24 Nisan 2024 Çarşamba / 16 Sevval 1445

Eşim kitabı okuyunca 'Bunları bilmiyordum' diye ağladı

O, yılların eskitemediği bir sanatçı... Yeşilçam’ın en önemli jönlerinden biri... 77 yaşında ama hala sinemadan uzak duramıyor. Cüneyt Arkın ve oğlu Murat Arkın ile bu hafta gösterime giren filmi Panzehir ’i ve yeni kitabı Cüneyt Arkın-Fakir Gencin Hikayesi’ni konuştuk, eskileri yad ettik...

Hale Ceylan Barlas11 Mayıs 2014 Pazar 07:00 - Güncelleme:
Eşim kitabı okuyunca 'Bunları bilmiyordum' diye ağladı

Maddi olarak ben ve kuşağım emeğimizin karşılığını alamadık. Her sahnede ölümle burun buruna geliyordum ve sadece 150 bin liraya çalışıyordum. Sonra arabeskçiler geldi. Her biri, film başına 5-20 milyon kazanıyordu.

Türk sinemasının efsanevi oyuncusu Cüneyt Arkın, bu hafta gösterime giren Panzehir adlı filmde oğlu Murat Arkın ile oynadı. Bu, baba-oğulun birlikte rol aldığı üçüncü film!

 Arkın’ın bir de kitabı çıktı. Kendisinin kaleme aldığı, Cüneyt Arkın-Fakir Gencin Hikayesi adlı kitap geçen hafta yayımlandı. Kitap ismiyle müsemma. Zira Cüneyt Arkın’ın fakirlik ve sefalet içinde geçen hayatını okuyacaksınız. Kitapta şöhret basamaklarını çıkmadan önceki yaşamını, çocukluğu ve gençliğini anlatan Arkın’ın hayatı, oynadığı dram dolu filmlere taş çıkarır. Arkın kitabında hep hayvan ve ekşi küspe koktuğunu, para kazanmak için çobanlık ve bostan bekçiliği yaptığını, para ve şöhrede kavuştuğu dönemlerde bile hiçbir zaman mutlu olamadığını, hiç sahici gülemediğini, iç çamaşırını dahi annesinin diktiği gibi pek çok ayrıntıyı paylaşmış. Kitabı hakkında  fazla detay vermeyen usta oyuncu, herkesin bu kitabı okuyup kendisi hakkındaki gerçekleri öğrenmesini istiyor.

Röportajı yaparken her ne kadar filmden konuşsak da konu dönüp dolaşıp eski günlere geliyor. Arkın kitapta da yer alan bazı anılarını anlatıyor. Onlar arasında en acıklı olanlardan biri Arkın’ın üniversite sonrası yaşadıkları. Cüneyt Arkın mezun olunca evlerde 24 saat boyunca ağır hastalara bakmış. Altlarını temizlemiş, kriz anlarında müdahale etmiş. Bu işten 10 lira kazanmış. Yaptığı ilk şey ise fırına gidip tüm parasıyla ekmek almak olmuş. Eve gittiğinde tüm ekmekleri kusana kadar yemiş. Kusmuş, sonra yine yemeğe devam etmiş. Kalan ekmekleri ise başucuna koymuş. Oda arkadaşlarının dalga geçmesine rağmen hiçbir şey umurunda değilmiş. Çünkü ekmekleri yanında görmek, onun açlık korkusunu yenmesine yardımcı olup huzur bulmasını sağlamış. O günden sonra da hep başucuna ekmek koymuş... Hikayeler tabii ki bunlarla sınırlı değil. Kitabı okuduğunuzda şaşıracağınız, gözyaşlarınızı tutamayacağınız kesin!

-Panzehir filminiz hayırlı olsun. Baba-oğul ilk kez mi aynı projede yer aldınız?

Cüneyt Arkın: Murat’ı çok küçük yaşlarda Vatandaş Rıza ve Önce Hayaller Ölür filmlerinde oynatmıştım... Birinde 4, diğerinde 6 yaşındaydı.

Murat Arkın: Bu filmlerden sonra, oyunculuk kariyerime 30 yıl ara verdim (gülüyor).

-Yıllar sonra Panzehir’de bir aradasınız ve filmde babanızın gençliğini canlandırıyorsunuz....

M.A.: Proje ilk olarak bana ulaştı. Senaryoyu gönderdiler. Çok beğendim. Sonra yazlığa, babamın yanına gittim ve birlikte tekrar okuduk. Baba da çok beğendi.

