KÜÇÜK bir çocuğun not defteri, nasıl olurda yıllar sonra bir mimarı ve rehberi mesleğinden eder, onu başka hayata taşır? Herkesin sinema eleştirmeni ve yazar olarak tanıdığı Atilla Dorsay, Mimar Sinan Üniversitesi’nden mezun olmuş ve iş hayatına İstanbul Belediyesi’nde yüksek mimar olarak atılmıştı. Ama henüz 10 yaşında, izlediği filmlerin yönetmen ve oyuncularına bir iç dürtüyle puan vermeye başlamış ve bu notlar 17 yıl sonra 1966’da artık onu sinema eleştirmenlerinin duayenliğine taşıyacak ilk gazete yazısına dönüşmüştü. Atilla Dorsay’ın hayat ve sinema yolculuğu İzmir’de, kendi deyimiyle sokağında sinema bulunan bir evde başlamıştı:
ALOPLUZADE AVNİ BEYİN OĞLU
“Bugün Yunanistan’da kalan Yanya doğumlu babam Hüseyin Avni, mübadele sonrası Türkiye’ye gelmiş ve demiryolları müfettişi olmuş. Soyadları Alopluzade. Annem İkbal Rahime ile uzaktan akraba olduklarından bir araya gelip evlenmiş. 1939’da İzmir’de doğmuşum. Kardeşlerim Ayla 10, Ayşe yedi yaş benden küçük. Karşıyaka Şaheste Sokak’ta, bahçeli ve tulumbalı bir evimiz ve köşesinde Sümer, sahilde Melek ve şehirde Tayyare sinemaları vardı. Bırakacakları kimse olmadığı için, annem ve babam beni de yanlarında sinemaya götürürlerdi.”
Hüseyin Avni Bey piyano olan bir evde Fransızca eğitimiyle büyümüş ve çocuklarını da aynı şekilde yetiştirmek istemişti. Bu, 1948 yılında İstanbul’a göç demekti: “İzmir’de mutlu mesut yaşarken babam demiş ki ‘Bu çocuğu Galatasaray’a verelim.’ İstanbul’a geldik, üçüncü sınıfı Nişantaşı’nda okudum. Salih Özarık’tan aldığım üç aylık dersle Galatasaray’da üç yılda verilen Fransızca’yı öğrendim, dördüncü sınıfa Galatasaray’da devam ettim.”
YATILI ERKEK LİSESİ’NDE NELER YAŞANIR?
Lise’deki lakabı ‘Dört göz’dü çünkü sinema ve kitap sevdası gözlerini bozmuştu. Öğretmenleri arasında dönemin ünlü yazar ve ozanları Esat Mahmut Karakurt ve Ahmet Kutsi Tecer de vardı ve yazdığı küçük hikayeleri onlarla paylaşıyordu. Sınıf arkadaşlarıysa yıllar sonra başarılı işadamları olacaktı. Peki ama yatılı erkek lisesinin koridorlarında neler konuşulurdu? “Tuhaf bir yaşam tarzı” diyerek anlatmaya başlıyor Dorsay: “Sadece erkeklerin olduğu bir dünya! Yani bu her bireyde farklı bir tepki yaratabilir, eşcinselliğe bile kayabilir. Hayatınız erkeklerin arasında geçiyor ama aslında kadının önemini anlıyorsunuz. Kadın tarih hocamız vardı: Server Hanım. Güzel bir Fransız kadın hoca gelse herhalde hatırlardım. Server Hanım bütün bilgisine rağmen o tarz biri değildi.”
10 YAŞINDA İLK SİNEMA ELEŞTİRİSİ
Galatasaray Lisesi’nde haftada birkaç kez film gösterilirdi. İzmir’de başlayıp Beyoğlu’nda Atlas Sineması’nda devam eden sinema merakı artık sevdaya dönüşmüştü: “Sinema defteri tutmaya başladığımda yaşım 10, 11. Gördüğüm filmleri jenerik, yönetmen, oyuncularıyla yazıp, yukardan aşağıya çizgiyle ayırdığım son sütunda notlar veriyordum: Orta, iyi, çok iyi, fevkalade. Casablanca dahil çok filmi değerlendirmişim. Yıllar sonra, 55’te Nicholas Ray’ın western filmi Johnny Guitar’a yaptığım değerlendirmenin dönemin Fransız eleştirmenleriyle aynı olduğunu görmekten iftihar ettim. Yani sinemasal yaklaşım o yıllarda varmış. Bunlar sonradan edinilmiyor.”
