25 Nisan 2024 Perşembe / 17 Sevval 1445

Bu şehri festival başkenti yapalım

İstanbul son birkaç yılda birçok festivale ev sahipliği yaptı. Ancak bu sayı Londra ile kıyaslandığında yeterli değil. Festivallerle ülke ekonomisinin de büyüdüğüne işaret eden Dream Sales Machine yönetici ortağı İlker Akar, Türkiye’de bu sektörün nasıl gelişebileceğini anlattı.

22 Temmuz 2018 Pazar 07:00 - Güncelleme:
Bu şehri festival başkenti yapalım

Turizmde hareketliliğin sağlanması açısından festivallerin etkisi malum. Bir festival için tüm yıl para biriktirip, dünyanın bir ucuna gittiğimiz oluyor. Çünkü günümüzde paramızı, yaşayacağımız deneyimlere yatırıyoruz. Aklınıza gelebilecek hemen her konuda düzenlenen festivallerde eğlenirken ilginizi çeken konularla ilgili bilgi alabilir, yeni deneyimler yaşarken arkadaşlıklar kurabilirsiniz. Son yıllarda niteliğine ve içeriğine bakmazsak İstanbul da birçok festivale ev sahipliği yaptı. Ancak dünyada çok daha önce kendine yer açan festival kültürü ne yazık ki ülkemizde henüz hak ettiği yere ulaşamadı. 2017 yılında Avrupa’nın en büyük açık hava festivali olarak kabul edilen İstanbul Coffee Festival’ini gerçekleştiren Dream Sales Machine yönetici ortağı İlker Akar, “Dünyada milyar dolarların oynadığı bir sektörden bahsediyoruz. Türkiye’de festivallerle bin fabrikaya eş değer istihdam sağlayabiliriz” diyor. İlker Akar ile dünyadaki festival kültürünü ve Türkiye’de bu sektörün gelişmesi için yapılması gerekenleri konuştuk.  

Dream Sales Machine nedir? Hayal üreten bir şirket olarak öncelikleriniz nelerdir?

Hayal Makinası A.Ş’nin öyküsü 25 yılı aşkın etkinlik yönetimi, doğrudan ve entegre pazarlama alanlarında binlerce proje üreten hayalperest bir ekibin, 2016 yılı sonlarında kendileri gibi hayalperestlerden oluşan yeni bir ajans kurmalarıyla başladı. Hayalleri gerçekleştirecek yeni markanın adı ise Dream Sales Machine (Hayal Makinası) oldu. Özenle üstünde çalıştığımız konular ise insan, deneyim ve marka. Marka ve insan iletişiminde son on yılda hızla gelinen teknolojik pazarlama kurguları arasından fark oluşturarak, etkinlik endüstrisinde ilham verici ve yepyeni bir kulvar açıyoruz. Marka odaklı değil insan odaklı projeleri, çoklu marka deneyimleri ve bireylerden oluşan platformlar üzerine inşa eden bir ekibe sahibiz. 

Festivallere katılım seneler içinde nasıl değişti?

Ciddi bir artış var, ancak birçok etkinlik bir festivalin sahip olması gereken niteliklere sahip değil. Bugün restoran işletmecisinden ev hanımına, canı sıkılandan fikri olmayan herkesin festival yapma çabası sadece sektörel yıkım getirecek. Bizden sonra tam 24 farklı “Yeme ve İçme Festivali” çıkmış. İlk pazarlama yaklaşımları iyi fikir olmayan, bedava stand teklif etmekle yürüyen bu tehlikeli gidiş kendilerinin kısa sürede oyun dışında kalmasına yol açıyor. Uzun vadede bu alandaki herkesi de tehdit ediyor. Dünyada ise durum çok farklı. Bask Bölgesi 30 yıl öncesi ayrılıkçı terör ile anılırken, bugün muhteşem doğası ile birlikte ve inanılmaz bir turizm hareketliliğine sahip yeme ve içme odaklı etkinlikleriyle Avrupa’nın en önemli gastronomi başkentlerinden birisi oldu. Keza ABD, Birleşik Krallık (Londra merkezli), Fransa, İtalya, İspanya gibi ülkeler yeme ve içmeyi gerçek bir şölene taşıyorlar. Darısı başımıza. Vasat işlerden kurtulup nitelikli projelere kafa yorulduğu an başka bir yolculuk başlayacak. Ülkemizde bugün Mehmet Gürs, Ebru Baybara Demir gibi isimler dünya gastronomik haritası üzerinde coğrafyamıza ciddi bir işaret oluşmasını sağlıyor. Bu dahi çok önemli.

İstanbul son birkaç yılda kahve, makarna, çikolata, çay, kahvaltı, burger, pizza gibi birçok festivale ev sahipliği yaptı. Bunların yaklaşık yüzde 80’i birinci ya da ikinci etkinlik sonrasında devam edemiyor. Sürdürülebilir festivallerin sırrı nedir?

