1 Mayıs 2025 Perşembe / 4 Zilkade 1446

Bir rüyayla müjdelenen kutsal emanetler

Hilafetin Osmanlı İmparatorluğu’na geçmesi ile birlikte İstanbul’a getirilen Mukaddes Emanetler, 500 yıldır Topkapı Sarayı’nda büyük bir titizlikle korunuyor. Yahya Kemal’in “Bu devletin iki mânevî temeli vardır: Fâtih’in Ayasofya minaresinden okuttuğu ezan, Selim’in Hırka-i Saâdet önünde okuttuğu Kur’an” sözleriyle anlattığı Mukaddes Emanetler’in getirilişi ve korunmasındaki detayları Topkapı Sarayı Müze Müdürü Prof. Dr. Mustafa S. Küçükaşçı, anlam derinliğini de yazar Mustafa Özdamar anlattı.

ZEYNEP TÜRKOĞLU7 Mayıs 2017 Pazar 07:00 - Güncelleme:
Bir rüyayla müjdelenen kutsal emanetler

‘Emanat-ı Mukaddese’ adıyla da bilinen Mukaddes Emanetler’in İstanbul toprağını ilk şereflendirişinden bu yana tam beş asır geçti. Kendini bu emanetlerin hizmetkarı olarak tanımlayan Osmanlı, devlet ömrünü tamamladı. Ancak değerleri, gelenekleri ve kurumları devamlılığını sürdürüyor. Bunu bize Ayasofya’dan yükselen ezan, Hırka-i Saadet dairesinden gelen Kur’an-ı Kerim sesi söylüyor. Osmanlı Devleti tarih sahnesinden çekilmiş olsa da mirası, İstanbul’un baş tacı olarak yaşıyor. Mukaddes Emanetler’in getirilişi ve korunmasındaki detayları Topkapı Sarayı Müze Müdürü Prof. Dr. Mustafa S. Küçükaşçı’ya, anlam derinliğini yazar Mustafa Özdamar’a sorduk.

Hikayenin başına bakalım önce...

Hilmi Aydın’ın ‘Hırka-i Saadet Dairesi Ve Mukaddes Emanetler’  kitabının girişinde az çok bilinen bir olaya yer veriliyor: Tarihçi Hoca Saadeddin Efendi’nin babası Hasan Can’dan naklettiğine göre Yavuz Sultan Selim çoğu geceler uyumaz, nedimi Hasan Can ile kitap okuyup ilmi konularda konuşurmuş. Hasan Can uyuyakalıp hünkarın hizmetine gidemediği bir gecenin sabahında Yavuz, Hasan Can’a sorar; “Ne düş gördün? Beyan eyle...” işin aslı sonradan anlaşılır ki, Yavuz’a görülecek bir rüyanın haberi gelmiştir, ama rüyayı gören zannettiği gibi Hasan Can değildir. Rüya sahibi Kapı Ağası Hasan’dır, gördüklerini hünkarına arz eder; “Gecenin bir vakti sarayın kapısı çalınır. Arap kıyafetli, Arap simalı nurani kimseler bellerinde silah, ellerinde bayrak beklemektedirler. Başlarında sancaklı dört kişi vardır. Bunlardan kapıyı çalanın elinde ise padişahın ak sancağı bulunmaktadır. Hasan Ağa’ya hitaben; Bu gördüğün Resulun (s.a.s.) ashabıdır. Bizi gönderip selam etti ve buyurdu ki, “Kalkıp gelsin, Haremeyn hizmeti ona verildi.” Bu gördüğün dört kimseden, bu Ebu Bekr-i Sıddık, bu Ömerü’l Faruk, bu Osman-ı Zinnureyn’dir. Seninle konuşan ben ise Ali Bin Ebu Talip’im. Var, Selim Han’a selam söyle...” Rüyayı dinleyen Yavuz’un yüzü kızarır, gözleri yaşarır. Hasan Can’a bakıp “Biz sana demez miyiz ki, bir tarafa memur olmadan hareket etmeyiz. Ceddimiz velidir. Kerametleri vardır. Ancak biz onlara benzemedik” der. Bu hadiseden sonra hazırlıklar tamamlanır, Mısır seferine çıkılır. Artık Mısır ve Hicaz, Osmanlı’nın sorumluluğundadır.  Bunun ilk tescili de 20 Şubat 1517 Cuma günü gerçekleşir. Kahire’deki Melik Müeyyed Camii’nde Yavuz Sultan Selim adına hutbe okunur. Hatip hutbede yeni halifenin adını söylerken o zaman kadaradet olduğu üzere “Hakimü’l Haremeyni’ş Şerifeyn” sıfatını kullanır. Yavuz müdahale eder, ‘Hâdimü’l Haremeyni’ş Şerifeyn’ denilmesini ister. Böylelikle emanetin sahibi değil, hizmetkarı olmaya talip olduğunu ifade etmiş olur. 

