "Kaldırımlar"da şiirin öznesine yüklenen korku bu şiirde özneden ayrıştırılır ve öznenin kendi önünde diz çöktürdüğü "öteki"ye yüklenmiştir. Söz konusu "öteki" tamamen yabancı değildir elbette. "Diz çök ey zorlu nefs, önümde diz çök!" denir. Tek bedendeki ikize seslenilmektedir adeta. Ya bu şiirde geride bırakılan "korku"nun yerini ne almıştır?

"Biricik meselem, sonsuza varmak..."

KALDIRIMLAR DEĞİL ÇİLE

1970'lerde TRT'de yayınlanan "Her Hafta Bir Konuk" programına konuk olan Necip Fazıl Kısakürek'i sunucu Hıfzı Topuz, "Kaldırımlar Şairi" olarak takdim eder. Üstad, Hıfzı Topuz'u Kaldırımlar şairi olmaktan çok "Çile" şairi olarak anılmaktan hoşlandığı cevabını verir. Zira üstad "Kaldırımlar"daki benin ötesine geçecektir daha sonra.