Dönüşü olmayan yolları yaşıyorsun hayatın içinde, tıpkı sevgili Ahmet Selçuk İlkan’ın söylediği gibi... Acı bir örnek ile sınandım, aslında geçtiğimiz hafta yayınlanması gereken bu röportaj esnasında! Adana’dan Berlin’e gitme kararı aldığında anacığını, muhteşem bir konserin ardından sahneden indiğinde babacığını kaybeden Ahmet Ağabey gibi ben de bu röportajın ilk deşifresini yapmaya koyulduğumda telefonum çaldı ve canımın bir yarısını, büyütenimi, öğretenimi, annem çalışırken bana annelik edenimi, anneannemi kaybettiğimi öğrendim! Sanki iki gün önce Ahmet Selçuk İlkan kendi hayatından kesitleri, yaşanmışlıklarını bilmeden anlatırken beni bu hüzne hazırlıyormuş. Hayatı tüm renkleriyle yaşamayı kendine düstur edinmiş bir genç olarak, hayatın acımasızlığını ilk kez yaşamadım kabul! Ama bu ağır oldu... Yaşam senin de dediğin gibi kısacık bir rüya be Ahmet Ağabey! Umarım senin kadar şanslı olurum ve ‘Güzel bir rüyanın başrol oyuncusu oldum’ derim mesleğimin 40’ıncı yılında! Dostlar! Üç neslin en tarifsiz duygularına şarkılarıyla, şiirleriyle tercüman olan ‘Kelimelerin Efendisi’ Ahmet Selçuk İlkan, 40’ıncı sanat yılını ‘40 Yıl, 40 Ses, 40 Nefes’ temalı bir proje albümüyle taçlandırdı. Haydi gelin dostlar ‘Unutulmayan Şarkılar’ albümü ile, Ahmet Selçuk İlkan’ın dizelerden notalara dökülen hayatına yelken açalım...
Geriye dönüp baktığın zaman nasıl bir 40 yıl geçmiş?
Meşakkatiyle, kederiyle, derdiyle ve güzellikleriyle kısacık bir rüya gibi! 40 yıl tabii ki 40 satıra sığmayacak ama inan gördüğüm en güzel rüya!
İyi bir kahraman oldun mu?
Kahraman değil, başrolünde oldum diyelim çünkü kahramanlık bambaşka bir şey. Bütün renkleriyle, bütün yüküyle, yaşanmışlıklarıyla omuzlarıma düşmüş başrolünde olduğum o filmin, şu anda bir seyircisiyim.
Her rengi doya doya yaşadın mı?
Hayat bazen acımasızdı ama tüm renkleriyle yaşadım. Bazı renkleri yaşamak istemezsiniz ama karşınıza gelir. Hiç unutmam bir Gülhane konserinde ki en çok alkışaldığımız geceydi, Ferdi Tayfur ile sahneden indiğimde babamı kaybettiğimin haberini almıştım.
Pişmanlıkların var mı?
Her insan kadar keşkelerim var. Dönüşü olmayan yolları yaşıyorsunuz!
Girmek zorunda kaldın mı o dönüşü olmayan yollara?
Hayat bazen direksiyonu elinden alıyor. Örneğin tahsil hayatı için Berlin’e gittiğim dönem annemi kaybettim. Bu dönüşü olmayan bir yoldur işte! Yıllardır gözyaşlarımla teselli bulmaya çalışıyorum. Bunun gibi onlarca kaybım oldu. Dönüşü olmayan yol size hayatınızın en güzel şarkılarını kazandırmıştır. Kimse bilmez, başrolde benim ama o şarkıların içinde herkesin gizli gözyaşları, dinmeyen acıları ve kederleri vardır.
DAHA YAZACAK, SÖYLEYECEK ÇOK SÖZÜM VAR!
Neydi seni şiire sürükleyen?
Beni şiire sürükleyen çok değerli ağabeyimin bende bıraktığı etkiydi. Ağabeyim canlı kütüphanemdi ve tam bir şiir delisiydi!
Lisede az şiirler okumamışsındır kızlara!
Öyle bir şansım yoktu çünkü erkek lisesinde okudum. Üniversiteye kadar şiirlerimi yazdım. Bir gün o şiirleri alıp Almanya’dan vatanıma döndüm.
Şansın yaver gitti desene ağabey...
