20 Nisan 2024 Cumartesi / 12 Sevval 1445

Her erişkin her çocuktan sorumlu

Çocuk ve ergen psikiyatrı Prof.Dr. Bengi Semerci kaçırılma, istismar ve çocuk ölümleri konusunda en çok unutkanlığımızdan şikâyetçi. Semerci’ye göre durum yeni değil ama artık bütün insanlık ailesi olarak eskisinden daha dikkatli davranmak ve ceza kadar tedbiri de düşünmek zorundayız.

ZEYNEP TÜRKOĞLU - GÜLCAN TEZCAN 8 Temmuz 2018 Pazar 07:00 - Güncelleme:
Her erişkin her çocuktan sorumlu

İki kız çocuğu ortadan kayboldu. Canımız yandı. Kahrolduk. Önceki kötü örneklerden hareketle başlarına neler gelmiş olabileceği fikri tüyleri ürpertti. Ve ölüm haberleri geldi. Adını bildiklerimizden ikisinin artık yaşamadığını, yetişkinlerce ailelerinden koparılıp öldürüldüklerini veya bir şekilde ölüme terk edildiklerini kayıtlara geçirdik. Sosyal medyada isimlerini resimlerini paylaştık. Vicdani sorumluğumuz tamamdır. Yapılabilecek her şeyi yaptık… mı? 

Sosyal medya duyarlılığı vicdan rahatlatmaktan başka işe yaramıyor mu?

Tabii ki herkes için geçerli değil. Sosyal medyayı bilinçli kullananlar da var. Doğru yerde doğru zamanda, özellikle de felaket anlarında desteği arttırma özelliği ile olumlu kullananlar da var. Ama onun dışında çok da konuya hâkim olmadan kullanıldığını da görüyoruz. Bu, sokakta dilenen çocuğun eline para verip, ‘Oh ben elimden geleni yaptım Allah da benden razı olsun’ deyip, arkasını dönüp gitmeye benziyor. Halbuki verdiğiniz her bir lira o çocuğun sokakta daha uzun kalmasına, daha çok kullanılmasına sebep oluyor. Parayı veren bu amaçla vermiyor ama sonuç bu. Oysa yapması gereken niye o çocuğun orada olduğunu anlamak, birinin onu zorlayıp zorlamadığını öğrenmek, bunu nasıl düzeltebileceğini anlamak ve yapmak. Ama bunlar zor. Elini taşın altına koyması lazım. Çaba göstermek lazım. Fakat cebinizde bozuk para varsa, diğeri çok kolay. 

Çocuk kaçırma ve istismar haberleri geldikçe en sık sorulardan biri şu oldu, “biz hangi ara bu kadar kötü olduk?” Böyle mi gerçekten, kötü mü olduk?

Hep kötüydük. Bir kere “biz” değil. Çocuk cinsel istismarı da, öldürülmesi de bütün dünyanın sorunu. Dolayısıyla “Biz ne ara bu kadar kötü olduk” diyorlarsa onların problemi. En azından ben otuz yıldır bu işle uğraşıyorum, var olduğunu, bir şeyler yapmak gerektiğini biliyorum. Ha, tabii ki değişen dünya nedeniyle sayıda artış ve görünürlük farkı var. Çocukların zarar görebileceği şeyler artıyor. Eskiden sadece sokağa çıktığında zarar görebileceğini düşündüğünüz çocukların odasında eline interneti veriyorsunuz. Siz elinizle sunmuş oluyorsunuz. Dolayısıyla bunlar süreci değiştiriyor. Arttı mı artmadı mı sorusundan evvel başka şeyleri düşünmeliyiz. Olduktan sonrasıyla ilgileniyoruz. Bu bizi gerçekten uzaklaştırıyor. Amacımız nasıl engelleyebiliriz, önleyebiliriz olmalı. Yoksa bekleyelim, yapılsın, ama çok ağır ceza verelim. İyi de önceliğimiz yapılmasın olmalı. Ama özellikle son olaylarda sadece sosyal medyamız değil görsel ve yazılı medya da çok kötü sınav verdi. 

Medyadaki haberler konuya dikkat çekilmesi için gerekli veya faydalı değil mi?

