Sinema konusunda yaşayan en büyük otoritelerden biri olarak tanınan David Thomson’ın Filmler Hayatımızı Nasıl Etkiler? isimli kitabı Alfa Yayınları’nın Sinema dizisinden çıktı. The New Biographical Dictionary of Film’in de yazarı olan Thomson’ın 776 sayfalık geniş hacimli çalışması, sinemaya ilgi duyan herkes için olağanüstü bir başucu kitabı. Filmler Hayatımızı Nasıl Etkiler’i sıradan bir sinema tarihi kitabı olarak değerlendirmek yanlış olur. Kitapta bizi büyüleyen sinema ışığı da var, perde arkasındaki -yer yer kirli- gerçekler de, yönetmenlere dair hiç bilinmeyenler de... Aslında tüm bunların ötesinde bir derdi var Thomson’ın: Bu parlak dünya hayatımızı ne yönde etkiliyor? Bu sorunun cevabını arıyor, sinemanın başlangıcından bu yana onunla olan ilişkimizi mercek altına alıyor.
Kimsesizlik teması
Kitap bir derya.. Biz sizler için tadımlık birkaç parça aldık. Bunlardan ilki sessiz sinemayla dünyayı kendine hayran bırakan ünlü yönetmen Charlie Chaplin’e dair. Thomson’ın politik bir figür olarak ele aldığı komedyene ilişkin tespitleri dikkate değer: “Londra’da bir çocukken, müzikhol sahnesinde annesinin performansını izliyordu. Annesi iyi değildi (içki içiyordu) ve sesi onu yarı yolda bırakıyordu. Birkaç asker onu yuhalamaya başlayınca kaçtı. Bunun üzerine bir sahne amiri, öğrenmiş olduğu birkaç şarkılı-danslı programı sergilemesi için küçük çocuğu sahneye çıkardı. İşe yaradı: Çok geçmeden hoşnut seyirci kitlesi sahneye bozuk para fırlatıyordu. Sonra çocuk, dehasını ve otoritesini gösterdi. Kalabalığa, parayı toplamak için gösterisine ara vermesinin sorun olmayacağını umduğunu söyledi: ‘Sahne amiri elinde bir mendille gelip toplamama yardım etti. Parayı kendine saklayacağını sandım. Bu düşüncem seyirciye geçti ve onları daha çok güldürdü, özellikle de uzaklaşırken onu endişeyle takip ettiğim zaman. Parayı anneme verene kadar dönüp şarkı söylemeye devam etmedim. Âdeta evimde gibiydim.’ Bu kalıp hiç değişmedi. Charlie, kimsesiz temasından yararlanmakta ne kadar ısrarcı olduysa o kadar zenginleşti. Olay, Chaplin’in paragöz olduğu izlenimini bırakabilirdi ama o sadece çok fakirdi. ‘Çok fakirim ama zengin olduğumu biliyorsunuz.’ Tüm dünyada televizyona çıkan politikacılar, seçmenle bu aldatıcı yakınlığı kurmaya çabalıyor ve Chaplin’in kaçınılmaz olarak politik bir figür olmasının bir nedeni de bu.”
Corleoneleri sever misin?
Ünlü eleştirmenin korku filmlerine dair yorumu da ilginç. Korkunun kaynağını irdeleyen Thomson’a göre Hollywood’un korkuyu ele alma biçimi uydurma bir tehditle sınırlı: “Herkes Jaws’un çok korkutucu bir film olduğunda hemfikirdi ama korkunun kaynağı gülünç bir lastik oyuncak ve uydurma bir tehditti. Hollywood’un korkuyu doğrudan ele alma şekli genellikle buydu. Sapık gibi bir filmin, heyecan uyandıran ‘korku’yu yalnızlığın içsel dehşetinin bir maskesi olarak sunmasına ender rastlanıyordu. Köpekbalıkları ve ensest skandalları, boynu bükük kitlelerin dikkatini politik ve ekonomik başarısızlıktan, ırkçılıktan ve gereksiz savaşlardan başka yöne çekip dağıtacak oyunlar olabilirler. Savaş oyunları bazen canımızın gerçek olandan sıkılmasına yarar. Endişe verici filmler aslında bize çoğunlukla hakkında endişe etmemiz gerekmeyen şeyi verirler. Bu nedenle Baba’nın her iki kısmında da kalıcı olan soru, en sonunda Corleonelerden nefret mi ettiğimiz, yoksa o koruyucu ailenin bir parçası mı olmak istediğimizdir.”
Hiç yaşamamış insanlar
Sinemayı özel efektlere kurban ettiğimizi, gerçeklikten koptuğumuzu düşünenlerden misiniz? O zaman Thomson’a tamamen katılıyor olmalısınız : “Beni rahatsız eden ve aşağı yukarı geçtiğimiz yirmi yılda pek çok sinema seyircisini de korkutup kaçırmış olan; görüntülemenin ve onun yaşamı kaydetme girişiminin, kendini, bilgisayar ürünü görüntüye doğru gelişen bir dizi özel efekte ve oyuncu ya da karakter olarak hiç yaşamamış insanların ve onların ölümlerinin ve yok oluşlarının tasvirine bırakmış olması.”