16 Temmuz 2025 Çarşamba / 21 Muharrem 1447

Çankaya’da tank uğultusuyla uyandım

Çocukluğu 3. Cumhurbaşkanı Celal Bayar’ın torunu olarak Çankaya Köşkü’nde geçti. Türkiye ve dünyadaki dengelerin tanığıydı. 27 Mayıs sonrası iki yıl okula gidemedi ama Oxford’ta öğretim üyesi oldu. Prof. Naskali, bir kız çocuğunun gözünden o yılları anlattı.

Zaman Tüneli /SELİM EFE ERDEM/[email protected]5 Mayıs 2013 Pazar 07:00 - Güncelleme:
Çankaya’da tank uğultusuyla uyandım

-Dünyaya geldiğiniz 1949 yılında Çankaya Köşkü’ndeki çocukluktan Gloucestershire’de Chelthenham Ladies’ College ve Oxford Üniversitesi öğretim üyeliğine, oradan Türk Dili profesörlüğüne uzanan sıradışı bir hayatınız var. 50’ye yakın esere imza atmanın arkasında çocukluktan başlayan iyi bir eğitim olabilir mi?

 Çok küçükken Fransızca ve İngilizce öğrendim. Adenauer Çankaya’ya geldiğinde (Almanya Başbakanı Konrad Adenauer, 18 Mart 1954’de Türkiye’yi ziyaret etti) Alman fotoğrafçılar beni çekmek istedi. Özel kalemdeki tercüman Türkçe’ye ‘Fotoğrafçı ellerine poz versin diyor’ gibi anlamadığım bir şekilde çevirdi. ‘Acaba Alman fotoğrafçıya kendim mi sorsam?’ diye düşünsem de tercümanı bozmamak için sustuğumu ve sıkılarak poz verişimi hatırlarım.  Sanıyorum dört yaşındaydım. Türk diline ilgim üniversite sonrası oldu.

-İlkokul öncesi hem Fransızca hem de İngilizceyi biliyor muydunuz?

 Evet.Dadım vardı Matmazel Ivon diye bir hanım. Fransızca hecelerini o siyah kalemiyle ilerleterek okumamı isterdi. İngilizce’yi  İngiliz Eileen Hanım’dan öğrendim. 

-İlkokul arkadaşlarınız arasında tanıdık isimler vardı sanırım?

 Bu soruyu sorduğunuza göre araştırmış ve biliyorsunuz. Ankara Maarif Koleji’nde başladım. Sınıfın diğer öğrencileri arasında Ahmet Altan, Atom Damalı, Tülin Aker de vardı. Ahmet çok tatlı bir çocuktu ve çok güzel resim yapardı. Bir keresinde çizdiği treni çok takdir etmiştim.

-Alman fotoğrafçı sizi görüp çektiğine göre köşkün maskotu olmuş gibisiniz o yıllarda.

 Hep sınırlıydık. Hangi salona ne zaman girilip çıkılır, hepsi belliydi. 

-Ama ne de olsa çocuktunuz ve protokolü aştığınız olmuştur?

 Yok aşmadım ama perdenin arkasından bakmış olabilirim.

-Öğrencilik hayatınızda, ailenizin kimliğinden dolayı size kapıların açıldığı ve kapandığı olmuştur...

 Mutlaka. Kapandığına örnek, 27 Mayıs. Çeşme’de bir ilkokulda çok gayri tabii şartlarda ilkokulu bitirebildim. Sonra 61’de İstanbul’a götürüldüğümüzde okullar beni almadı. Ertesi yıl da okula gidemedim. İki yıl sonra İngiliz Kız Orta Okulu’na kaydoldum. Liseyi Cheltenham Ladies’ College’da tamamladım. Bu okulu ben buldum ve kabul ettiler. Bu İngiltere’nin önde gelen liseleri arasındaydı. O okulun şartları, dersleri çok ağır ve disiplinliydi. Ancak mutluydum orada yaşamaktan ve  öğrendiğim şeylerden.

-Anneniz ‘Kızım artık dön, özledik seni’ demedi mi hiç?

 Hayır. O eğitimin belli bir süresi var ve bitmesi gerekirdi.

-27 Mayıs’ı hep günümüz Emine Gürsoy Naskali’si gözüyle aktarıyorsunuz. Çankaya günlerinizi o küçük kız çocuğunun gözüyle hatırlayıp anlatabilir miyiz? 10 yaşındaki Emine neler yaşadı?

 Yaşanan olayları çocuk da olsanız tabii ki anlıyorsunuz. Hayatın bir akışı var, siz de onun içindesiniz ve olayları izliyorsunuz.

-27 Mayıs sabahı hayatınızın akışı değişmiş gibi sanki.