Halka ulaşmanın en etkin yollarından birisi. Ama bilgilendirme, öğretme ve olay nedeniyle bir takım şeyleri paylaşma yerine insanların korkularını arttıran, çoğu da doğru olmayan haberler gördük. Haber alma özgürlüğünü kısıtlamaktan bahsetmiyorum. Doğru haber vermek zorundalar. Benim de haber alma özgürlüğüm, doğru haber almayı içerir. Televizyonların, gazetelerin yazdığı hikâyeyi değil. Mesela son iki çocuğun ölümüyle ilgili şu ana kadar verilen haberlerin hepsi yanlış çıktı. İstismar yok. Şu yok, bu yok. Manşetlere baktığınız zaman, insanların sadece öfkesini, korkusunu arttırıcı şekilde. Altını okuyorsunuz, alakasız bir şey var orada. Çoğu insanın da bir paragraftan sonrasını okumaktan sıkıldığı bir ülkede yaşıyoruz. Çocuğun resmi de orada. “Ay ne kadar da güzel” diye vermek haber gazetenin haber verme özgürlüğüyle ilgili bir şey değil. Tabii ki gazete ve televizyon bir eğitim yeri değil. Ama kendi sorumluluğu var. Bu özeleştiriyi de yapmayı öğrenmeleri gerekiyor. 

Çocukların geleceği ile ilgili olarak dünya karanlık bir yere mi gidiyor?

Tabii ki her neslin karşılaştığı tehlikeler farklı. Ama bazı tehlikeler yüzyıllar geçse de değişmiyor; kaçırılma, tecavüz, hırsızlık gibi… Teknoloji nedeniyle çeşitleri değişiyor. Evinize giren hırsız azalıyor da, internetten veya telefonla sizi ikna ederek hatta hırsızlık yapıyor artık. Yöntem değişikliği. Bizim toplumumuzda, hep o “biz” diye başlamamızın temel nedeni bence, bizde bir ayrıcalık var. Bu olayları hep yanlış şeylere bağlıyoruz. Kültürel özellikler, din, inanç gibi şeylere bağlayanlar var. Bunun karşısında saldırılan değerleri savunacağım derken, savunulamaz bir suçu savunur gibi pozisyona düşenler var. Dolayısıyla olayı unutuyoruz. Ve birbirimizin karşılıklı yanlışlarından hareketle tartışıyoruz. 

Toplum bu olaylardan sonra cezaları da tartışıyor? Cezalar yeterli mi, caydırıcı olabiliyor mu?

İnsan psikolojisi açısından cezaların çok arttırılmasını istemek adalet değil, intikam duygusunu gösterir. Olan, onun da başına gelsin ister. Bu rahatlatır, ama geçicidir. Tabii ki her suçun bir cezası olmalı. Bu ceza da suçla doğru orantılı olmalı. Toplum vicdanı denilen şey de hukuk devletinde düzgün yasaların, düzgün ve hep aynı şekilde uygulanmasıdır. Türkiye’de çocuklara karşı işlenen suçlarda cezalar Amerika’ya ve pek çok Avrupa ülkesine göre yüksektir. Ama uygulama aynı şekilde gitmiyor. Orada bir sıkıntı var. Cezaların orantısız artması da uygulamada sıkıntıya sebep oluyor. Hâkimler de kendi içlerinde bir vicdan muhasebesi yaptıklarında cezayı orantısız görürse, takdir yetkisini salıvermekten yana kullanabiliyor. 

Ceza gereklilik olmakla beraber esas olan suçu önleme diyorsunuz. Nasıl yapabiliriz?

Birincisi biz, BM çocuk haklarına imza atmış bir ülkeyiz. Bu hem devleti hem de erişkin her bireyi çocuklardan sorumlu hale getiriyor. Yani bizim çocuğumuz olması şart değil. Her erişkin, her çocuktan sorumludur! Öncelikle bizim çocuğun birey olduğunu anlamamız gerekiyor. Çocuk küçük modelimiz veya parçamız değil, birey. Böylelikle haklarını da kabul etmiş oluyorsunuz. Çocuğun hakkı derken de üç yaşında istediği programı seyretmesinden bahsetmiyorum. Bu çocuk hakkı değil, bu çocuk istismarı. Hak derken, beslenme, yaşama, eğitim haklarından bahsediyorum. Anne baba olmak dünyadaki en zor işlerden bir tanesi. Bu tür bir şey olduğu zaman herkes önce dönüp ben ne yapıyorum diye kendine bakmalı. Ben çocuğumu yeterince koruyor muyum, yeterince bilgi verdim mi kendini koruması için? Çünkü çocuğa bunu öğretmek lazım. Kimin tehlikeli olabileceğini, kiminle ne kadar konuşabileceklerini, tehlike hissettiklerinde ne yapmaları gerektiğini öğretmek anne babanın görevi. Anne babaların eğitimi de devletin görevi. Anne babanın gözü önünde bir çocuk kayboluyorsa, anne baba ne yapıyormuş, bir de ona bakmak lazım. Şimdi “Ay yazık insanların acıları var, bir de onları mı suçluyorsunuz” denilmesin. Başka çocukların kaybolmasını engelleyecek bir mekanizma, dikkati çekecek bir şey. Üç yaşındaki çocuğu gözünüzden ayıramaz, mahallelidir diye sokağa salamazsınız.