Şanslıydım çünkü geldiğim ilk yıllarda gerçekten çok özel şarkılar yazdım ve ülkenin en değerli bestekarlarıyla tanıştım Selami Şahin, Coşkun Sabah, Selahattin Cesur ve Muzaffer Özpınar gibi... 1982’de şiirlerimi plak haline getireyim dedim. Kendi imkanlarımla bir plak yaptım içinde Fahriye Abla, Agora Meyhanesi var ve bir ekol başladı. Bu kervana onlarca sanatçı dostum katıldı. İşte bu şiirli müzikli melodiler bir akımın da başlamasına ön ayak oldu.
Kaç şiirin var toplamda ağabey?
1500’ü aşkın okunmuş, şarkılarım ve şiirlerim var. Elbette toplamda sayı çok daha fazladır. Hayat varsa umut vardır! Son nefesime kadar herşeyimi alın ama kalemimi elimden almayın çünkü daha yazacak ve söyleyecek çok sözüm var. İnanıyorum ki daha yan yana gelmeyen çok kelime var.
Nasıl karar verdin bu proje albümüne?
En çok sevdiğim sanatçıları hayat elimizden alıyor. Cem Karaca’nın, Barış Manço’nun, Aşık Mahsuni’nin, Neşet Ertaş’ın sağlığında böyle şeyler yapılmamış. Bir sanatçı için hayattayken yapılacak ne varsa yapılmalı, takdir, anma, vefa için ölüm beklenmemeli...
Hayatta ve sağlıklıyken bu proje albümü anısı için erken değil mi?
Ezberi bozmak istedim! Sanatçı belli bir ustalığa eriştikten sonra eğer buna layıksa, birikimleri de varsa kendi seçkileri ve seçtiklerini yine kendi seçtiği yorumcularla biraraya getirdiğinde de kendi koleksiyonunu yapmış olur. Adı üzerinde ‘proje!’ Bu projenin de sahibi eğer o sanatçıysa onun da bir emeği, alınteri ve gözyaşı olmalı.
Bir kitap projesi de yolda sanıyorum...
Yaza doğru şarkılarımın gerçek öykülerini merak edenler için kitabım geliyor. ‘Bir Gülü Sevdim’, ‘Hatıram Olsun’, ‘Gözler Kalbin Aynasıdır’ gibi onlarca şarkının gerçek hikayesini anlatacağım. Ayrıca, Adana Büyükşehir Belediyesi 40’ıncı sanat yılım nedeniyle resimler ve öykülerle 300 sayfalık bir kitabımı hazırladılar. Kitap da bu ay sevenlerimle buluşacak.
Albümü yaptın, kitaplar tamam... E bize yapacak ne bıraktın?
Size şiirlerimi bıraktım! Onları yazana kadar benimdi... Şiirlerim yazıldıktan sonra sahibini arayan mektuplar gibi olur. Sahibini bulunca ölümsüzleşir.
Albüm iki CD değil mi?
Evet iki CD! 20 sanatçının seslendirdiği 30 Ahmet Selçuk İlkan şarkısı var albümde.
‘40 Yıl, 40 Ses, 40 Nefes’ sloganıyla çıkmadı mı albüm?
Doğru ama bu ilk adımdı, projenin devamı var! Diğer 20 sanatçının olduğu devam projesi de mayıs, haziran ayı gibi çıkar. Sürpriz isimler seslendiriyor.
40 solisti belirlemek kolay olmamıştır.
Açıkçası birçok şarkım bana küstü! Biraz da şarkıların Polat Yağcı ile sanatçıların zevkine bıraktık. Çoğu da seçilmiş, sevilmiş, kendilerine göre iz bırakmış eserleri seçtiler. Bir tek Yıldız Tilbe hiç popüler olmayan kendine özgü bir şarkı seçti. Tabii bu, burada kalmayacak! İkincisi üçüncüsü gelecek.
İlk şarkıya dönen şiirlerim 1978’de ‘Ya Seninle Ya Sensiz’ ve ‘Gözler Kalbin Aynasıdır’ oldu. Selami Şahin ve Selahattin Cesur şarkılarımı ilk okuyan isimlerdi.
Söz yazarı ve besteciler arasında benim en büyük farkım...
Allah vergisi yeteneğinin dışında seni farklı kılan neydi?