Bir takım eşya ve malzeme gibi somut şeylerin ötesinde, nedir kutsal emanet?

Yüz yıllar boyunca herkes kendi zevkine göre bir şeyler söylemiş. Alimlerin, salihlerin her birinin söylediği bir şey var. En kutsal emanet sanki hilafettir gibi geliyor bana. Neyin hilafeti? Hak Teala’nın hilafeti. Yani ‘Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım’ dedi. O hilafet emaneti teklif edilmiş yaratılmışlara, insanoğlu yüklenmiş. Kur’an-ı Kerim’de bahsedilen emanet benim yorumuma göre Allah’a halife olma emanetidir.  Halife-i ruy-i zemin kavramı da bir yerde oradan doğmuştur...

Ne demek Halife-i Ruy-i Zemin?

Bu sadece Müslümanların halifesi olarak anlaşılırsa eksiktir. Halbuki ruy-i zemin (yeryüzü) diyorsun. Bütün yeryüzüne halife. Sadece Müslümanım, Elhamdülilliah diyenlerin değil, seninle savaşanların da halifesisin. Ne olarak? Hakkını koruyanı kollayanı olarak. Bu hilafet emanetine riayetin en başında, en vazgeçilmez şart olarak had-hudut; haddini bilmek var. Ondan sonra da hak, hukuk kavramları var. Benim mertebem neresi olursa olsun haddimi bilmezsem yaptığım her şey çürümeye mahkumdur. Başkalarının hadlerine, haklarına riayet etmezsem yapıp ettiğim her şey çürümeye mahkumdur. Halife-i ruy-i zemin mertebesinde bulunan kimse, adı her ne olursa olun, bunlara  riayeti kadar makbul oluyor. 

Pekiyi niye bitiyor bir yerde, madem makbul?

Hakka hukuka ilanihaye riayet edilemeyeceği için. Bir de, öyle bir şart yok. Her ümmetin bir eceli var deniliyor. Ama önemli olan o süre ne kadar olursa olsun, onun içinde bu kavramlara riayet ediyorsan üç beş gün bile sürse, o yüz yıllar boyunca anılır. İran kisrası Nuşirevan mesela, adaletiyle meşhurdur. Peygamber Efendimizin çocukluğu döneminde yaşamış biridir. Nuşirevan’la (İran’da yaşamış mecusi hükümdar) aynı dönemde yaşamış olmaktan iftihar ediyor Hz. Peygamber. Onun gibi adil bir hükümdarın ve Hatem-i Tai (cömertliğiyle ünlü Arap şairi ve kabile reisi) gibi büyük bir cömertin devrinde dünyaya gelmiş olmaktan dolayı iftihar ederim diyor. Niye? Çünkü insanoğlu için en lazım olan vasıflar onlar; adalet ve sahavet… Bunlar da birer emanet. Allah’ın kendisine halife kıldığı insana tevdi ettiği en kutsal emanetlerden. Emanet deyince, bunlar üzerinde yoğunlaşmak lazım. 