C.A.: Baba değil babam da çok beğendi!

M.A.: Evet babam da çok beğendi (gülüyor). Bir de babamın gençliğini canlandırma fikri beni çok heyecanlandırdı.

C.A.: Filmde mafya babasını canlandırıyorum ama artık eskisi gibi havalarda uçamıyorum (gülüyor). Karakterin adı Kara Cemal, Güneydoğulu. Şehre gelirken çocuklarını getiremiyor ve şehirde toplumsal gerçekçilikle karşılaşıyor. Uluslararası büyük şirketlerle bağlantılı büyük bir işadamı oluyor. Ben de eskiden ünlü bir mafya babasıyla vakit geçirmiştim ve nasıl bir hayatları olduğunu çok iyi biliyorum. Ayrıca filmde bu büyük güçlerin nasıl yok olduğu da anlatılıyor. Görüyoruz ki hep iç ihanetlerden yok olmuşlar.

-Babanızın gençliğini canlandırırken nasıl duygular içindeydiniz?

M.A.: Sahnelerim olmasa da ne zaman babamın çekimi var, ben de gidiyordum. Çünkü babamın el hareketini, mimiğini onun gibi yaparsam, seyircinin iki karakter arasında bağ kurması daha rahat olacaktı. Ne var ki sahnelerde zorlandım. Karşımda ne kadar babam da olsa Cüneyt  Arkın vardı.

C.A.: Sete geldiğini görünce hep ‘Ne kadar hayırlı bir evlat. Çekimlerde beni yalnız bırakmıyor’ diye düşünüyordum. Meğer sadece beni incelemek için geliyormuş (gülüyor).

-Peki siz, Murat Bey’in sahnelerini izleme fırsatı buldunuz mu?

C.A.: Film çekilirken utanabilir, çekinebilir, beni görünce kendini kasabilir diye hiç gitmedim onu izlemeye.

M.A.: Gelmemesi gerçekten iyi oldu. Çünkü babam olarak başka aktör olarak başka. Hatta Harem dizisinde Kare Murat’ı canlandırırken bile ‘Babam izlerken ne düşünecek acaba’ diye düşünmüştüm.

C.A.: Harem’de Murat çok başarılıydı. Bir kere doğaçlamayı çok iyi yapıyor. Hatta dizinin bir bölümünde ben de rol aldım. Orada bir karşılaşmamız olacaktı. ‘Motor’ dediklerinde ‘Babam, canım babam. Dünyayı kurtaran babam’ diye bir sarıldı ki resmen popomun üzerine oturup kaldım. Neye uğradığımı şaşırdım ama bozuntuya da vermedim. Koskoca adamı yere yığdı resmen (gülüyor).

-Oyunculuğa ilk başladığınız dönemlerde ne hissettiniz?

M.A.:  Başrol olmamama rağmen neredeyse bir gün boyunca setteydim ve çok yorulmuştum. Sonra babamın yanına geldim ve ilk yaptığım ayaklarına yapışıp öpmek oldu.

Ona ‘Baba ilk çekim günüm. Sabahın dördünden beri ayaktayım. Neredeyse 20 saattir çalışıyorum. Sen ki 50 sene hep böyle çalıştın. Şimdi seni daha iyi anlıyorum’ dedim.

Çünkü o gün sette yaptıklarım babamın yaptıklarının milyonda biriydi...

-Yaklaşık 400’ün üzerinde filminiz var ve bunların çoğunda da başroldeydiniz. Hiçbirinde de dublör kullanmadınız... Şimdi baktığımızda ise başrol oyuncuları dublörsüz sahne çekmiyor neredeyse...

C.A.:  Sirklerde çalıştım yıllarca. Setim biter, soluğu sirkte alırdım. Orada hem çalışıyor hem atlarla akrobatik hareketler öğreniyordum. Öğrendiklerimi sette uygulayınca herkes ağzı açık bir şekilde beni seyrediyordu. Altı yıl da karete yaptım...

-Yanlış bilmiyorsam pek çok operasyon geçirdiniz, fizik tedavi gördünüz. “Neden dublör kullanmadım” diye pişmanlıklarınız var mı?

C.A.: 77 yaşımdayım ve halen ayaklarımda, bacaklarımda ağrılar var. Yürürken zorlanıyorum. Omurgam yamulmuştu ve doktorlar bile o şekilde nasıl yaşadığıma hayret ediyordu. Ama hiç pişmanlık duymadım. Çünkü dublör kullansaydım Cüneyt Arkın olamazdım.

