‘SIRADIŞI imam’, ‘Farklı imam’ portreleri medyanın sevdiği bir tamlama. Dinle, diyanetle ilgilenmenin dışında dünyevi işlerle uğraşan, spor yapan, müzikle ilgilenen, tiyatro ekibi kuran imamlar sıkça haber konusu oluyor. Davut Özgül’ü farklı yapan ise hem zorlu hayat hikayesi hem de imamlığın yanı sıra yaptığı sahaflık dolayısıyla tanıklık ettikleri. Yaşadıklarını Bir İnsan Biriktirdim adıyla kitaplaştıran Davut Özgül, 2011 yılında kanser hastalığına yakalandı. Hastalığını şükür ile karşılayan ve kısa süre önce hayatını kaybeden Özgül, geride dostluklar ve birbirinden ilginç anılar bıraktı.
İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nde Yaşar Nuri Öztürk ve Zekeriya Beyaz gibi isimlerin öğrencisi olan Özgül, 1990’lı yıllarda kurucusu ve üyesi olduğu AKDAV ve Anadolu Platformu gibi düşünce topluluklarında da önemli etkinliklere imza attı.
Çengelköy Hamdullah Paşa Camii’nde imamlık yaptığı yıllarda bir yandan da sahaflığa başlayan Özgül’ün yakın dostları arasında Dücane Cündioğlu, Ahmet Turan Alkan, Sinan Genim, Ömer Lekesiz gibi isimler de vardı. Hayatında iz bırakan isimlerden Yaşar Nuri Öztürk’e gönderdiği çok sayıda mektup Halkın Diliyle Yaşar Nuri Öztürk isimli kitapta yer almış. Ancak Özgül, İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nde okurken o dönem dekan olan Öztürk’ün başörtülü öğrencilere tavrından dolayı hayal kırıklığı yaşamış ve Öztürk’e olan bakışı değişmiş. Bir dönem oldukça radikal bir din anlayışı olan Özgül, zamanla çok farklı bir yaklaşım içine girmiş. Yaşadığı değişimin izlerini ve kendi kuşağının öyküsünü de bu yüzden Bir İnsan Biriktirdim diyerek kaleme almış.
"BU BENİM İÇİN BİR AŞK İŞİYDİ"
Çengelköy Hamdullah Paşa Camii’nde görev yaptığı dönemde yaşadığı birtakım ailevi sorunlar sebebiyle ek iş ararken yolu sahaflığa düşer Davut Özgül’ün. Önce ortakları olur ve zaman içinde kendi tabiriyle çıraklıktan kalfalığa terfi eder. Ali Fuat Başgil, Fahir İz, Veled Çelebi İzbudak, Fahrettin Kerim Gökay gibi isimlerin terekelerinden mühim bir parçayı alır. Başgil’in terekesinde onun çırılçıplak çektirilmiş bir fotoğrafıyla negatifinin bulunduğunu görür. Normal şartlarda hayli pahalı bir fiyata satılabilecek bu fotoğrafı ve negatifi yırtarak yok eder. Davut Özgül için sahaflıkta mühim olan para değil, terekede mevcut kıymetli evrakların yerini bulmasıdır. Bu düşünceyle Fahir İz ve Çelebi İzbudak terekelerini Türk Tarih Kurumu’na (TTK) satmak için Ankara’ya gider. Ali Birinci gibi bir üstadla da tanışmaktır amacı. Özgül, elindeki kitap ve evrakların bir kısmını Birinci Hoca’nın yönlendirmesiyle bir başkasına satar. Sıra TTK adına Birinci Hoca’nın alacaklarına geldiğinde Davut Özgül 30 bin TL ister. Fakat araya bazı dostların girip bu belgelerin tekrar kamuya sunulması için alındığı hatırlatması ve fiyatın biraz düşük tutulması talebi üzerine fiyat 20 bin TL’ye iner. Ali Birinci belgeleri TTK adına almasına rağmen bu defa kendisine alıyormuş gibi pazarlığa başlar ve “Davut Hocam şimdi ben kalksam kendi elimle sana bir kahve pişirsem, yemek de ısmarlasam benim için de bir indirim yapar mısınız?” der. Özgül de “2 bin TL daha indiririm hocam” der. Özgül hatıratında bu olayı naklederken “Ali hocam bana fazla yüklenmedi. Şayet daha ısrar etse onu kıracak değildim. Dedim ya bu bir aşk ve gönül işiydi benim için. Para olayı işin tuzu biberiydi” diyerek mesleğine duyduğu sevgiyi de ifade ediyor.
