TÜRK süsleme sanatının büyük ustası Ord. Prof. Dr. Süheyl Ünver, imza attığı minyatürlerle vefatından 28 yıl sonra bile gündemde. Ünver’in 1953 yılında, İstanbul’un Fethi’nin 500. yılı nedeniyle hazırladığı Fatih’in Defteri, yeniden düzenlenerek Kültür A.Ş tarafından yayılandı. Kitap, Ünver’in olağanüstü yeteneğini yansıttığı minyatürlerin yanı sıra, Fetih dönemine ilişkin yerli ve yabancı tüm kaynakların taranarak hazırlanan içeriğiyle 15’inci asır İstanbul’unu en iyi anlatan eserlerden biri olarak görülüyor.
1986 yılında vefat eden Ünver’in yeni bir eserinin yayınlanacak olması nedeniyle arayarak görüşlerini aldığımız yakın dostu Prof. Dr. Semavi Eyice, bu habere şaşırmadığını, Ünver’in not defterlerinde daha yayınlamayı bekleyen çok sayıda eser olması gerektiğini söyleyerek başlıyor anlatmaya... “O her şeyi toplar, not ederdi” diyor Eyice “Farz edin ki Süheyl Ankara’ya gidiyor. Katiyen uçağa binmezdi. Haydarpaşa’dan yola çıkar, yolda gördüğü köyleri, minarelerine kadar çizerdi defterine. İçinde neler yoktu ki defterlerinin! El işi ile işlerdi not defterlerinin çevresini. Sanat eseri daha nice defteri vardır onun” sözleriyle anlatıyor, Ünver’in tarihe not düşen ayrıntıcı yönünü...
15’İNCİ ASIRI BİLMİYORUZ
Tarihe not düşmek... Ünver’in
Fatih’in Defteri eseri, İstanbul’un Fethi’ne dair tam beş asır sonra düşülen en iyi notlardan biri. Milliyet gazetesinde 1953 yılında çıkan makalesinde İstanbul’un Fethi ve sonrasına ilişkin sağlıklı bir bilgi bulunamadığından yakınan Süheyl Ünver, Kritubolos’un tarihi, Fetih’e şahitlik yapan Dursun Bey ve Tacizâde Cafer Çelebi tarihleri, anonim tarihler ve İbni Kemal’in yazdıklarının yetersizliğini anlatıyor. Bu yazıda, Fatih’in ve dönemin İstanbul’undaki binalara ilişkin yeterli resmin olmadığını belirten Ünver, Fatih Kütüphanesi ve Topkapı Sarayı hatta Mısır’daki arşivleri tarayarak elde ettiği bilgilerden yola çıkarak İstanbul’un yapılarını, 1453’teki orijinal hallerini gözeterek Fatih’in Defteri adlı eserinde tek tek işlediğini anlatıyor: “Tezyinatta asla kendimizden ilâveler yapmadık. Hemen o devrin otantik çalışmalarını örnek tuttuk. Minyatürler de kezâ. Ondan harice çıkmadık. Yalnız lüzumsuz ve yapılmaları zaman ve çok lüzumsuz yerleri kaplayacak olan teferruata yer vermedik. O devrin manzara ve bina resimleri hakkında esaslı ve o devirden kalmış bir örnekle karşılaşmadığımızdan 16. ve 19. asırlar arasında resim tekniğini örnek tuttuk. Her ne kadar bu defter Fatih’in şahsiyetine lâyık görünmeyebilir amma, bizler kendimize saygımızın ifadesi olarak yapmamız icap eder dedik ve yaptık. Boş ara sahifeler, defteri incelerken yorulanların gözlerini dinlendirmeleri için bilhassa bırakılmıştır.”
TEK NÜSHA BİR ESER
Kitabın editörü Prof. Dr. İsmail Kara, 1996 yılında yazdığı önsözde ilk defa 1983 yılında Fatih’in Defteri’ni gördüğünü söylüyor: “Ziyaret etmiştim, desem daha doğru. Yeni yayın hayatına girecek olan Kaynaklar dergisinin birinci sayısının sohbet konuğu Süheyl Bey olacaktı. Merhum Mehmet Kaplan Bey’le birlikte Kalamış’taki evine gidecekler arasına ben de katılmıştım. Gördüklerimiz, Hoca’nın bize temaşa ettirdikleri daha önemli idi ve bunlar arasında Fatih’in Defteri de vardı. Yıllar sonra bu defterin kisve-i tab’a bürünmesine az da olsa emeğimin geçeceğini nereden bilebilirdim? Kendi ifadeleriyle ‘Fatih Sultan Mehmed’e mânen sunulmak üzere’ tek nüsha olarak hazırlanan, herhalde bir başka örneği olmayan bu defter büyük ölçüde minyatür türüne girebilecek çalışmalardan oluşuyor: 3 Fatih portresi; 3 Fatih tuğrası; Fatih’in annesi (Hadice Halime Hüma Hatun), babası (Sultan II. Murad), hocaları ve yakını kıldığı âlimler (Molla Hocazâde, Molla Gürani, Akşemsettin, Molla Husrev, Molla Zeyrek, Ali Kuşci, Sadrazam Mahmut Paşa) ile resimleri; cami ve binalar (Fatih Camii, Harbi Mescidi, Çanakkale’de bir cami, Fatih medreseleri, Topkapı Sarayı Hazine Dairesi, Bâb-ı Hümayun, Edirne Sarayı’nda Cihannüma Kasrı, ÇiniliKöşk, Daruşşifa, Tabhâne, Eski Saray, Yedikule, Rumeli Hisarı); kitap temellük kayıtları, şemse ve zahriyeler, çini detayları, hatlar, İstanbul resimleri; Fatih’in hırkası, kaftanı, kayığı, tabip ve hastaları...”