İyi kurgulanmayan, üstünde çalışılmamış, kitlelerin talepleri göz önüne alınmadan festival adına yapılan bu tür etkinliklerin devamının gelmemesi kaçınılmaz bir son aslında. Ancak bu tarz etkinliklerin dışında, yeme ve içme dünyasında kitlesel olmayan çok iyi işler de ortaya çıkıyor. Mesela Sirha İstanbul, 101 Lezzet, Yedi gibi çok olumlu etkinlik kurguları da görülüyor. Her endüstride olduğu gibi sürdürülebilirlik çok temel değerlere bağlı. Kreatif performansınız, bu yıl daha fazla ne sunmalıyız çabanız, milyonlarca TL’lik risk maliyet yatırımının cesaretini üstlenmek, sponsor olsa da olmasa da yola çıkmak, sürekli üretmek ve gelişmek… Biz buna gerçekten çok ciddi emek harcıyoruz. Gerek İstanbul Coffee Festivaliyle gerekse diğer etkinliklerimizle bu konuda doğrunun nasıl olması gerektiğini anlatmaya çalışıyoruz. Tümü başarıyla sonuçlanan etkinliklerimizin arka planını biraz açmam gerekiyor aslında. Bizler Dream Sales Machine olarak uzun yıllardır “marka deneyimi artı tüketici deneyiminin” bir araya geldiği yepyeni bir etkinlik yapısı üzerine çalışıyorduk. İsmini “deneyim ekosistemi” olarak adlandırdığımız; yaklaşımını, içeriğini, kurgusunu, öyküsünü her şeyini bizim temalandırdığımız yepyeni bir pazarlama platformu sunduk ülkemize. Burada tüketici ile markaların ortak deneyimlerinin oluşturulduğu çoklu iletişim kanallarının bütünü devrede. Aynı anda hem dijital hem analog hem tat hem görsel hem işitsel hem koku hem bilgi. Geleneksel etkinlik ve 360 derece pazarlama esaslı teorileri bu ekosistem ile dönemin dışına ittik. 

Peki festivalsiz bir gençlik pazarlaması mümkün mü?

Festival bu konuda en elverişli ve en doğru etkinlik. Gençlerin tamamına yakını öğrenci. Ağırlıklı olarak part time gelirler dışında aile harçlıkları ile geçiniyorlar. Bu kısıtlı bütçeler milyonlarca öğrenciye baktığınızda sabırla ve yavaş yavaş biriktirilip sonrasında arzu ettiği bir eşyaya sahip olmak ya da eğlence, sinema, tiyatro, konser ve festivallerle geri dönüyor ekonomiye. Bu bağlamda festivalsiz gençlik pazarlaması şüphesiz mümkündür, fakat tüm renklerinden uzak pastel renklerde geleneksel pazarlama ile haşır neşir olma zorunluluğudur. Başka bir şey değildir.

2017’de İstanbul Coffee Festival’i Avrupa’nın en büyük açık hava festivali olmuştu. Sizce İstanbul’un festivaller başkenti olması mümkün mü? 

Önce lokal gerçekliğimiz içinde nasıl uluslararası çekim markaları oluştururuz düşüncesine kafa yormamız ve üretmemiz gerekiyor. Fakat Türkiye’de problemin talep değil, nitelikli arz olduğunu düşünüyorum. Bence harika bir İstanbullu genç nüfusumuz var ve deneyim odaklı, eğlenceli, kültür dolu etkinlikler talep ediyorlar. Makul veya ulaşılabilir fiyatlı, fakat yerel yönetimler ve büyük markaların da desteğinin ya da elinin üzerinde olduğu işlerin üretilmesi, sunulması yeterli. Festival ve etkinlik talep eden bir kitlemiz var ülkemizde. Bu bağlamda arz işi çözülmeli. Sonrasında muhtemelen en iyilerini sunarız tüm dünyaya.

Eylül’de eğlenceye doyacaksınız

“7–9 Eylül’de 3.’sünü düzenleyeceğimiz İstanbul Comics and Art Festival, Kadıköy sokaklarına da açılıyor. Artık dünya markası konumuna ulaşan İstanbul Coffee Festival‘inin 5.’sini ise 20–23 Eylül tarihleri arasında Axess‘in ana sponsorluğunda Küçük Çiftlik Park İstanbul‘da düzenleyeceğiz. On binlerce kahve severi “The Source, The Journey, The People“ temasıyla ağırlayacağız. 28–30 Eylül 2018 tarihlerinde de Ankara Coffee Festival‘inin 2.’sini düzenleyeceğiz.” 

Turizm canlanıyor

“Festivaller hizmet endüstrisinde olağanüstü büyük bir alanı kapsıyor. Günümüzde 5 trilyon dolarlık bir endüstrinin önemli başlıklarından biri. Örneğin Birleşik Krallık’ın 2016-2017 dönemi rakamlarına bakalım. 42.3 milyar poundluk bir endüstri büyüklüğü ve 570 bin tam zamanlı çalışan görüyoruz. En büyük 10 İngiliz organizasyon ajansının yıllık toplam cirosu 3.5 milyar poundun üzerinde. Dünyaya baktığımızda ilk 200 festival arasında yokuz. İlk 200 arasına girmek ve milyonlarca dolarlık ekonomi sağlayacak festivaller oluşturmak, doğru kaynak ve planlama ile ülkemizde de mümkün. Türkiye’de festivaller pazarı belediyeler ve lokal etkinlikler içinde olmak üzere 100-150 milyon dolar civarında. Dünya üzerinde bu rakamın 50 milyar dolar düzeyinde olduğu tahmin ediliyor. Diğer yandan, festival ciddi ölçekte turizm hareketliliği de oluşturuyor. Ayrıca Türkiye, turizm sektörü dışında festivaller aracılığıyla en az 100 bin kişilik bir istihdama ulaşabilir. Bu da aslında neredeyse bin fabrika demek.”