İnsanoğlu başına gelenin, vücuduna uğrayan derdin kaygısına düşeli çok olmuş. Mezopotamya’da yazının ortaya çıkışıyla başlıyorsa tarih, ondan gerisi tarih öncesi olarak kabul edilir. Peki ‘hastalık’ ne zaman ortaya çıktı? Hastalık hayatla aynı zamanda ortaya çıksa da hastalık faktörlerinin varlığı, insanın tarih sahnesine çıkışından bile eskiye dayanıyormuş. Fosiller, hastalığın milyonlarca yıldır değişmediğini gösteriyor. En eski bulgular travmatik olanlar. O halde yeryüzünün en eski mesleklerinden olan ‘hekimlik’ ne zaman başlıyor?
Merhum Prof. Dr. Ali Haydar Bayat’ın, Tıp Tarihi isimli eserini okuyorum. “Yeryüzünde vücut acısının koparttığı ilk çığlık, hekim çağıran ilk ses olmuştur. Ancak bu sese ne zaman cevap verildiğini bilememekteyiz” ifadesi sorumu açıklıyor.
Önceleri vücutta meydana gelen herhangi bir değişiklik doğaüstü güçlere dayandırılır. Değişikliğin yani hastalığın ya öldürücü bir maddeden ya da ruhun kurbanın bedeninden ayrılmasından dolayı olduğu kabul edilirmiş. Ruh bedenden ayrıldığı için hastalık oluşuyorsa bunun çaresi ‘ruh yakalayıcılar’da olurmuş. ‘Ruh yakalayıcı’ transa geçer, kendi ruhunu hastanın ruhuna yollar, hasta ruhun geri dönmesi için uğraşırmış.
Kafatasındaki delikler
Tıbbın tarihine değince öğrendiklerimiz öylesine güzel ki... Mesela tarih öncesinde yaşayan insanların hastalıkları ve tedavi yöntemlerini bize anlatan bilgi kemikten geliyor. Kemikler bize Paleolitik ve Neolitik Çağ’da yaşayan insanlarda tüberküloz ve kemik tümörüne rastlandığını anlatıyor. Esas ilginç olan ise bu dönemde yaşayan insanların kafataslarındaki delikler. Bu uygulamanın gerekçesi tıbbi mi dini mi halen net olmasa da değişik dönemlerde, değişik coğrafyalarda yapılmış olması dikkat çekiyor.
Geçtiğimiz yıllarda kaybettiğimiz Prof. Dr. Şahin Aksoy’un notları arasında günümüz Borneo yerlilerinin düşüncesiyle karşılaşıyorum. Borneo yerlilerinde halen, tarih öncesindeki gibi, hastalığın bir düşmandan, bir hayvandan veya kötü ruhtan gelen kötü etkinin bedene girmesiyle olduğu düşüncesi sürmekteymiş. Tedavinin belirleyicisi ise hastalığın dokunma yoluyla başka birine, hayvana ya da bitkiye geçmesi inancıymış. Ölüye dokunmak hastalıkların ölüyle beraber uzun bir yolculuğa çıkması olarak kabulü zaman zaman para kazanma sebebi olurmuş. Aksoy’a göre, idam mahkumları hastalara ‘el vermek’ suretiyle onların hastalıklarını kendilerine alarak, para kazanırlarmış. İnsan karmaşık bir varlık; dolayısıyla başına gelenleri çözmek için değişik yöntemler denenir, bazen ilaç, bazen cerrahi, bazen ise görünmeyen varlıklardan korusun diye farklı takılar kullanılırmış.
Ömür sadece 30 yıl
İlkel insan, büyüsel ve ampirik girişimlerle hastalıkla savaşırmış. İlkel doktorlar, hem hasta bedendeki şeytanı korkutarak kaçırmaya çalışırken hem de ağrı kesici olarak afyon, kenevir gibi bitkilerden faydalanırlarmış. İlginç olan kadınlar erkeklerden daha çok bitki bilgisine sahip oldukları için iyileştiriciler kadınlarmış. Kadının başarılı olamadığı durumlarda hasta ‘büyücü hekim’e gidermiş. Ortalama ömrün 30 yıl olduğu bu devirde çiğ et yemekten kaynaklı diş çürükleri ve bağırsak parazitleri ağırlıktaymış.
Sağlık ve hastalık tarih boyunca var olan bir çaba olunca süreç de çok geriye gidiyor elbette. Sümerlerin çivi yazısı önemli. Londra Welcome Müzesi’ndeki Sümerli bir hekime ait mühür ile Louvre Müzesi’ndeki Babilli tıp adamına ait mühür tıp tarihinin en önemli ipuçlarını barındırıyor adeta.
Tıbbın ‘meslek olarak’ kabulünü yapan ve konuyla ilgili kanunlar koyan ne hekim ne de din adamı, bir kral: Babil Kralı Hammurabi. M.Ö. 2000’lere tarihlenen ve herkesin bildiği kanunlarda hem meslek, hem hasta hem de doktor korunmuş. Babil’de tıp gelişmiş, üstelik halkın da tıbbi bilgisi oldukça ileride. Heredot’un M.Ö. 430’daki notlarına göre Babil’in halkı amatör hekim. Eski Babil’de hasta çarşıya götürülür ve bırakılırmış. Gelip geçen, hasta ile ilgilenir ve tecrübelerini aktarırmış, hastanın yanından gidilmesine izin verilmezmiş.
Tarihteki ilk hekim
Mezopotamya’nın kil tabletleri Mısır’da yerini papirüslere bırakmış. Mısır’da her şeyin bir tanrısı vardır ve yeryüzündeki olayları kontrol ederler. Sağlık tanrısı Hermot, doğurma tanrısı ise Sekmet’miş.
Peki tarihteki ilk hekim kimdir? Tıp tarihi kitapları, M.Ö. 3000’lerde yaşamış ve firavunun başhekimi ‘Sekhet’enanach’ın ilk hekim olduğunu yazıyor. Hizmetleri karşılığında kraldan istediği, bir tas üzerine yaptığı hizmetlerin yazılarak sarayda görünen bir yere konması olmuş. “Kral’ın burun deliklerini iyileştirdi” yazısıyla leopar derisi giymiş resmi, tarihe düşülen not olmuş. En eski tıp belgelerinden biri Ebers Papirüsü imiş. Yaklaşık 900 reçeteyle 250 civarında hastalık içeren ve M.Ö. 1500’lere ait olan papirüsün en eski kitap olduğu düşünülmekteymiş.
Rahibin çantasındaki pekmez
Hindistan tıbbında, M.Ö. 4000’lerden günümüze dek devam eden uygulamalar varmış. Hint tıbbı denince akla ilk gelenlerden biri Ayurveda öğretisi. Yaşamın her haline hakim olan öğretide bedensel maddeler olan gaz, safra ve balgam ile makrokozmik güç olan rüzgar, güneş ve ay’ın durumları esas alınmaktaymış. Sağlığın adresi stresten uzak durmakmış. Cerrahide ileri olan eski Hintliler bisturi, makas, kateter ve şırınga kullanırlar; sezaryen, tümör çıkarılması gibi işlemler yaparlarmış. M.Ö. 563’de kurulan Budizm’in yaklaşımı da belirleyici olur. Budizm’e göre, ruh ve beden sağlığı için bedeni zevkleri terk etmek gerekir. Tapınaklarda hasta odası yer alırken, Budist rahibin çantasında ilaç olarak yağ, bal ve pekmez bulunurmuş.