Tarih kokan küçücük bir dükkandayız, Kapalıçarşı’da. Gramofonlar, gramofon parçaları, sayısız plak, siyah-beyaz fotoğraflar, dükkan camına yapıştırılmış ‘5 dakikadan fazla meşgul etmeyin’ yazısı, bir bardak çay ince bellide... Ve gözlüklerinin arkasından dünyayı, hayatı, aşkı, kavgayı, her şeyi sessizce izleyen bir çınar: Mehmet Öztekin, nam-ı diğer Gramofon Baba. Teknolojiyle mücadelesinden kaderle savaşına, kanseri dış dünyadan izole mekanında nasıl yendiğinden gramofon müzesi hayaline kadar o kadar çok şey anlattı ki... Dizinin dibine bağdaş kurup oturdum, Müzeyyen Senar çalarken ve “Hiç bitmese, o anlatsa ben dinlesem” dedim. Hatta bir ara işinin pîri Adnan Gül, fotoğraf çekmeyi unutup elini çenesine dayadı. Plaktan yükselen müzikle dalıp giderek Gramofon Baba’nın büyülü dünyasına dahil oldu...
- Bu sokağa girince, çok da fark edilemeyecek küçücük bir dükkan aslında. Ama bütün hana yayılan Timur Selçuk sesi... Sihirli bir şey var sanki burada, önünden geçeni durmak mecburiyetinde bırakıyor. Kimdir Gramofon Baba?
Gramofon Baba, çocuklarına nasıl baktıysa, dikkat ettiyse, onları koruduysa gramofonlarını da aynı şekilde gözünden sakınmış bir adam. Plaklarını dinlediği zaman duygusallaşan, hatta bazen ağlayan, sıradan biri.
Sadece evin reisi çalardı
- Nasıl başladı bu sevda? Bazen ailenizin bile önüne geçiyor bu dükkan.
Şimdilerde 70’i aştım. Sevdam yarım asırdan fazla. Babam da gramofon ustasıydı. Küçüktüm, 9-10 yaşlarında babamın dükkanına giderdim okuldan çıkıp. Dükkanı siler, süpürürdüm, bir boşluğunu yakalarsam gizli gizli tamir için gelen gramofonları kurcalardım. Çünkü izin vermezdi babam dokunmamıza. sO yaşlarda yasak olduğu için mi gramofonları merak ederdiniz? Oyuncaklara, arabalara, topa falan ilgi duymaz mıydınız hiç?
Bizim çocukluğumuz öyle şimdiki gibi değildi. Çelik çomak oynardık, onu da kendimiz yapardık tahtadan. Ama zaten babamın yanında çıraklığa başladım, çok da oyun oynamaya fırsatım yoktu. O zamanlar bir semtte, belli kişilerde gramofon olurdu. Evin büyüğü gelmeden kimse ona el süremezdi. Evin reisi gelir, o çalardı. Durum böyle olunca bir çocuğun tamire gelmiş alete dokunması da tehlikelidir.
- Bir dönem popülerliğini yitirdi gramofon ama siz ondan vazgeçmediniz. Hatta onun sayesinde para kazanmaya başladınız. Bu nasıl oldu?
Ancak 1980’den sonra para kazanmaya başladım. Bir Alman müşterimin sayesinde oldu. 60’lı yıllara gelinceye kadar yeni bir akım oluştu Türkiye’de. Pikaplar, kasetçalarlar, makara teypler geldi. Gramofonların modası geçti. Birer ikişer çatılara, bodrumlara hatta çöpe atılmaya başlandı. Hiç unutmuyorum, yekün bir plak geldi bana o yıllarda. Alıp da ne yapacağım. Talep yok, satış yok. Almadım tabii. Almayınca adam kapıdan çıkarken “Ben bunları bir daha eve taşıyamam” dedi ve çöp tenekesine küt diye indirdi. Bir dönem böyleydi. Sonraki yıllarda, bana Avrupa’dan talebi gelmeye başladı. Bir Alman müşterim vardı. Bana yardım olsun diye Almanya’dan makinelerı toplayıp getiriyordu. Tamir edeyim diye.
- Tamirden elde ettiğiniz gelirle mi okudu çocuklarınız?
Tamiriyle yetinmedim, üretmeye de başladım. Çok şükür ki çocuklarımı da bu dükkan sayesinde büyüttüm, okuttum, iş-güç sahibi yaptım. Onlar büyüyünce gramofonlarla daha çok ilgilenmeye başladım.