ATLAYAMAYAN DUBLÖR VARDI!

-Filmlerde çok sakatlandığınız için sete dublör getirmişler bir keresinde. Doğru mu?

C.A.: Yeni kitabımda da anlattım bu hikayeyi. O dönemlerde özellikle tarih filmlerinde çok fazla kaza geçiriyordum. Patronlar sonunda ‘Bu böyle olmuyor. Cüneyt her kaza geçirdiğinde işler aksıyor. Dublör şart’ dedi. Ertesi gün dublör geldi. Yanında da üç kız. Belli ki onlara hava atacak. Geldi, adımın yazılı olduğu sandalyeye oturdu. Bir havalar bir havalar, sanki Cüneyt Arkın... Neyse ona Bizans kıyafetlerini giydirdiler. Kilisenin balkonuna çıktı ve benim yerime oradan atlayacak. Yüksekliği de dört metre var ya da yok. Yönetmen ‘Motor’ dedi. Hepimiz bekliyoruz ama atlayan yok! Sonuç olarak dublör korktu ve balkondan atlayamadı. Bu da son oldu.

Türk sinemasında emeğinizinkarşılığını aldınız mı?

C.A.:  Maddi olarak ben ve benim kuşağım Fikret Hakan, Orhan Günşiray, Adile Naşit, Kadir Savun ve pek çok kişi emeğimizin karşılığını alamadık. Günde 16 saat çalışıyorduk. Ben her sahnede ölümle burun buruna geliyordum ve 150 bin liraya çalışıyordum. Sonra arabeskçiler geldi. Her biri film başına 5-20 milyon kazanıyordu. Mesela bir gün Orhan Günşiray rahatsızlandı ve sigorta hastanesine kaldırıldı. Düşünün ki bu adam dönemin jönlerinden.

SAKLADIĞIM, gİZLEDİĞİM HER ŞEYİ YAZDIM

-Geçen hafta içinde Cüneyt Arkın-Fakir Gencin Hikayesi adlı kitabınız çıktı. Neden bu kitabı yazdınız?

Cüneyt Arkın: Şimdiye kadar benimle pek çok röportaj ve televizyon programı yapıldı. Halk benim hakkımda az çok bilgiye sahip oldu. Ama bilmedikleri o kadar çok şey vardı ki... Sakladığım, gizlediğim... Bunların hepsini yazmak ve insanların öğrenmesini istedim. Hiçbir şekilde birinin dahli olmadı. Tek bir harfine bile dokunulmadı. Tamamen boş zamanlarımda el yazımla yazdığım anılar...

Murat Arkın: Kitapta çok farklı konular var. Ama ben ‘Kız tavlamanın yolları’ bölümünü çok merak ediyorum (gülüyor).

-Eşinizin ya da çocuklarınızın kitabı okuduktan sonra ‘Biz bu hikayeyi bilmiyorduk’ deyip şaşırdıkları oldu mu?

C.A.: Betül ki benim her şeyimi bilir, buna rağmen kitabı okuyunca ağladı. ‘Gerçekten çok acıklı bir hikayen varmış’ dedi. İşte, başkası yazsaydı ben bu etkiyi yaratamazdım. O yüzden kimseye teslim etmedim, kendim yazdım.

ÜZÜLMEMEK İÇİN TELEVİZYON İZLEMİYORUM

-Kırım Tatarısınız. Kırım’da yaşananlarla ilgili neler söyleyebilirsiniz?
 
Cüneyt Arkın: Yazar Metin Aydoğdu’yu okurum ve kitapları 70 baskı falan yapar. Kitaplarını okuduğumda, dünyayı ABD ve Rusya’nın değil, çok büyük uluslararası şirketlerin yönettiğini anlıyorsunuz. Bu şirketlerin ‘Dış İlişkiler Komisyonu’ diye bir kuruluşları var. Geceleri uyumazlar ve 50 yıl 100 yıl sonrasını planlarlar. Şimdiye kadar olup bitenler de hep Batı’nın büyük oyunları. O nedenle de az gelişmiş halkların geleceklerini tayin etme gibi bir şansları, söz hakları maalesef yok. Ben de daha fazla üzülmemek için haberleri izlemiyor, gazeteleri okumuyorum.