 Mekan, konuştuğunuz konular değişiyor ama kişi olarak siz aynısınız. Hisleriniz ve insanlara yaklaşımınızda bir değişiklik olmuyor.

-27 Mayıs’ta sabahı, eviniz ve gündeminiz nasıl değişti, ne yaşandı?

 Çankaya Köşkü’nde 27 Mayıs günü tank uğultusuyla uyandım. Ben görmedim ancak büyükbabam kendisini götüren askerlere direnip ‘Siz kim oluyorsunuz?’ diyerek silahını çekmiş. 27 Mayıs günü anneannem, annem, kız kardeşim ve ben elimizde bir çantayla Çankaya’dan ayrıldık. Çeşme’ye götürüldük.

-O küçük kız çocuğu ailedeki konuşmalara tanıklık ediyordu. Bir darbe tehlikesi görünüyor muydu yoksa ‘Bu kadar da olmaz?’ mı diye düşünülüyordu?

 Görülmemesi mümkün değil çünkü istihbarat raporları var. Ama mesele bunun önüne geçilip geçilmeyeceği. Elinizde mukabil bir silah yoksa silahlı bir kalkışmaya nasıl mani olabilirsiniz? Daha önceki girişimlerde de mesela ‘Dokuz Subay Olayı’nda da büyükbabam ne olduğunu görüyor ama hiçbir suretle bu tertibin içinde olanların yargı önüne getirilmesi mümkün olmuyor. 12 Eylül referandumu bu vesayet sisteminin değişmesi açısından önemliydi. 

-Köşkte darbe öncesi uluslararası dengelere nasıl yaklaşırdı?

    50’lili yıllarda dünyada Sovyetler ve Varşova Paktı ya da Amerika ve Batı ülkeleriyle birlikte hareket etme durumu vardı. Türkiye’de sadece DP değil CHP’de Batı ile hareket etmeye karar vermişti. KGB arşivlerindeki Türkiye ile ilgili dosyalar açıldığında gördük ki Sovyetler 1946’da DP’yi kendi safına çekme girişimlerinde bulunmuş. Büyükbabam bunlara karşıydı. Aynı şekilde CHP’yi DP’ye muhalefet etmeye ve kendi bloklarına çekmeye yönelik girişim olduğunu anlıyoruz. Ama muvaffak olamamışlardı. Türkiye’de sadece DP değil CHP de aynı şekilde batıyla olmaya karar vermişti. Sovyetler Birliği bir tehditti o yıllarda.

-Siz çocuk gözüyle köşkte bu durumu hissedebiliyordunuz.

Tabii. Macaristan örneği ortadaydı. 

-Türkiye’nin iki büyük partisinin Batı paktı içinde olduğunu söylediniz. Parti programlarına baktığımızda dış politika ve ekonomi gibi temel göstergelerde de DP ve CHP arasında fazla fark olmamaması, NATO paktı ile liberal ekonomi yanlısı olması garip değil mi?

 Evet, o şekilde fark yok. ‘O zaman fark neydi?’ mi diyorsunuz?

-Evet, o halde niye o kavga yaşandı?

 İktidar olmayan muhalefetin iktidara hırsı, bir takım ordu mensuplarının iktidar hırsı. İkisi el ele. Aradaki fark bir yaklaşım, tarz meselesiydi. Gördüğüm kadarıyla fark halkın hayat seviyesini yükseltme gayretinde. 

-Büyükbabanız, anneanne ve babanız, o dönemki DP’liler Kürt sorununa nasıl yaklaşırdı?

 1950 seçimleri öncesi büyükbabam Türkiye’yi köy köy gezmişti. Seçim öncesi son durağı Elazığ ve Diyarbakır. Bütün konuşmalarında ‘Şark ve Garba hizmet etmeye geliyoruz’ diyor. Şark ve Garp coğrafi yönl ama söylenmek istenen ‘Türk ve Kürt ayrımı yapmadan hizmet için varız’.

BAYAR ÇOK ŞEY YAŞADI

-Yaşadıklarınız sonrası bugün içinizde kişi ya da kurumlara karşı bir öfke var mı?

    Olayı o kadar ferdi almayalım. Darbenin muhatabı biz gibi konuşuluyor. Elbette ki muhatabıyız ama en az bizler kadar TBMM ve TSK da kendisini mağdur hissetmeli.

-Dedeniz son nefesini vermeden önce kızgın veya küskün müydü? Siz de hiç küskünlük olmadı mı?