Onlarla konuşuyorum
- Yani çocuklar üniversiteyi bitirince, sizin gramofonla olan ilişkiniz duygusal bir boyuta taşındı.
Aynen öyle oldu. Mesela önceleri para kazanabilmek için o gramofonu satmak zorundaydım. İstemeye istemeye satıyordum çarkı döndürmek için. Ama çocuklar ayaklarının üzerinde durmaya başladıktan sonra bir gramofon gelir, çok beğenirim, bende kalsın isterim, satmam... Yani artık bu işi kendi mutluluğum için yapmaya başladım.
- Kanser oldunuz ama bu dükkandan çıkmadınız...
Eğer bıraksaydım ölürdüm. Bu küçük dükkanda büyük bir dünyam var. Burada yendim kanseri. Gramofonlarımla, plaklarımla konuşuyorum, dertleşiyorum. Bu sayede psikolojimi rahatlatıyorum.
- Ya çocuklarınız? Bu alet sayesinde okuyup iş güç tutmuşlar. Onlar da sizin gibi seviyor mu? İlgileri var mı?
Onlara sevdiremedim bir türlü. Ben çocuklarıma bakar gibi baktım bu dükkandaki her şeye. İki gün gelmesem buraya, özlüyorum. Belki bazen çocuklarımdan daha çok özlüyorum.
- Belki de kıskandılar yıllarca içten içe?
Belki de burası benim hayatımda onlardan daha ağır bastığı için, kıskanmış olabilirler. Doğru söylüyorsun.
İlk aşkımı o şarkıyla yaşadım
- Plaklarınızı çalarken, zaman zaman duygulandığınızı söylediniz başta. İlk aşk da gramofonun revaçta olduğu zamanlarda yaşandı diye tahmin ediyorum. Ah ne aşk yaşanmıştır gramofon gölgesinde...
Sevdiğimizin bırak elini tutmayı, yüzüne bakmaya korkardık. Böyle zangır zangır titriyordum. Eyüp’te yeni sinema vardı. Benim de yaşım o zaman 17 falan. Efkan Efekan’ın bir filmi vardı, ona gittik sevdiğimle. Orada filmde çalan bir şarkı ‘Sarı gülüm kokmaz mı? Aşkı beni yakmaz mı?’ İlk aşkımı o şarkıyla yaşadım. Hala plakta o şarkıyı dinlediğimde gözlerimden yaş gelir. (Gözleri doluyor)
- Hala evli olduğunuz eşiniz mi?
Değil ama o da bilir benim ilk aşkımı.
Herkese satmam
- Herkese satmıyorsunuz gramofonları da plakları da... Gelen, eli boş da dönebiliyor. Satmadıklarınız bozulmuyor mu?
Bozuluyorlar tabii. Hatta bir gün bir savcı bey geldi. Benden plak almak istedi. Çok kıymetli plaklar zaten satarken içim cız ediyor. Bir de her gramofon çalmaz bu plakları. Çin gramofonu çalmaz mesela. Plak biter, tarih yok olur. Savcı bey plakları aldı tam gidecekken, arkasından bağırdım, ‘Pardon, siz bunları nerede çalacaksınız, hangi gromofonda?’ diye sordum. Ona hediye edilmiş gramofon, e tabii Çin malı. ‘Kusura bakmayın, sizden o plakları geri almak zorundayım’ dedim. Adam şaşırdı, bozuldu, vermek istemedi. ‘Servet de ödeseniz o plakları size veremem’ dedim ve zorla aldım elinden.
Müze açmak istiyorum
- Şimdi öğrenciler yetiştiriyorsunuz. Var mı bir hayaliniz?
Var, gramofon müzesi açmak istiyorum. Geriye dönüp baktığımda, ne eşime, ne çocuklarıma ne de gramofonlarıma karşı yerine getirmediğim hiçbir görevim ve hiçbir eksiğim yok. Son çabam bir müze için. Ve ölmeden gerçekleşecek biliyorum.
- Duvarda Cumhurbaşkanı Erdoğan ile fotoğrafınız var. Nedir hikayesi?
O zaman başbakandı. Mardin’de çekildi o fotoğraf. Gramofonla ilgilendi, hatta bir tane satın aldı. Göründüğü kadar sert bir insan değil. Hatta Mardin’deki programdan da dönerken Başbakanlığın uçağıyla beni Ankara’ya kadar getirdi. Bana ‘Allahısmarladık’ demeden o salonu terk etmedi. Çok hoşuma gitmişti, çok mutlu olmuştum.