Eskiden sokaklar daha güvenliydi, şimdi bozuldu diye bir kanaat var. Biz sokakta büyüdük, o zaman da böyle miydi?

Böyleydi. Evet sokakta büyüdük. Ben elli yaşımı geçtim. Çok iyi hatırlıyorum çünkü böyle bir şey de yaşadım. Birisi sana gelip ‘Annen baban çağırıyor’ derse kesinlikle gitmeyeceksin. Yakında büyük kim varsa hemen yanına gideceksin. Karşındaki zorlarsa hemen bağır hatta tekme at. Bana bunları öğretmişlerdi. Beş altı yaşlarımda o zamanlar güvenliydi denilen sokakta oynarken ‘Baban sana çikolata almamı söyledi’ diyen adama, ‘Sen git babam sana alır çikolata’ dediğimi de çok iyi hatırlıyorum. Ailem öğrettiği için ne yapmam gerektiğini biliyordum. Şimdi ailelerin öğretmesi gereken daha çok şey var. 

Cezalar ağırlaşsın, hükümlüler insan içine çıkamasın

Bakmaya kıyamadığımız yavrularımıza yaşatılan vahşeti öfke, korku ve kaygıyla izliyoruz. Bu vahşetin önlenmesi ve sorumluların en ağır cezaları alması için sivil toplum kuruluşları devlete çağrıda bulunuyor. Sivil toplum, bu tür suçları önlemek için özellikle sosyal medyanın pornografik içeriklerden arındırılmasını, cezaların ağırlaştırılmasını ve suçlulara toplumsal tecrit uygulanmasını istiyor. 

Ağrı’da Ramazan Bayramı’nın birinci günü kaybolan 4 yaşındaki Leyla Aydemir ve Ankara’da kaybolan 8 yaşındaki Eylül Yağlıkara’nın hayatına acımasızca son verilmesi bir kez daha toplumsal infiale sebep oldu. Milyonlarca kişi sosyal medya üzerinden acısını, öfkesini ve tepkisini paylaştı. Toplum, ister kişisel husumet isterse cinsel istismar sonucu olsun oyun oynayacak yaştaki kız çocuklarının ölümüne neden olan saldırganların en ağır cezayı alması konusunda hem fikir.  

Ülkenin hemen her köşesinde idam talebiyle sokaklara dökülen milyonlar artık çocuklara yönelik taciz, tecavüz ve istismar olaylarının son bulması için vakit kaybetmeden gereken adımların atılmasını talep ediyor. Çoğunluk idam›n özellikle çocuğa yönelik istismar ve tecavüz vakaları için geri getirilmesini isterken bir kaç cılız ses insan hakları gerekçesiyle idama karşı çıkıyor. Kimyasal kastrasyon yani hadım ise yıllardır konuşulan ancak bir türlü uygulamaya konulamayan bir ceza olarak her taciz ve ölüm olayı sonrası yeniden gündeme getiriliyor. Caydırıcı cezaların yürürlüğe konulmaması, sapkın karakterli olduğu bilinen bireylerin aile fertleri tarafından korunması ve yaptıklarına göz yumulması, televizyon ve özellikle internet üzerinde her tür sapkın içeriğe ulaşımın sınırsız olması bu tür suçlarla sıkça karşılaşmamıza yol açıyor. Özgürlük adına müzikten, sinemaya, youtube kanallarından reklamlara her tür cinsel içeriğin sınırsızca ekranlardan boca edilmesi hastalıklı insanları harekete geçiriyor; bulabildikleri en güçsüz varlıklar olan çocuklar ve hayvanlara akıl almaz muamelelerde bulunabiliyorlar. 

ALINAN KARARLAR BİR AN ÖNCE HAYATA GEÇİRİLMELİ 

Suçluların cezalandırılmasının yanı sıra bu tür suçların önlenmesi ve en aza indirilmesi için alınacak önlemler de yine uzun süredir tartışma konusu. Caydırıcı hukuki yaptırımlar uygulanmadığı sürece küçücük çocuklarımızı akıl almayacak işkencelerle öldürenler de son bulmayacak. Aile, kadın, çocuk ve gençlere yönelik çalışmalar yürüten kırka yakın sivil toplum kuruluşu yapılan ortak basın açıklamasında “Kadın Sivil Toplum Kuruluşları olarak çocuk istismarı ve ihmali olaylarına yönelik hukuksal, psikolojik, sosyolojik ve eğitim alanlarında önleyici, caydırıcı/cezalandırıcı, koruyucu ve onarıcı çalışmaların mevzuat dayanağı oluşturularak bir an önce hayata geçirilmesini; bahis konusu suçların faillerinin kanunda yapılacak düzenleme ve iyileştirmelerle en üst hadden cezalandırılmasını istedi. Açıklamada “Taciz, tecavüz, ensest gibi cinsel istismar suçlarına hiçbir şekilde iyi hal indirimi uygulanmamalıdır. İstismara maruz kalan çocuk ve yetişkine kanunlarla tam bir destek ve koruma sağlanması gerekmektedir” diyerek suçlulara en ağır cezaların verilmesini talep edildi. 