Ülkemizdeki söz yazarı ve besteciler kendilerine bir dal seçerler. Tarzlarıya ya poptur ya arabesk ya taverna ya da özgün müziktir. Gel gör ki Ahmet Selçuk İlkan’ı hepsinde görebilirsin. Bir bakarsın ki Ahmet Kaya ile Fatih Kısaparmak ile... Bir bakarsın tavernada Cengiz Kurtoğlu, Ümit Besen ile... Bir bakarsın ki fantezide Selami Şahin, Coşkun Sabah ile... Bir bakarsın Gülden Karaböcek ile... Hatta bir bakarsın Ebru Gündeş, Sibel Can, Muazzez Abacı, Muazzez Ersoy ile...
İşte ilk kez açıkladığı tasavvuf şiiri
Üç ayları karşılayacağız yakında, Ramazan’a az kaldı... Paylaşmak ister misin bir tasavvuf şiirini?
Son yazdığım tasavvuf şiiri bu yıl Ramazan ayında kulaklarınıza çok iyi gelecek... İlk kez paylaşıyorum... Herkesin büyüklük tasladığı bir ortamda, en büyüğü yazmak çok zordur!
EN BÜYÜK SENSİN
Şu yalan dünyanın boş olduğunu
Bilip de yaşarsan en büyük sensin
Hissedip bir kalbin taş olduğunu
Yine de seversen en büyük sensin
***
Veysel olan bilir ne gördüğümü
Eyüp’ün sabrıyla ne ördüğümü
Sen de Yunus gibi şu kördüğümü
Çözüp de yaşarsan en büyük sensin
***
Adını yazsan da dağlara taşa
Ecel bu ne yapsan gelecek başa
Bakma ardından dökülen yaşa
Kalplerde yaşarsan en büyük sensin
Gönülde yaşarsan en büyük sensin
Şair yaşadığı toprağın tanığıdır
Şairler neden melankoliyle beslenirler?
Şairler kesinlikle muhalif yaratılmışlardır. Yaşadığımız dünya kusursuz bile olsa daha güzel ve daha iyi bir hayatın var olduğuna inanır, inandırırlar. Mutluluğun şiiri el ele, kol kola, göz göze geldiğin an yazılmıştır. Yazılmış ve bitmiştir. Şairi rahatsız eden biraz suya sabuna dokunmaktır. Ayrılık elbette aşkın gerçek terazisidir. Ayrılık anında, mesafeler sana ne kadar sevildiğini, özlendiğini gösterir ve anlarsın ne kadar sevdiğini ve özlediğini... Bunları ancak ayrılığın terazisinde ölçebilirsin! Öte yandan gözyaşı, öfke, bekleyişler insanı şair olmasa bile şair yapar. Bu nedenle en güzel romanlar ve en güzel şiirler ya hapishanede ya sürgünlerde ya da ayrılıklarda yazılmışlardır.
Ömrün boyunca sürgünde, hapishanede değildin...
Nasıl çıktı bunca şiir, bu ruh haline nasıl girdin?
Çok kolay! İyi bir gözlemciyseniz denizde boğulmadan, denizde boğulmanın nasıl olacağını bilirsiniz. Yazdığım şarkıların başrolünde hep ben olmasam bile mutlaka bir insan vardır demem bundan çünkü illa gözlemlediğim biri vardır. Bu terkedilmiş bir kadın olur, yalnız bir adam olur, kimsesiz bir çocuk olur bazen, bazen de sürgüne giden bir öğretmen veya askerden dönmeyen bir şehittir. Her şair yaşadığı toprağın tanığı, yaşadığı günlerin tanığıdır. Tanık olmak sadece sessizce bakmakla olmaz biz şairler sesimizi ve bütün gözyaşlarımızı hatta öfkemizi yalnız kaleme dökmekle değil! Kaleme döktüklerimizi de bağıra çağıra albümlere, şarkılara, notalara taşıyan gönüllü hamallarız. Bu gönüllü hamallığı yapmamızın tek amacı bir başkasının duyurmakta yetersiz kaldığı sesi, köprü olup bir başka kalbe duyurabilmek var. Hedefimiz ise kulaktan daha çok kalbe dokunmaktır! Çünkü iki türlü şarkı yazılır ya kulağa ya kalbe! Biz kalbe yazanlardanız. Elleri havaya değil, elleri kalbe götüren şairlerdenim ben...