HÜSEYİN BESLİ'NİN ÇÖZÜM ODAKLI TARZI VAR
“HÜSEYİN Ağabey alabildiğine sade ve mütevazı bir insan. Kendisine ulaşılması kolay biri. Oturup konuştuğunuzda entelektüel yönünü hemen fark edersiniz zaten. Kendisi ile on yılı aşkın bir süredir Çengelköy ortamında dost olduk. Dostluğumuzu pekiştiren epeyce ortak noktamız var. Özellikle Cuma vaazlarımı dinlemeye gayret eder. Hüseyin Besli çok konuşmayan daha çok dinleyen bir yapıya sahip. Hemen her meselelere çözüm odaklı yaklaşan bir tarzı var Hüseyin Ağabey’in. Sağduyusu en belirgin yönü olsa gerek. Onunla oturup sanat üzerine, resim üzerine, klasik Türk sanatları üzerine konuşmak da mümkün. Dedim ya o bir entelektüel.”
RAFİNE ZEVKLERİ OLAN BİR ESTETİK TUTKUNU:SİNAN GENİM
“Sinan Genim. Türk mimari tarihine geçen bir isim. Bir Beyefendi Sinan Bey. Çengelköy’deki ofisi bir müzeyi andırıyor. Rafine zevkleri olan bir estetik tutkunu. Osmanlı’nın ürettiği değerlerin, kültürün hayranıdır Sinan ağabey. Müzayedelerden topladığı resim, harita, Hilye, sancak ve Çanakkale objeleri ile maruftur. Kaleme aldığı çalışmaları, yaptığı yorumlarıyla bir sanat tarihçisi olduğunu da ortaya koyan önemli bir simadır. Kendine has yürüyüşü, karizması ve mütevazılığı ile Çengelköy’e renk katan bir sima oldu Sinan Bey. İyi bir müzik kulağı vardır Sinan Ağabey’in. Klasik Türk musikisi hayranıdır.”
SAKAL-I ŞERİF HİKAYESİ
Bir Ramazan günü Diyanet İşleri Başkanlığı’nın başarılı isimlerinden bir olan Kamil Büyüker, eski eşya alıp satan İsmail amca isimli birinde bir Sakal-ı Şerif görür. Kamil Büyüker, Davut Özgül’ün daha önce Aziz Mahmud Hüdayi vakfiyesi olan bir kitabı alıp yerine ulaştırdığını bildiği için Özgül’ü arar. Davut hoca da hemen onu almasını söyler ve Kamil Büyüker’den Sakal-ı Şerif alıp kendi evine getirir. Kısa bir zaman zarfında Sakal-ı Şerif’in Özgül’de olduğunu pek çok kişi öğrenir. Hatta Özgül, Üsküdar İlçe Müftüsünü de bu durumdan haberdar eder. Ancak buna rağmen bir sabah Asayiş Şube ekipleri Tarihi Eser kaçakçılığı ihbarıyla evine gelirler. Aslında Sakal-ı Şerif’in ihbarın özel konusu olmamasına, polislerin de bilgisi dâhilinde bulunmamasına rağmen Özgül, onlara Sakal-ı Şerif’ten bahseder. Sonuçta savcının talimatıyla gözaltına alınır, Kamil Büyüker ve satıcı İsmail amca ile birlikte yargılanarak mahkûm olur. Ancak Diyanet İşleri Başkanlığı idari soruşturma neticesi bir ceza vermeye gerek görmez. Tüm bunları yaşarken Özgül’e en acı gelen kendisine intikalini lütuf olarak gördüğü ve tazimde bulunduğu bu sakal-ı şerif için bir ilahiyatçının “Senin gibi bir ilim ehline yakıştıramadım. Ne işin var kılla tüyle’ şeklinde
bir yaklaşımda bulunması oluyor.