Vasıf Öngören’in 1970’lerde yazdığı Zengin Mutfağı’nın galası önceki akşam Muhsin Ertuğrul Sahnesi’nde yapıldı. Aralık ayında sahnelenmeye başlandığı günlerde bir iki ülkücü kadın seyircinin küfürlerle tepki gösterdiği oyun 70’li yılların sert siyasal iklimine dönük eleştiriler içeriyor. Sınıf bilincini, zengin ve çalışanlar arasındaki uçurumu, çatışmayı ve dengesizliği ironik bir dille anlatması bakımından son derece önemli bir oyun Zengin Mutfağı. Toplumun geniş bir kesimi bayramdan bayrama et yerken köpeğini biftekle besleyenler her kesimde ve her dönemde vardı, varolmaya devam ediyor ne yazık ki… Üstelik en zor karşı koyulabilecek dürtülerden biri olan para kazanma arzusu herkesi değerlerini bir çırpıda gözden çıkaracak noktaya getirebilir günün birinde. Tüm bu eleştirileri barındıran oyunun temel aldığı çelişkiler ideolojik vurgulara hiç de ihtiyaç bırakmayacak çatışma konuları esasen. Bu açıdan tartışmalara yol açan ve kaldırılıp kaldırılmayacağına dair endişe duyulan oyunun galasının yapılarak Mart ayında seyirciyle buluşması tiyatro yönetiminin oyunu unutturmaya çalışacağı şeklindeki niyet okumaların da yersiz olduğunu gösteriyor.
Klişelerden kurtulmanın zamanı gelmedi mi?
Vasıf Öngören’in kızı Aslı Öngören’in yönettiği oyun, sinemada ve televizyon dizilerinde sıkça gördüğümüz cici solcular, kötü sağcılar çizgisinde ilerliyor.
Bir zengin mutfağının aşçısı, şöforü ve hizmetçisi ile onların en yakınlarının etrafında dönen hikaye bildik ezberleri tekrarlıyor. Mutfağın sahibi olan zengin adamı, karısı ve çocuklarını hiç görmüyoruz ancak saf Anadolu çocuğunu ‘milleti bütün iç ve dış düşmanlardan koruyan bir vatanpervere dönüştürmesinden ve karanlık baskınlarına göndermesinden anlıyoruz ki zengin adam sağcı. Silik bir üniversite öğrencisiyken sözde kahramana dönüşen Selim’in oyunun ilk bölümündeki beyaz beresi Hrant Dink’in katili Ogün Samast’a doğrudan bir gönderme. Oyundaki faşizm eleştirisine bu anlamda hak vermemek mümkün değil. Ancak faşizmi eleştirirken evdeki aşçının zengin adamın köpeğini köşke yaklaşan masumları yaraladığı için zehirlenmesi ve yeni gelen köpekler için de aynı sonu tasarlanması oyundaki esaslı çelişkiye işaret ediyor. Kötülük bazıları için mazur görülebilir bir durum olmamalı oysa. Zengin Mutfağı’nın bir diğer açmazı ise karikatürize bir ülkücü tiplemeye dönüşen Selim’in tekrarladığı ölçü meselesinde oyunu sahneleyenlerin de ne yazık ki o keskin ölçü konusunda benzer bir tavır içinde olmaları. Oyunun bütününe sirayet eden, şarkı sözlerine kadar yansıyan bakış açısı “Bir insan ya bizdendir ya değildir. Ölçü budur” diyen Selim’den çok da farklı bakmıyor 1970’lere ve o döneme. Çemberimde Gül Oya dizisiyle başlayan, sinemada Güz Sancısı’yla süren yakın tarihin bütün günahlarını sağ cenaha yükleme ve açıkça taraf tutma ‘herkes kendi hikayesini anlatıyor’ diye bakınca elbette anlayışla karşılanabilir. Ancak bu durum giderek yakın tarihin tek taraflı olarak yeniden yazılması sonucunu doğurmaya başladığında yanıltıcı olabiliyor. Tam bu noktada 1960’lar ve 1970’lerde yaşananlar konusunda objektif değerlendirmeler yapan Oya Baydar gibi isimlerin özeleştiriden çekinmeyen yaklaşımlarını dikkate almakta fayda var. Aksi takdirde sinema ve tiyatroda kabak tadı vermeye başlayan cici solcular kötü sağcılar denklemi çoktan devri kapanmış bir ideolojik kavgayı kaşımaktan başka işe yaramaz.