Bizde Batılı anlamda bir resim sanatı tam anlamıyla gelişmemiştir. Bu nedenle ecdat, erken tarihlerden itibaren Batı’dan ünlü ressamlar getirterek sanatlarını bir süreliğine de olsa İstanbul’da icra etmelerini arzu etmiş bu arada kendi portrelerini de yaptırmıştır. Tarihimizin bu ressamlar tarafından canlı bir şekilde bugüne nakledilmesi tarihçiler için önemli bir husustur.
İstanbul’a resmi bir davet üzerine gelen ilk ressam İtalyan sanatkar Matteo di Posti’dir. Fethin 10'uncu yılında Venedik elçisi Michielli vasıtasıyla İstanbul’a gelen Posti, hem ressam hem de madalyon ustasıydı. Sonra yine Fatih Sultan Mehmet tarafından davet edilen ressam Costanzo di Ferrara da İstanbul’a gelmişti. Bu iki sanatçı üzerinde Fatih’in resmi bulunan madalyalar yaptı. Costanzo’dan sonra İstanbul’a Fatih’in de portresini yapan ünlü ressam Gentile Bellini geldi. Bellini Fatih portresinin bir kopyasını yaparak Venedik’e götürdü. Bugün İngiltere’de muhtelif müze ve sanat galerilerinde sergilenen resim muhtemelen kopya olandır, zira orijinal resmin Fatih öldükten sonra kaybolduğu söylenmekte. Bellini bunun yanında İstanbul manzaralarını, şehirde bulunan eserleri ve saray erkanının portrelerini yaptığı gibi birçok desen de çizmişti. Maalesef bu resimlerin de akıbeti meçhuldür. Çok az bir kısmı British Museum’da sergilenmektedir.
KANUNİ'DEN SONRA ARTTI
II. Bayezıd zamanında Rönesans devrinin ünlü sanatkarlarından Leonardo da Vinci’nin Cenova’dan Sultan’a Haliç için bir köprü projesi sunduğu ancak bunun kabul görmediği belgelerle sabittir. Kanuni Sultan Süleyman devrinde ise Hollandalı ressam Pieter Coecke van Aelst İstanbul’a gelmiş ve Sultan’ın geçit törenini izleyerek Hipod-rom’da Geçit adlı meşhur gravürünü yapmıştı. Bu sanatçıyı, 1555'te İstanbul’a Kutsal Roma-Germen İmparatorluğu’nun elçisinin maiyetinde gelerek burada dört buçuk yıl kalan Flensburglu Melchior Lorichs izlemiştir. Lorichs, İstanbul’da kaldığı süre içinde paftalar halinde 12 metre uzunluğunda efsanevi bir panorama çizmişti.
Kanuni devrinden 18'inci yüzyıla kadar kaç yabancı ressamın geldiği hususu tarihçiler arasında tartışma konusudur ancak bu yüzyıldan sonra Osmanlı’ya gelen yabancı ressam sayısında gözle görülür bir artış yaşanmıştır. Lale Devri'nde İstanbul’a ve Türklerin giydiği kıyafetlere dair yüzlerce resim yapan Jean Baptiste van Mour, eserleriyle Osmanlı'nın içtimai hayatını Avrupa’ya tanıtan ressam olmuştur. Patrona Halil isyanını da resmeden bu ünlü sanatkar İstanbul’da vefat etmişti. Van Mour’dan sonra İstanbul’a gelen iki önemli ressam Antoine de Favray ve Jean Baptiste Hilaire’dir. Bu iki sanatkar sadece Boğaz'ın muhteşem manzaralarını resmetmemiş, Osmanlı toplumunun adetlerine dair pek çok eser de vermiştir.
III. Selim ve kız kardeşi Hatice Sultan'ın isteği ile İstanbul’a gelen Antoine-Ignace Melling, mimari eserleri kadar yaptığı Boğaz manzaralarını içeren resimleriyle de tanınmıştı. Sanatkar bir ruha sahip olan III. Selim de ona sarayda yıllarca çalışma fırsatı verdi. Sultan II. Mahmut ise Sardunya sefaretinde ateşe olarak görev yapan Gobbi’ye şehzadelerinin, W. Reuter’a da kendi portresini yaptırmıştı. I. Abdülhamid devrinde de batıdan bir hayli ressam gelmiş ve padişah tarafından himaye edilmişti. Bunların arasında Durand, Lappé, Labrier ve İtalyan Amadeo Preziosi’yi sayabiliriz.
Kendisi de ressam olan ve bugün Türkiye’de tek bir tablosu bile olmamasına rağmen ona ait 67 adet çizimin yer aldığı bir desen defterinin Polonya’da, Krakov Ulusal Müzesi'nde saklanan Sultan Abdülaziz’de ressamlara ilgi göstermiş, Felix Ziem ve İvan Ayvazoski’yi himaye etmişti. Özellikle Ayvazoski Türk ressamlar üzerinde etkili olmuş Süleyman Seyyit Bey ve Şeker Ahmet Paşa’yı destekleyerek onların Avrupa’ya gitmelerini sağlamıştı. II. Abdülhamid devrinde ise en bilinen ressam Fausto Zonaro idi. Tarih, savaş, deniz, manzara ve portrenin yanı sıra özellikle de Türk ressamı olarak tanınan Zonaro yıllarca saray ressamı olarak çalışmıştı.