22 Mayıs 2025 Perşembe / 25 Zilkade 1446

Buket Uzuner: Annesinin kalbini söken sefil evlat gibiyiz

Buket Uzuner, etiği ve saygısı hemen tüm kadim inançlarda var olan toprağa dair bir roman yazdı. Uzuner, Tabiat Dörtlemesi ’nin ikinci kitabında, toprağın “Bağrı deşilen bir ‘mal’ olmadığını hatırlatmak” istediğini söylüyor.

Hale Kaplan Öz17 Mayıs 2015 Pazar 07:00 - Güncelleme:
Buket Uzuner: Annesinin kalbini söken sefil evlat gibiyiz

Buket Uzuner’in Su isimli romanıyla başladığı ‘Tabiat Dörtlemesi’nin ikinci kitabı yayınlandı. Everest Yayınları’ndan çıkan Toprak’ın ana mekanı Çorum. Kahramanımız gazeteci- aktivist Defne Kaman bu kez Hitit dönemine ait tarihi eserlerin kaçakçılığı üzerine çalışırken gizemli biçimde kayboluyor. Herkes dört koldan gazeteciyi ararken eşzamanlı olarak şehirde meydana gelen esrarengiz olayları aydınlatmak Şaman geleneğine hakim bilgelere düşüyor. Macera ve gizem dolu romanın toprakla ilgili de bir derdi var. İnsanların toprağa efendilik taslamasına karşı çıkan Uzuner, romanında onun bir mal olmadığını, ihanetin sonunun felaket olduğunu hatırlatmak istediğini söylüyor.

- Psikomitoloji merakınız ilk ne zaman başladı? Korku imgeleri, masallar, efsaneler bir romanı besleyecek canlı unsurlar olarak zihninizde nasıl şekillendi?

Psikomitolojinin psikiyatrinin bir dalı olduğunu açıkcası adını Tabiat Dörtlemesi koyduğum Su, Toprak, Hava ve Ateş romanlarını yazmaya başladığım 2006 yıllında öğrendim. Ondan önce sanat ve edebiyatla ilgilenen hemen herkes gibi efsanelerin ve masalların içindeki sembollere ve fantastik kahramanlara meraklı biriydim elbette. Çünkü tıpkı kişisel olarak rüyalarımız gibi efsane ve kıssalar da her kültürün toplumsal ve psikolojik nedenlerle baskıladığı insani duygularımızın abartılı dışavurumlarıdır, anonim dökümanıdır, diye düşünüyorum. Sonuçta toplumların en bilgili, olgun veya zengini de dahil olmak üzere -hepimiz insanız ve korku- hayallerimiz açısından ayrıcalıklı değil, eşitiz... Psikomitoloji, kısaca her toplumun efsaneleri o toplumun ruh durumunu anlatır, diyor. Yunanlıları anlamak için Yunan destanlarına bakın, Türkleri anlamak için Dede Korkud ve bu konuda önemli çalışmalar yapmış Prof. Bilgin Saydam’ın dediği gibi ‘Deli Dumrul’un Bilinci’ne bakın.

- Toprak Çorum’da Hitit harabelerinde geçiyor. Roman için Çorum’a gittiniz. Bu ziyaretiniz kitabın seyrini nasıl etkiledi?

Mekan, bir romanın ana karakteridir, diye düşünen biriyim. Mesela, Adalet Ağaoğlu’nun Ölmeye Yatmak adlı güzel romanı Ankara’da geçer. Romanı götürüp İzmir’e ya da Sinop’a koyun bambaşka bir roman olur. Ya da İnce Memed’i Toroslar yerine Alp veya And Dağları’ne çıkartın, Raskolnikov’u Petersburg’da İstanbul’a veya Roma’ya gönderin, her şey değişir. Toprak, Çorum’da geçiyor; bu hem Anadolu’nun kalbinde bir bozkır güzeli şehre dikkat çekmek, hem de bizim özellikle yemek ve mimari kültürümüzü derinden etkilemiş Hitit İmparatorluğu’nun başkentini hatırlamamız için önemsediğim bir tercihti.

- Romanın içinde geleneğimizdeki alt dünyaya ait mitolojik hikayeleri muhteva eden bir kitap var, onun adı da Toprak. “Toprak kitabını okuyan göz artık eskisi gibi bakmaz” ifadesi yazılı söz konusu kitapta. Bu sizin romanınız için de geçerli sanki, ne dersiniz?

Ne güzel söylediniz! Umarım öyle olur, çok sevinirim. Çünkü biz insankızları ve insanoğulları son bin yılda Toprak Ana’mıza efendilik taslayıp, utanmadan onun hakkını yiyoruz. Ben bu romanda, toprağın bir mülk gibi alıp satılan, fethedilen, kaybedilen, betonla boğulan, maden ve petrol için dövülüp, bağrı deşilen bir ‘mal’ olmadığını hatırlatmak istedim. Toprak etiği, ahlakı ve saygısı benim bilebildiğim hemen tüm kadim inançlarda var, ama artık zıvanadan çıkan insanlık, toprağı üzerinde, içinde ve altında yaşayan binlerce canlıya yuva olduğunu unuttu! Annesinin kalbini söken adamın hikayesinde sefil evlat gibiyiz ve bu ihanetin sonu felaket! Kişisel görüşüm şöyle: eğer tarım, tohum ve gıda kadar, artan seller, kuraklık ve kıtlık sorununa edebiyatta yer vermezsek, hayat derdine düşmüş insanları bu konularda nasıl sarsacağız? Sarsmayı, hatırlatmak, unutturmamak anlamında kullanıyorum, çünkü biz insanlar, bir hikâyenin içindeki ‘kıssadan hisse’yi, diğer bütün anlatılardan, derslerden daha iyi kavrıyoruz. Ben de şöyle dedim: “Toprak ki; Rahimdir, Su’yun da yatağı, yuvası, anası. Toprak ki; yaşamdır, candır.” Bu nedenlerle Toprak romanını, tabiata zararlı projelerin önüne göğsünü siper ederek dikilen, asırlık yerel tohumları çeyiz sandığında en değerli mücevher olarak saklamayı akıl etmiş, olan Anadolulu çiftçi-köylü kadınlara anamın ak sütü gibi adadım.