PORNOGRAFİDEN ARINMIŞ SOSYAL MEDYA ŞART

Sosyal medyada çözüm hakkında konuşmak yerine böylesi hayati bir konuyu bile ideolojik saplantılarına alet edenlerin samimiyetten uzak yorumlarının aksine ortak akıl çağrısında bulunan STK’ların açıklamasında “Konunun hassasiyeti ve toplumun bütününün problemi olan meselenin özünden ve amacından uzaklaştırmadan, çarpıtmadan ve ayrıştırmadan toplumu vicdan paydasında birleştirici her türlü gayret ve çabanın içinde olmak, suça ve suçluya sıfır toleransla mücadele etmek devletimizle birlikte Sivil Toplum Kuruluşları olarak hepimizin ortak görevidir” şeklinde ifadelere yer verildi.  

Hukukçu Kadınlar Derneği, AKDER, Türk Gençlik Vakfı, İGEDEV, Hukukçu Hanımlar Derneği gibi STK’ların da imzaladığı bildiride medya konusunda alınması gereken tedbirler de şöyle sıralandı: “Özellikle bu tür suçların işlenmesini teşvik eden, suç işlemeye yatkın bireyler üzerinde oluşturduğu algı ile suça ortaklık yapan basın yayın kuruluşlarının televizyon, radyo, gazete, sosyal medya kanalı ile yaptığı yayın ve her türlü basılı eserin pornografik unsurlardan arındırılması hususunda devletimizin hukuki her türlü tedbiri almalı, medya ciddi bir kontrol mekanizmasına tabii tutulmalıdır” denildi. 

İSTİSMAR SUÇLULARINA TOPLUMSAL TECRİT 

Kadına yönelik şiddet ve çocuk istismarı konusunda akademik ve hukuki çalışmalara öncülük eden KADEM de çözüm odaklı çalıştaylar ile uzun süredir sorunun kaynağına, çözümüne yönelik bir politika geliştiriyor. 

KADEM 2017 yılında cinsel istismar olayları hakkında toplumsal farkındalık oluşturmak amacıyla 42 ilde bulunan temsilciliklerinde “Çocuk İstismarının Nedenleri ve Koruyucu Önlemler Çalıştayları” düzenledi.

Son olaylar sonrası KADEM’den yapılan açıklamada “Çocuğa yönelik cinsel istismar suçunu işleyen faillerin yargılanma ve cezalandırılma şartlarında birtakım düzenlemeler yapılma mecburiyetinin de ortada olduğu açıktır” denildi. Açıklamada, çocuğun cinsel istismarı suçunu işleyen faile uygulanan cezanın caydırıcı, mağdur bakımından adaleti temin edici, toplumsal açıdan ise vicdanları rahatlatıcı olması için gerek ilgili TCK 103. Maddede ve gerekse Ceza İnfaz Kanunu vb bağlantılı mevzuat hükümlerinde yapılması talep edilen değişiklikler şöyle sıralandı:  

- TCK 103. Maddesinde düzenlenen çocuğun cinsel istismarı suçunda iyi hal indirimi kaldırılmalıdır.

- TCK 103. Maddenin 2. Fıkrasında düzenlenen hapis cezasının alt sınırı, 12 yaşından küçük mağdurlar için arttırılmalıdır.

- TCK 103. Maddede tanımlanan çocuğun cinsel istismarı suçunu işleyen failin cezasının infaz edilen kısmı en az ¾ oranına çıkartılmalıdır.

- Cezanın infaz edilmeyen ¼ oranındaki kısmı, kimyasal kastrasyon yoluyla tamamlanmalıdır.

- TCK 103. Madde kapsamında hüküm giyen ve cezanın infazı tamamlanan faillerin, tahliyeden itibaren en az 10 yıl süreyle denetimli serbestlik hükümleri çerçevesinde takibi sağlanmalıdır. 

- Cinsel istismar suçundan hüküm giyenler, hükümlülerin istihdamı mecburiyeti kapsamından çıkarılmalıdır. 

- Cinsel istismar suçundan hüküm giyenler hakkında –ceza infaz edilse dahi- yaşadıkları bölgede bulunan insanlara bilgi verilmelidir” şeklinde taleplere yer verildi.