UMUT’U GÖRÜNCE ÇILDIRDIM
Dersleri iyiydi, hem teknik üniversiteyi hem de akademiyi kazanabiliyordu ama tercihi mimarlık olmuştu. 1964-66 yılları arasında Balıkesir ve Salihli’de yedek subay olarak askerlik yapmış, İstanbul Belediyesi’nde yüksek mimar olarak işe başlamıştı: “Bu süreç, İstanbul ve sorunlarını öğrenmem açısından şanstı. Bir ay sonra da Cumhuriyet Gazetesi’ne yabancı sinema eleştirmenliğine başladım. Eleştirmen Ural Birand’ın bursla Brüksel’e gitmesini fırsat bilerek Genel Yayın Müdürü Ecvet Güresin’e gidip ‘Sinema yazarlığı yapmak istiyorum’ dedim. Bir kartal gibi baktı, beni gönderdiği Yazıişleri Müdürü Erol Dallı da yazılarımı alıp ‘Olabilir ama ben sana haber veririm’ dedi. O cumartesi ilk yazımın çıktığını gördüm. O dönemde yerli ve yabancı sinema eleştirmeni ayrılırdı. 1970 yılında Umut’u görünce çıldırdım ve eleştirisini yazdım. Yerli film eleştirisi yapan Turan Gürkan söyleşi tarzına kaydı. Gençlere bunu ‘Bakın ne kadar kolay’ diyerek anlattığımda kıs kıs gülüyor. İlk yazım bir İsveç filmi Bir Aşk Gecesi ve Esrarengiz Dilber’di.”
İNGİLİZLERİN AĞZI BİR KARIŞ AÇIK KALIRDI
1966’dan itibaren 27 yıl boyunca telifle sinema eleştirmenliği yapan Atilla Dorsay ancak 1998 yılında kadrolu gazeteci olabilmişti. Galatasaray’dan iyi bir Fransızcası vardı, İngilizcesi’ni geliştirmişti ama İtalyanca merakıyla gittiği kurs evlenmesine de vesile olacaktı: “1961’de Turizm Bakanlığı’nın bir gazete ilanını gördüm: Tercüman yetiştirilecektir, başvuruların yapılması... Sınavı kazandım. Efes ve Kapadokya’dan Fransızların etkilenişini, İngilizlerin ağzının bir karış açık kalışını, Amerikalıların şaşkınlığını, onların gözüyle Türkiye’yi görmek başka bir deneyimdi.1968’de Tophane rıhtımında eşim Leman Karaca ile tanıştım. Çok hoşlandım ama bir daha görüşemedik. Kurs için Tepebaşı İtalyan Kültür’e gidince Leman’ı da orada gördüm. Bir süre sonra nişanlandık.”
GAZETE YAZILARIMA SON VEREBİLİRİM
Atilla Dorsay ‘İstanbullu duyarlılığıyla’ gazete yazılarına son verebileceğini söylüyor: “İstanbul, ne onunla ne onsuz denir ya öyle bir şey. Bu kadar yazıma rağmen Emek Sineması’na kazmayı vurdukları, Taksim’deki ağaçları söktükleri gün yazarlığı bırakırım.”
EŞİM BENDEN ÇOK ŞİKAYETÇİ ÇÜNKÜ EV İŞGAL ALTINDA
SİNEMA eleştirmeni, yazar, rehber ve mimar Atilla Dorsay’la, duvarları binlerce DVD ve kitapla kaplı Ulus’taki evinde konuştuk. Kamuoyunun, gazeteciliğiyle tanıdığı ancak özel hayatı konusunda çok fazla bilgi sahibi olmadığı Dorsay’la, ailesini, çocukluk, lise ve gazetecilik yıllarını konuştuk. “Ben böyle çok mutluyum” deme huzurunu yaşayan ve aşağıda hayat öyküsünü bulacağınız Dorsay, en büyük sıkıntısının arşivi olduğunu belirterek başlıyor sözlerine: “Eşim çok şikayetçi çünkü ev işgal altında. Eski video kasetlerinden kurtulacağım. DVD’lerde de bir yerde durmak lazım. Her sabah bir buçuk saat dört gazete okurum. Elimde her zaman bir roman vardır ama bazen bir hafta bazen haftalar sürer bitirmek. Akşam evdeysem mutlaka DVD izlerim.”