    Olmadı. Mutlaka kırılmıştır ama o çok güçlü bir insandı. Çok olay yaşamıştı: Kurtuluş Savaşı’nı, Cihan Harbi’ni görmüş belki Yassıada da bunlardan biriydi. Savunmasında ‘Beraatimi isterim’ diye tek bir cümlesi yok. Mahkemeyi reddediyor. Arkadaşlarına sahip çıkıyor ve kefil olduğunu söylüyor... Belli bir disiplin içinde yetiştirildik, o disiplin içinde hayat karşımıza ne çıkarırsa onu yaşadık. ‘Hayal kırıklığına uğradım, hayatım çok değişti’ düşüncesinde değilim. 50’li yıllardaki Çankaya fotoğraflarında gördüğünüz küçük kız çocuğu neyse, o zaman ne kadar çekingensem 60 yıl sonra bugün de öyleyim. Hayat öncesinde neydiyse sonrasında da o, zorluklarıyla, insani ilişkileriyle...

Protokol çocuklarına tiyatro yapardık

-Bu küçük kız çocuğunun pek çok eğlenceli protokol anısı olmalı...

Yunan Kralı Paulos geldiğinde yanında oğlu Konstantin de vardı. (Yunanistan Kralı I. Paulos 1952’de Türkiye’ye geldi. Prens Konstantin, 10 yıl krallık yaptı) Ona ‘Sen de onların torunlarıyla oynarsın’ denmiş.   Ama o sırada 16 yaşlarında delikanlı. Kız kardeşimle ben iki küçük çocuğuz. Pek sükut-u hayale uğramış. Tabii üç dört yaşındakileri ne yapsın? Yunan Kral ve Kraliçesi’nin bu ziyareti sonrasında büyükbabama bir jest olarak Yunan Kraliçesi Frederika, Gümülcine’de Celal Bayar Lisesi’ni açtı. İran Şahı geldiğinde (Muhammed Rıza Pehlevi, 1956’de Türkiye’ye geldi) yanında kız kardeşi ve çocukları da vardı. Ankara Kalesi’nde misafire balon alındı. Dönüşte resmi arabanın penceresinden balonları üfüre üfüre gidince çok mahçup olmuştum. Olmaması gereken bir hareket gibi gelmişti. 

-Çocukluk arkadaşlarınız bir yanda Yunan Prensi, diğer yanda İran Şahı’nın ailesi.

 Devlet ziyareti münasebetiyle gelmiş olanların çocukları varsa onlarla bizim ilgilenmemiz gerekirdi.

-Devlet protokolünün bir parçasıydınız...

Evet, haliyle. Sadece yabancı misafirler değil bizden kimseler geldiğinde çocukları varsa da biz ilgilenirdik. Onları eğlendirmek için tiyatro gibi şeyler yapardık. Onları karşımıza oturtup, perdenin arkasına geçer ve sonra oradan (tiyatroda olduğu gibi) çıkardık.

ESKO İLE İRAN’DA TANIŞTIK

-Çocukluğunuzda ailenizle nasıl zaman geçirirdiniz? ‘Anne baba’ mı yoksa ‘siz’ diye mi hitap ederdiniz? ‘Aristokrat bir ailenin çocuğu’ olduğunuzu söyleyebilir miyiz? 

Aristokrat diyemem. Bizim geleneğimizde yok, doğuştan bir asalet. Öyle bir ortamda doğdum, anne, anneanne, babamın tarafı olsun, büyüklere siz diye hitap edilir.

-Türkiye Cumhurbaşkanının torunu Emine Gürsoy ile Fin Devlet Başkanının yeğeni Esko Naskali İran’da nasıl tanışıp evlendi?

 Lise sonrası Oxford’u bitirdikten sonra bir yıl Tahran Üniversitesi’ne gittim, orada tanıştık. Çocukların burada yetişmesi için İstanbul’a gelmeyi ben istedim. Çocukların ana dilleri Türkçe, Fince, İngilizce. Oğluma Teoman adını büyükbabam koydu. Oğlum Osman’ın da ikinci adının Bayar olmasını istedi. Teoman, Atatürk’ün sevdiği bir cumhuriyet ismiymiş.

-Annelik nasıl bir duygu?

 İnsanı hayata bağlayan, mutlu eden bir duygu. Yaşam için gaye, hayatınızın için bir anlamı oluyor. Hayata bağlandığınızı hissediyorsunuz. Bu da bir çocuk doğduğunda hissedilen bir şey.

-Bir anne çocuğu için her türlü fedakarlığı göze alır mı?

 Herhalde.

-Kaç dil biliyorsunuz? İngilizce, Fransızca, Fince, Farsça, Arapça, Türkçe lehçeleri...

Osmanlıca doktora tezimdi. Sibirya Türkçesi dildeki uzmanlık alanım oldu. Sözlüklerini hazırladım, metinleri neşrettim. Gagavuz Türkçesi İstanbul Türkçesi’ne çok yakın. Ancak Yakutça, Kazakça ve Azericeyi içine alan Türk dilbirliği bir hayal.