NİĞDE Bor kökenlilerdi ama orası aslında yaz tatillerinde bağında oyun oynanan bir bahçeydi. Baba Mehmet Emin Donat Mersin’e yerleşmiş ve tanınmış esnaflardan biri olmuştu. Günümüzün hipermarket tanımına uyan ve kentte ne ararsan bulunabilen ender esnaflardan ‘Merkez Bakkal’ı işletiyordu. İki katlı, altı odalı evinde dört erkek çocuğuyla yaşıyordu: Yaşar, Yılmaz, Yavuz ve Yalçın. İlk çocuğun Yaşar ismi boşuna değildi: İlk iki çocukları ölmüş ve ‘İsmiyle yaşasın’ diye bu ad verilmişti. Ailenin üçüncü oğlu ise esnaflıktan öğrendiği “Müşteri her zaman haklıdır” ve halkla ilişki kurma deneyimini mesleğinde anahtar cümle yapan gazeteci Yavuz Donat’tan başkası değildi.
HALEPLİOĞLU MEHMET BEY’İN OĞLU
1942 doğumlu ve 1963’den beri Türkiye’nin siyaset tarihinin gazeteci olarak canlı tanığı olan Yavuz Donat’la söyleşimize, yazar kimliğinin dışında onu özel hayatıyla da tanıyabilmek için “Kimlerdensiniz?” sorusuyla başlıyoruz. Anne tarafından ‘Selemoğulları’ baba tarafındansa ‘Haleplioğlu’ olarak biliniyorlar. Ama kim bu Haleplioğulları? Eski Türk Tarih Kurumu Başkanı Yusuf Halaçoğlu’yla araştırdıklarında kökenlerinin Halep’ten göç etmiş bir Türkmen ailenin çıktığını söyleyen Yavuz Donat “Halep sıcak bir yer, babam da hep ‘Allah canımı sıcak yerde alsın’ derdi. Mekke’de öldü” diyor. ‘Mersin’de ticaretin kalbinin attığı Uray Caddesi’ndeki Merkez Bakkal’ı, binbir çeşidin bulunduğu bir yerdi’ diyerek anlatmaya başlıyor çocukluk yıllarını...
ŞEKER ÇUVALINDAN İÇ ÇAMAŞIRI GİYERDİK
Kendi deyimiyle muhafazakar ama yeniliklere açık bir ailede dünyaya gelmişti. ‘Karne günlerinin’ çocuğuydu, çuval da olsa hiçbir şey ziyan olmazdı: “Arkadaşlarım ‘Sen çok şanslın’ derdi. Çünkü evimizde buzdolabı ve radyo vardı. Gramofon dinlerdik. ‘Bakkal amca’ Anadolu’da saygın bir kurumdur. Evinin anahtarı, çocuklar emanet edilir. Ben babama benzerim. Esprili bir insandı. Neden bilmem ailede biraz daha sözüm geçerdi. Dört erkek kardeş bir araya gelince evin dumanını attırırdık. Babam kebap işlerinde ustaydı, o yeteneği küçük oğlum Tufan’da da var. 50 kiloluk şeker çuvalları alınırdı. Şeker satılıp da çuval boşaldığında annem o çuvallardan bize iç çamaşarı dikerdi.” Peki ama muhafazakar ve yeniliklere açık bir aile ne demekti, çocukluk yıllarındaki Mersin’de ve ne anlam ifade ediyordu? Hayatından örneklerle anlatıyor: “Muhafazakar ama yeniliklere açıktık. Annemin başı kapalı, eşimin başı açıktır ve hiçbir problemleri yoktu. Komşularımızın içinde Müslüman, gayrimüslim, işgal yıllarından kalmış yabancılar vardı ve dükkanımıza, evimize gelirlerdi. İsteyen camiye isteyen kiliseye giderdi. 5 Ocak İlkokulu’ndaki arkadaşlarımdan bazıları yabancı kökenliydi. Bunlardan Lina Nasif din dersine girmek isteyince, onu ayaklarımın arasında sakladım. 10 dakika sonra öğretmen fark etti ve cetvelle elime vuracaktı. ‘Hocam siz bunu din dersinden çıkarıyorsunuz, çok üzülüyor. Ben de onu buraya sakladım’ dedim. Lina ‘Öğretmenim, sizin de Allahınız aynı bizimki de. Ben de din dersinde anlatacağınız Allah’ı dinlemek istiyorum’ deyip ağlayınca kalmasına izin verdi. Yıllar sonra annem vefat etti. Uğurlarken baktım annemin mezarının içinde Lina. ‘Ne işin var burada?’ dedim ‘O benim de annem’ dedi. Eski Mersin’i sorarsanız, büyük dinler uzlaşmasının yaşandığı yerdi’ derim.”
