HAYAT Ağacı ve Hüma Kuşu, eski Türklerin inanç sistemi içerisinde yer alan önemli mistik motiflerdendir. Hayat Ağacının yeraltı, yeryüzü ve gökyüzünü bir arada sembolize ettiğine inanan Türkler, evrendeki bu üç bölümün birbirleriyle daima ilişki içerisinde olduğunu düşünüyorlardı. Gök Tanrı inancını kabul eden topluluklar için Hayat Ağacı, kayın cinsinden bir ağaçtı ve ana tanrıça Umay tarafından yeryüzüne indirilmişti. Bu ağacın yerden Kutup Yıldızı’na kadar uzandığına inanılır, göğün dokuz kattan oluştuğu, cennetin de yedinci kata yerleştirildiği kabul edilirdi.
Cenazelerin sembolü
Orta Asya’da yaşayan bazı Türk boyları, yeryüzüyle gökyüzünü birbirine bağlayan dokuz dallı bu efsanevi ağacın, göğün en üst katında olduğuna inanılan Tanrı Kayra tarafından dikildiğini kabul etmiştir. Ağacın hemen altında bulanan iki ejderha sembolünün de evrenin koruyucusu olduğuna inanılır. Şaman inancına sahip olan Türklerin, cenaze merasimlerinde, üzerinde meyvesi bulunan ağaç dallarını cenazenin hemen önünde bir sancak misali taşımaları, bilinen bir gelenektir. Bu ağaçların, Hayat Ağacı olarak kabul edildiği ve ölünün cennete gitmesi için taşındığı tahmin edilmektedir. Bu adet yakın zamana kadar da Anadolu’da görülmekteydi. Türk süsleme sanatında sıkça kullanılan Hayat Ağacı’nın tepesine genellikle ibikleri ve kulakları olan bir kuşun yerleştirildiği görülür. Bu efsanevi kuş metaforu, daha sonra ki dönemlerde mutlak egemenliği sembolize eden kartal, kuzgun, sungur gibi bir avcı kuşa dönüşmüştü. Ünlü tarihçi İbn-i Bibi, bu kuşun mitolojide geçen Hüma kuşu olduğunu ileri sürüyor. Türk kültüründe, zaman zaman çift başlı olarak da tasvir edilen bu kuşun, Tanrının bulunduğu göğün kapısını tutmakla ya da ruhların öbür dünyaya geçişini sağlamakla görevli olduğu düşüncesi mevcuttu.
İslamiyet öncesi Türklerin inanç sisteminde Hüma Kuşu önemli bir yere sahiptir. Bu efsanevi kuşun yaşadığı mekân, aklın alamayacağı, gözün göremeyeceği kadar yüksektedir. Bu özelliği ile hem Türk hem de İran mitolojisinde asil sayılması ayrıca bir devlet kuşu olarak da kabul edilmesi (Hümayun kelimesi ile ilişkilendirilebilir) onu gücün sembolü haline getirmektedir. Hüma Kuşu, faklı kültürlerde bulunan simurg, anka ve phoenix gibi diğer efsanevi kuşlarla hep karıştırılmıştır. Onu diğerlerinden ayıran en önemli özellik, göğün yedi kat üzerinde dolaşıp Allah’a ulaştığına duyulan inançtır. Türkler, Hüma Kuşu kimin üzerine konar veya pislerse o kişinin ya zengin ya da hükümdar olacağına inanırlardı. Bizde hala kullanılan “Başına devlet kuşu kondu” tabiri işte buradan gelmektedir. Ayrıca Hüma Kuşu’nun asla ele geçirilemediği, havada yumurtlayıp yavrusunu havada çıkardığı, ayaklarının olmadığı ve hiçbir kuşu da incitmediği kabul edilirdi.
ŞİİRLERDE SEVGİLİYE BENZETİLİR
Halk edebiyatında Hüma Kuşu sıkça kullanılan bir semboldür. Saz şairleri eserlerinde çoğu zaman sevgililerini Hüma Kuşu’na benzetmişlerdir. Aşık Ömer bir şiirinde; Baktım gözüne kaşına/ Benzettim Hüma Kuşuna/ Beni hicran ateşine/ Yakan dilber kimsin sen, diyerek sevgilisinin güzelliğini Hüma Kuşu ile tasvir etmiştir. Erzurum yöresine ait; Hüma kuşu yükseklerden seslenir/ Yar koynunda bir çift suna beslenir/ Sen ağlama kirpiklerin ıslanır/ Ben ağlim ki belki gönül uslanır türküsü de halk musikisinin en tanınmış örneklerindendir. Hüma Kuşu’nu, tasavvuf dünyasında da görmek mümkündür. Dervişler bu efsanevi kuşu, muhtaç oldukları himmetle eş değer tutmuşlardır.
Devlet erdi ondan bana/ hacet değil Hüma Kuşu. (Yunus Emre)
Tarih boyunca halı ve kilimlerimizde, minyatürlerimizde, çini ve diğer el sanatlarımızda hem hayat ağacı hem de Hüma Kuşu önemli bir motif olarak yıllarca işlenmiş, günümüze kadar da gelmiştir. En güzel örneğini de Erzurum’da bulunan Yakutiye Medreses’nin taç kapısında görmek mümkündür. Prof. Dr. Hakan Hadi Kadıoğlu’nun Erzurum’da yayınlanan Beyaz Şehir adlı dergide Hayat Ağacı ve Hüma Kuşu ile ilgili yayımladığı makale, konunun daha iyi anlaşılması adına önemli bir çalışmadır.