7 Mayıs 2025 Çarşamba / 10 Zilkade 1446

Balat’ta bir sufi sofrası

Yemekler odun ateşinde 6-7 saatte pişiriliyor, bakır kaplarda servis ediliyor, tahta kaşıkla yeniyor. Sofrada şerbet ve esmer ekmek dışında bir şey yok. Mesnevi sohbetlerinin yapıldığı Suf-i Sofrası adlı restoranda çayınızı yudumlarken Türk Tasavvuf Müziği dinliyorsunuz. Kısaca Balat’ta açılan bu mekanda ruhunuz da doyuyor.

AHMET DUR12 Ekim 2014 Pazar 07:00 - Güncelleme:
Balat’ta bir sufi sofrası

İstanbul’da her geçen gün açılan yeni mekanlara biri daha eklendi: Suf-i Sofrası. Fatih Balat’ta açılan mekan, unutulmaya yüz tutmuş bir kültürü yaşatmaya çalışıyor. Yemekler odun ateşinde 6-7 saatte pişiyor. Servisler şık porselen tabaklarda değil, bakır tabaklarda servis ediliyor. Masaya asla bıçak konulmuyor. Mümkün olduğunca tahta kaşık kullanılıyor. Adından da çağrışım yaptığı gibi aynı zamanda bir tasavvuf mekanı.

Kısa sürede kendine has bir kitle oluşturan mekanı açan kişi Mehmet Çetin Demirhan, aynı zamanda gazeteci. Yıllarca ulusal gazete ve dergilerde çalışmış, belgeseller çekmiş, TRT ekranlarında tasavvuf programları hazırlamış. Aynı zamanda iyi bir aşçı olan Demirhan’ın elinin lezzetini restoranlardaki yemeklerden tadabilirsiniz. Çünkü mönüdeki tüm yemekleri kendisi hazırlıyor. Tekke yemekleri üzerine çalışan Demirhan, aynı zamanda bir Mevlana aşığı. Mesnevi sohbetleri yapıyor. Yani Suf-i Sofrası’na gidenlerin gönüllerini de doyurmaya çalışıyor.

ESKİDEN MUTFAKTA ADAM DA PİŞERMİŞ

Suf-i Sofrası’nın, tekke-dergah yeme içme kültürünü hatırlatmak için kurulduğunu söylüyor Mehmet Çetin Demirhan: “Kendine has ritüelleri olan dergah mutfaklarında sadece yemek pişmez aynı zamanda ‘adam-insan’ pişerdi. Çünkü tekke mutfağı kişinin nefsini terbiye ettiği yerdi. Suf-i Sofrası’nda bu gelenek mümkün olduğunca yeniden hayat bulmaya çalışıyor.”

Demirhan, ilk zamanlar insanları tahta kaşıkla bakır sahanda yemek yemeye alıştırmanın zor olacağını düşünmüş. Ancak korktuğu başına gelmemiş: “Hem buna hem de o gün çıkan yemek neyse onu yemeye gönüllü oldular. Belki ruhlarındaki gizli hazine ortaya çıktı. Odun ateşinde ve bakır kazanda saatlerce pişen yemeğin lezzeti de insanları buraya çekmiş olabilir. Restoranı açarken bu kadar çok ve farklı çevrelerden ilgi olacağını beklemiyorduk.”

EKMEKLER KÜÇÜK KÜÇÜK DOĞRANIYOR

Restoranda her şey usulüne uygun. Ocağın yakılmasından malzemelerin yemek kazanlarına konulmasına ve yemeğin tabaklara aktarılmasana... Hatta kaşıkların masalara ters ya da düz konulmasına kadar. Zaten masada sadece tahta kaşık bulunuyor. Beyaz ekmek yerine esmer ekmek servis ediliyor. Tabakta yemek bırakılmadığı gibi yarım ekmek de bırakılmaması geleneğine de uyuluyor. Bunun için ekmekler küçük doğranmış halde masalara getiriliyor. Yemeğin yanında ise şerbet ikram ediliyor.

Suf-i Sofrası’nda sohbet de hiç eksik olmuyor. Haftanın belirli gün ve saatlerinde sohbetlerde yer almak için İstanbul’un her köşesinden her mevkiden insan buraya gelerek sohbetlere katılıyor.

Müzik DİNLETİSİ DE VAR

Adı sufi olur da tef, ney ve bu ikiliye eşlik eden musiki olmaz mı? Tuğba Gülyeşil, Suf-i Sofrası’nın adeta şakıyan sesi. Gülyeşil tam bir tasavvuf aşığı. İlahiler ve Türk Musikisi onun vazgeçilmezi. Yemekler yendikten ve sohbetler yapıldıktan sonra gözler Tuğba Gülyeşil’dedir artık. Mis kokulu çayınızı yudumlarken onun güzel sesinden ilahi dinleyebilirsiniz. Kısaca, Suf-i Sofrası, midenizin yanı sıra ruhunuzu da besliyor. 

[email protected]