DEPREM DEDE ‘SANKİ BENDEN GENÇSİN!’ DEDİ
Mahalleden arkadaşları arasında, bugünlerde “Nasılsın deprem dede?” diye takıldığında “Sen sanki benden gençsin” yanıtını aldığı Prof. Dr. Ahmet Mete Işıkara da var. Işıkara Tevfik Gür Lisesi’nde, o ise Ticaret Lisesi’nde okuyordu. Hukuk okumak ya da gazetecilik yapmak istiyordu ama lisede çıkardığı duvar gazetesi, aslında onun mesleğini de belirlemişti: “Işıkara o zamanlar dalyan gibi bir delikanlıydı. Lisede hocalarımla duvar gazetesi çıkarmaya başladık ama bir süre sonra bunu sadece ben yapmaya başladım. Ankara İktisadi Ticari İlimler Akademisi İşletme Bölümü’nden mezun oldum ama 1963’ten itibaren fiilen gazetecilik yaptım. Ulus gazetesinde muhabirlikle başladım, sabah 7’de gazeteye gider, çalan ihbar telefonu açar, işe gidip fotoğraf çeker ve temsilci sabah işe gelmeden haberi tamamlardım. 50 yıllık sürede, yedek subaylık dışında gazeteciliğimde kesinti yoktur.”
YAVUZ’UN BİR İNGİLİZ HOCASI VAR: 90-60-90
Lise’de yabancı dil olarak Fransızca okumuştu ama meslek gereği İngilizce öğrenmesi gerekmişti. Eşi Canan Hürkan ile Mersin’de tanışmıştı. O zaman binbaşı olan babası Bedrettin Hürkan Bey’ın tayini Malatya’ya çıkınca bağlantıları kopmuş, yine bir tayinle geldikleri Ankara’da tesadüfen karşılaşmışlar ve 1967’de evliliğe giden yol açılmıştı. İngilizce eğitimi için aldığı dersler, eşi Canan Hanım ile çalıştığı Tercüman gazetesinin sahibi Kemal Ilıcak ile arasında espri konusu olmuştu: “40 yaşımdayken, 1983’de İngiltere’ye yabancı dil öğrenmeye gittim. Öncesinde Türkiye’de Türk hoca Yusuf Eradam ve şimdi ismini hatırlayamadığım bir İngiliz’den ders aldım. Ayda 60 saat ders alıyor, hafta sonu pikniğe bile hocayla gidiyordum. Patronum Kemal Ilıcak benim hanıma ‘Yavuz’un bir İngilizce hocası var: 90-60-90 sarışın bir İngiliz’ dedi. Benim Hanımsa ‘Beni gaza getirmeyin, onunla tanıştım. 100 kilo kadın’ dedi.”
‘OLUR Kİ SİYASETE GİRSENE’ DERLER KORKUSU
50 yıldır fiili gazetecilik yapan Yavuz Donat, Türkiye siyaset tarihinin yakın tanığı olarak önüne alternatifler sunulduğu halde ‘Herkes iyi bildiği işi yapmalı’ düşüncesiyle gazetecilikten hiç sapmamış: “Mütevazı bir insanım ve tevazu sınırlarını zorlamam ama bir konuda iddalıyım: Türkiye’nin en fazla gezen gazetecisiyim. Bugün bile deprem sonrası Van’a en çok giden gazeteci benim. 77 seçimlerinde Karadeniz mitingini izlerken, halkın Ecevit’in otobüsüne el sürebilmek için kendini otobüsün önüne attığını gördüm ve Ecevit’i yazdım. Yüzde 42 ile tek başına iktidara geldi. 22 aylık CHP iktidarından sonra ara seçimlerde Demirel’in geleceğini gördüm. AP’nin 5-0 sıfırlık zaferiyle Ecevit hükümeti çöktü. 12 Eylül sonrası Türkiye’nin zenginleri, valileri, generallerinin favorisi Milliyetçi Demokrasi Partisi’yken mitingini izledikten sonra ‘Turgut Özal tek başına geliyor’ diyen bendim. Üç vekillik 2002 Siirt seçimlerinde herkes partilerin vekil sayısı için 1+1+1 diyordu. ‘Siirt üç başbakan seçiyor’ deyip bilen bendim. Her dönemde değişik kesimlerden siyasete girme hatta parti kurma teklifi bile geldi. Ama ‘Herkes kendi iyi bildiği işi yapsın’ demiş ve bu konuyu aileme bile intikal ettirmemeye özen göstermişimdir. Olur ki aile içinden ‘Hadi girsene’ diyen olur. 1977’den günümüze kadar tüm partilerden teklif aldım. CHP Genel Sekteri Orhan Eyüpoğlu tarafından Bülent Bey’in teklifi geldi. 12 Eylül sürecinde Özal, Calp, Sunalp dahil buna.” Ya Süleyman Demirel? “O konulara hiç girmem ama her dönemde teklif aldım ama hepsine teşekkür ettim. TBMM Başkanı Cemil Çiçek, bakanlar Ali Coşkun, Abdülkadir Aksu ile korumaları bırakır, ailecek otobüsle pikniğe bile gideriz.”