PEYGAMBERİMİZ’İN EMANETLERİ NELER

Bir rivayette, “Size iki ağır emanet bırakıyorum” diyor. “Size öyle bir şey bıraktım ki, ona sımsıkı sarılmanız halinde hiçbir zaman doğru yoldan sapmazsınız. Allah’ın kitabı ve Allah’ın Peygamberi’nin sünneti ile ehl-i beytim” diyor. Ehl-i beyt emanetine insanlarımız muhabbet beslemiştir. Hz. Peygamber’den intikal eden eşya da zaman içinde toplanmış. Ümmet adına hareket eden sultanlar bunları korumak derdiyle bir yerlerde topladı. Bu bir hürmettir. Sevgidir. Onların olumlu çağrışımından güzel duygular düşünceler edinerek insanlığımıza bir şeyler katabilirsek, emanete riayete yaklaşılmış olur. 

OSMANLI MADDİ VE MANEVİ OLARAK NASIL BAKTI

Osmanlı’nın kuruluşundan bir şey anlatılır. Kimi efsane diyebilir, ben gerçek olduğu kanaatindeyim. Osman Gazi, Şeyh Edebali’nin evinde kendisine ayrılan odada çantanın içinde Kur’an-ı Kerim’in duvara asılı olduğunu görüyor. Osman Gazi bu odada ayaklarımı uzatıp yatamam diyor. Belki oradaki 6-7 saatlik hürmetine lutfen kendisine altı yüz yıllık bir devlet verildi. Bazen basit gibi görünen şeylerin büyük neticeleri olur. Bizim milletimiz zorla değil, İslamiyet’e sevdalanarak Müslüman oldu. Hilafeti ve diğer emaneti taşıyan Osmanlı bugün yok. Kaybolan bir şey yok. Osmanlı’nın ismi şekli değişmiştir. Eğer şu anda biz yine büyük insanlık ailesinin tamamına karşı adalet ve ihsan kavramları ile yaklaşmaya devam edersek, hilafetin şunun bunun ortadan kalması diye bir şey olmaz. Bunlar belli dönemleri kapsayan kararlardır, ertelenmelerdir. Tohum toprağa atıldıktan sonra hiç ummadığın anda çıkıverir. Hiçbir şey kaybolmaz.

Cennet bu dünyada başlar...

Hz. Peygamberin Hz. Enesle çocukluk yaşlarında iken yaptığı bir konuşma vardır. “Ya büneyye” diye başlıyor. Bizim Türkçemizde kullandığımız evlatcağızım, yavrucağızım, kuzucağızım gibi bir şefkat ve yakınlığı ifade eden hitaptır. Diyor ki, “Sabahtan akşama akşamdan sabaha bir gün boyunca (ve tabii bütün ömrünce aslında) kalbinden hiç kimse hakkındabir hainlik geçirmemeyi başabilirsen, gücün yeterse bunu yap.” Bu bize rahmettir. Yani kolay kolay gücümüzün yetmeyeceği de ortada ama... İşte Efendimizin alemlere rahmet olması böyle her an tecelli eder. “Zordur ama hedefine bunu koy diyor bize. Ve bu benim sünnetimdir” diyor. Hz. Peygamber’in  emanetlerini hatırlayalım; Kur’an ve sünnet... Ve müjdeliyor yine; “Benim sünnetimi ihya eden (yaşayan-yaşatan) beni ihya etmiş gibi olur. Beni bu şekilde yaşatan da cennette benimle beraber bulunur” diyor. Bana göre bu tavsiyeye uygun yaşayan insan cenneti bu dünyadan başlayarak yaşamış olur zaten. Yapabildiğimiz kadar yapsak, ya da en azından hedefimiz, niyetimiz o olsa...