Aile hayatını sorduğumuz Dorsay, gençlik yıllarında ‘özgürlüğünün kısıtlanacağını düşünen pek çok erkek gibi’ nişanı bozduğunu ama sonra eşini ikna etmek için mücadele ettiğini anlatıyor: “Her salak erkek gibi ne kadar hata ettiğimi, hayatımın aşkımı kaçırdığımı düşünüp komalara girdim. Ona destan gibi mektuplar yazdım. O da her kız gibi kendini naza çekti. 73 yılında evlendik. O günden beri mutluyuz ama aynen annem ve babamda olduğu gibi zaman zaman kavga ederek.” Peki ama evlilikler, kadınla erkeğin iktidar mücadelesi midir? “Mutlaka mücadele yanı da var ama barış içinde yaşamak esas” diyen Atilla Dorsay, Sartre’nin ‘Cehennem başkalarıdır’ sözüne atıfta bulunuyor: “Onu evliliğe uyarlayarak cehennem kadındır veya erkektir denebilir!”
YILDIZLAR ÖNCE TIRNAKLARINI ÇIKARIR
- Bir röportaj ustası olarak size yöneltilen bir soruya sinirlenip ’Hadi kardeşim hadii’ dediğiniz oldu mu?
Çok aptalca bazı sorular dışında hayır ama öyle şeyler de sorulabiliyor. Sorudan beni hiç okumadığını, sırf görev için geldiğini hissedince sinirleniyorum.
- İnternet sözlüklerinde hakkınızda övgülerin yanı sıra ‘Beni sinemadan soğutan adam’ eleştirisi de var...
O sözlüğe bakmıyorum. Acayip şeyler yazıyorlar, sinirleniyorum. Ne zaman baksam, hep en kötü eleştiriler en başta tutuluyor. Bıyıkları çıkmamış adamların beni bir cümleyle harcamaya ne hakkı var? Tam tersine sinemaya gitmeyi teşvik eden yazarım.
- Yazılarınızın anlaşılması için bir alt yapı mı gerek?
Çok yüksek değil, biraz entelektüel düzey gerekebilir.
- Sizin aranız iyiyken, genç eleştirmenler Yeşilçam yıldızlarıyla neden mesafeli?
Gençlerden onları bu kadar iyi tanımaları beklenemez. Ayrıca Yeşilçam, kimse kusura bakmasın ama eskimiş, modası geçmiş bir sinema dönemidir.
- Beğendiğiniz eleştirmenler ve beklentileriniz nedir?
Enformasyon değil filmin çözümlemesini vermeli, sinema bilgisi ve Türkçesi iyi olmalı. Altyazı ekibi, Uğur Vardan, Sungu Çapan, Burak Göral, Murat Erşahin, Serdar Akbıyık, Alin Taşçıyan, Yeşim Tabak iyidir.
- Türkan Şoray’la dostluğunuz sırasında, ona hiç ağır bir eleştiriniz oldu mu? Olsaydı dostluk sürer miydi?
İkimiz de çok gençken, yetmişli yıllarda ilk röportajı yapmıştık. Sonra da devam etti. Hiç ağır eleştirmedim çünkü bunu gerektirecek bir şey yapmadı. Ne seyircisine ne ilkelerine karşı geldi ne de iktidarlara şakşakçılık yaptı. Yeşilçamcıların bana ayaklandığı dönemde ona kırıldım ama o kadar eski bir dostluk ki barıştık.
-Alfred Hitchcock’tan Liv Tyler’a sayısız ünlüyle söyleşi yaptınız. Bir röportaj öyküsü dinleyebilir miyiz?
Faye Dunaway, Antalya Film Festivali’ne gelmişti. 10 dakika ile sınırlı, baş başa söyleşi için bekliyoruz: Ömür Gedik, başkaları da var. İçeri girince şöyle bir bakıp ‘Siz daha olgunsunuz umarım daha iyi sorular sorarsınız’ dedi. Önce sorularıma ‘Bu olmadı’ diyordu. Sonunda ‘Tamam, siz beni iyi etüt etmişsiniz’ dedi. O andan itibaren şurup şeker gitti söyleşi. Yıldızlar önce tırnaklarını çıkarıyor, güvenince her şeyini açıyor.”