12 EYLÜL’DE TAŞ ATILMIŞ GÜVERCİN GİBİYDİ HERKES
YAVUZ Donat’a Süleyman Demirel başta olmak üzere liderlerle olan özel ilişkilerine yönelik eleştirileri ve gazeteci için liderleri eleştirmenin bedelini sorduğumuzda gülümseyerek yanıt veriyor: “Süleyman Bey’in cumhurbaşkanlığı sona ererken bir karikatür çıktı: Çankaya’dan Nazmiye Hanım özel eşyalarını koyduğu bavulla, Süleyman Bey’se benim elimden tutmuş şekilde evden taşınıyor... Süleyman Bey’in 2000 yılında görev süresi bitti ama ben gazeteciliğe devam ediyordum. O Çankaya’ya çıkmadan önce de AP Genel Başkanı olmadan önce de gazeteciydim. Yeni Camii’nin avlusunda güvercin ordusu vardır. Taş at, bir iki tane kalır. 12 Eylül sabahı Demirel, Ecevit, Erbakan ve Başbuğ’un evlerinin önü Yeni Camii’nin avlusundaki taş atılmış güvercinler gibiydi. Ama ben o fırtınalı dört lideri de aramış ve “Sizin ve eşiniz için yapabileceğim bir şey var mı?” diye sormuştum. Bu yüzden de uyarıldım. 12 Eylül’de telefon edilip ‘Sıkıyönetimden arıyoruz. Cip mi gönderelim kendiniz mi gelirsiniz?’ dendi. 28 Şubat sürecinde arayıp ‘Sayın Donat, bugünkü yazınızla mutabık değiliz. Olmamış, olmamış!’ dendi. Üç kez emniyete gelen istihbarat üzerine koruma verildi ama ben iptal ettim. Onlar da başbakan olduklarında, telefonlarıma çıktı, randevu istediğimde geri çevirmedi.”
Kemal Bey’in evinde kalır, Aydın Bey’in ofisinde çalışırdım
USTA kalem Yavuz Donat her sabah gazeteye gidiyor, taşra ve son baskılar dahil okuduğu gazetelere iki saat ayırıyor. Sosyal medyayı takip etmiyor ama halkın içinden kopmamaya çalışıyor. Gazeteciliğin de futbolcu gibi jübilesi olduğunu, dinamizmi yitirince emekliliğin geldiğini’ söylüyor. Donat, mesleki başarısının yanında medya patronları, başbakanlar ve cumhurbaşkanları ile olan dostlukları ve anılarıyla da öne çıkıyor: “Yazdıklarım, yaşadıklarımın KDV’sidir sadece. Tercüman’dayken İstanbul’a gittiğimde patronum Kemal Ilıcak’ın evinde kalırdım. O da Ankara’ya geldiğimde bende kalırdı. Ekonomik endişelerim olmasın diye gazeteye hissedar da yapmıştı. Milliyet’te Ankara’da Aydın Doğan için döşenmiş odayı kullanıyordum. Patronlarla ters düştüğümüz de oldu. Gazetede idari görevlerim de olduğu için patronlarımı siyaset konusunda da uyarırdım. Bu ilişkiniz bazı kıskançlıkları beraberinde getirir ama onlardan da rahatsız olmaya gerek yok. Ankara’da ev alınca Bor’da ziyaretine gittiğim annem cebime zorla para koydu. Bahçe komşumuz ve milletvekili Haydar Özalp bunu gördü. Ankara’ya döndüğümde Başbakan Turgut Özal arayıp yanına çağırdı. Ona bir soru sorunca ‘Bir dakika bir dakika. Kemal sana bakmıyor mu? Bu yaşta annenden para almaya utanmıyor musun?’ dedi. Haydar abi yememiş, içmemiş, söylemiş. Kahkahalarla güldük. 12 Eylül döneminde en tepedeki generallerden biri aradı: ‘Kar eden şirket kapanacak, büyük hissedar Çanakkale’ye seyahate çıkacak’ dedi. Demirel’i arayıp ‘Sürgün’e gidiyorsunuz’ dedim. ‘En azından vatanımda kalıyorum’ dedi.”