Aşkın, inancın, güzelliğin simgesi, tüm dünyada neredeyse herkesin en sevdiği çiçeklerden biri gül... Kimi zaman şiirlere, şarkılara konu edildi kimi zaman devletlerin simgesi, sanat eserlerinin başrolü oldu. Topkapı Sarayı Müzesi’nden Isparta bahçelerine, nadide objelerden çarpıcı tablolara olağanüstü bir görsel zenginlik sunan gül şimdilerde bir kitaba konu oldu. Mimar, sanat tarihçisi, romancı Prof. Dr. Gül İrepoğlu Yapı Kredi Yayınları’ndan çıkan yeni kitabı Gül ile aşkın, sanatın, sonsuzluğun çiçeğini anlatıyor. Dünyanın en bilinen çiçeği gülü her yönüyle araştıran İrepoğlu, tarihten günümüze gülün somut ve soyut izlerini gündeme taşıyor.
Gül İrepoğlu iki yıl önce de yine aynı yayınevinde Lâle adlı bir kitap hazırlamıştı. Ardından gül ile ilgili kitap yazması istenince İrepoğlu bu teklifi seve seve kabul etmiş: “Hem bir çiçek kültürü serisi olacaktı hem de bu, kendi ismimin kitabıydı, herkese kısmet olmaz böyle birşey yazmak! Baştan beri bu kitabın kapsamının Lâle’den daha geniş olacağını ve beni biraz daha fazla yoracağını biliyordum. Gülle ilgili tarihi geçmişe zaten aşinaydım ama yine de bol kaynak taramalıydım. Önce gül hakkında neler bilinmeli diye düşündüm, bu özel çiçeğin geçmişi, anlamları, sanata verdiği esinler... Buradan yola çıkarak araştırmalar yaptım ve kitabı hazırladım.”
İLAHİ GÜZELLİĞİN SİMGESİ
Farklı dinlerde de milletlerde de gülün yeri var. Peki dünya tarihinde güle ilk ne zaman rastlanmış? İrepoğlu, ilk kez 35 milyon yıl önce Oligosen fosillerinde rastlandığını anlatıyor: “Gül, yeryüzünün en eskilerinden. 35 milyon yıl önce fosillerde rastlanmış. Yaban gülünün doğal olarak yetiştiği bölgeler Çin, Kore, Sibirya, Hindistan, Arabistan hatta Alaska’ya kadar uzanıyor. Girit Adası’nın kuzeyinde, Knossos’ta Minos Uygarlığı’ndan kalan, M.Ö. 1400’lere tarihlenen bir kent evi kalıntısındaki yaban gülleri tarihin ilk gül resmidir. Gül, Antikite’den başlayarak tarih boyunca kendine hem bahçelerin sevilen çiçeği olarak yer bulmuş hem çeşitli hastalıklara karşı bir tıbbi bitki olarak hem de benzersiz kokusuyla parfüm olarak kullanılmış. Örneğin Hristiyanlık’ta Hz. İsa’nın çarmıha gerildiğinde başındaki dikenli taç ve gülün kırmızı renginin onun kanı olduğu inancıyla Meryem Ana’nın gül sevgisi kavramı yerleşmiştir. İslam dininde ise cennet bahçeleri kavramı güller içindedir. Hz. Muhammed’in “Kırmızı gül Allah’ın ihtişamının belirtisidir” dediği söylenir. Hatta tasavvufta ilahi güzelliği simgelediği gibi, gülün o benzersiz kokusunu Hz. Muhammed’in terinden aldığına inanılır.”
RUHSAL BUNALIMA GÜL SUYU
Günümüzde yüzlerce farklı çeşitte gül var. Kimi sadece bahçe çiçeği olarak yetiştiriliyor, kimi ise yeme-içmede tüketilmek, yağı çıkarılmak için üretiliyor. Tarih boyunca güle çok değer verildiğini söyleyen İrepoğlu, Osmanlı döneminde de bu çiçeğe farklı anlamlar atfedildiğini anlatıyor: “Gül, hiçbir Osmanlı bahçesinden eksik olmaz. Padişahlar gül koklarken resmedilmiş, saray mutfaklarının ihtiyacını karşılamak için Gülhane kurulmuş. Gülün bir de şifa dağıtma yönü var. Ateşlenmeye, çarpıntı ve bayılmaya, baş ağrısına, kulak-burun-boğaz ve göz hastalıklarına, ruhsal bunalıma karşı eskiden beri gül suyu kullanılır.”