- Devam eden Şaman geleneklerinden bahsedelim biraz da... Türk insanı ne kadar farkında hala Şaman geleneklerini sürdürdüğünün?

Nazar’dan korkup, kulağını çekmek ve sonra mutlaka tahta/ ahşaba üç kere parmağını vurmak, Anadolu’da yaşayan her dinden ve ırktan hatta ateistlerin de yaptığı ritüellerden biri, biliyorsunuz. O gelenekte neden tahta/ ahşap arandığını Su romanını yazarken yaptığım araştırmalarda öğrenince sevinmiştim çünkü aslında kadim Kamanlık geleneği’nde eski Türkler, o tahtayı, “Hayat Ağacı: Kayın” niyetine tıklatıyormuş. Ağaç da tabiat, toprak, su hava, tabiat yeryüzünün anası, dişi zekası, rahmi ve hayatta kalma nedenimiz elbette... Cemreler, kurşun dökmeler, Hıdırellez’de ateşten atlamalar, ağaca  çaput bağlamalar, rüyayı suya anlatmalar...

AKLIN SÜSÜ DİL, DİLİN SÜSÜ SÖZDÜR

- Kutadgu Bilig göndermeleri dikkat çekiyor. Sizce Yusuf Has Hacib bugünün insanına ne söyler? Okunması bugün neden değerlidir?

Kutadgu Bilig: Kutlu Bilgi Kitabı, ya da Mutluluk Bilgisi bin yıl önce, o zamanlar devlet anlamına gelen insanları mutlu etme sanatını şiir formunda anlatan önemli bir Türkçe yapıt. Yusuf Has Hacib adlı Türk şair ve bilgesinin tavsiyeler kitabı. Ben bu önemli mirasımıza dikkat çekmek için onu bir şifreler kitabı olarak kullanıyorum Tabiat Dörtlemesi romanlarımda. Diyor ki şair: “Aklın süsü dil, dilin süsü sözdür/ Kişinin süsü yüz, yüzün süsü gözdür.” Eğer bu beyiti Shakespeare ya da Mevlana yazsaydı FAV rekoru kırardı, ama nedense bizim haberimiz yok? Bu konuda düşünelim istedim.

- Defne Kaman sık sık kaybolma alışkanlığı olan bir kadın. Sizce bu ‘huy’unda babasının bir gün onu aniden terk edip gitmesinin payı var mı?

‘Uyumsuz Defne Kaman’ın Maceraları’nda onun sık sık kaybolmasını, Türk Mitolojisi’ndeki ‘don değiştirme’ yani metamorfoz için elverişli bir kurgu oyunu olarak kullanıyorum. Bize Latin Amerika Edebiyatı’ndan dünyaya yayıldığı söylenen, özellikle Marquez’in adıyla anılan  ‘büyülü gerçekçilik’ edebi akımının aslında, bizim kendi masal ve efsanelerimizin de özünde yattığını hatırlatmak arzusundayım. Romanda araştırma yaparken yaşadığı hayatî tehlike anlarında kaybolan Defne Kaman’ın yerine Anadolu’da kutsal sayılan bir hayvan belirip, nöbet tutuyor. Geyik! Romandaki eko-hacker’in adı da Karaca. Neden çokça ‘Geyikli Baba’ türbemiz  ve geyik efsanemiz var sanıyorsunuz? Böylece okura, ‘acaba bu geyik, gazeteci kadını metamorfoza uğramış şekli midir? Bu mümkün müdür?”ü sordurtmak arzusundayım.  Latife Tekin’in Sevgili Arsız Ölüm adlı nefis romanında yaptığı da biraz bu hatırlatmaydı bence... Baba-kız ilişkisine gelince... Bir kadını bütün hayatı boyunca babası kadar sahiden seven başka erkek yoktur! Tabii iyi babalardan bahsediyorum... Bu nedenle sizin saptamanız hiç de yabana atılacak gibi değil...

TÜRKÇE EŞİTLİKÇİ BİR DİL

- Umay Bayülgen “Bir kültürü anlamak için onun anadilinin matematik düzenine bakacaksın. Bu da o dilde söylenmiş bütün masal ve efsanelerin temelindeki hukuku ve vicdanı yansıtır diyor.” Dilimizi bu anlamda nasıl değerlendiriyorsunuz?

Dil, her toplumun nasıl düşündüğünün en önemli işareti bence, çünkü nörolinguistik; beyin-dil bilimi bize artık teknolojinin yardımıyla insanın konuşurken beynini nasıl kullandığını gösteriyor. Türkçe, eril ve dişil ekleri olmayan, her canlıya ve hatta cansız nesnelere de “O” zamirini kullanan son derece eşitlikçi bir dildir. Şimdiki halimize bakıp, “insanOĞLU’ndan başlayarak, kadına edilen belden aşağı küfürler dahil bu dile nasıl kötülük ettik diye düşünelim istedim. Ancak özünde yatan hümanist ve eşitlikçi zihniyet umut vericidir, tıpkı Anadolu’dan asla umut kesmemek gibi, bu dil ve kültürlerin aslı, barışçıl, çok kültürlü ve adil bir toplum olmamız için somut umutlar taşımaktadır.