Hanedana dayalı idare anlayışının hüküm sürdüğü devletlerde iktidarı elinde bulunduran büyük aileler için en önemli husus, ülke yönetimindeki devamlılıklarıdır. Bu yüzden hanedanlar günün birinde kendi içlerinden tahta çıkacak bir aile mensubunun kalmayacağı korkusunu sürekli içlerinde yaşatmıştır. Dünyaya gelen her çocuk onlar için daima Allah’ın bir lütfu olarak görülmüş, hele bir de bu yeni üye erkek çocuk ise yaşanan sevinç iki katına çıkmıştır.
Osmanlı Hanedanı, biri Sultan İbrahim devrinde diğeri Sultan II. Mahmut olmak üzere iki kez varlık tehlikesi ile karşı karşıya kalmıştı. Zira sözünü ettiğimiz padişahlar, kendi devirlerinde ailenin devamını sağlayacak tek kurtarıcıydılar. Sultan II. Mahmut tahta çıktığında hanedan, uzun süredir bir padişah evladının dünyaya gelmesini bekliyordu. Kendinden önce tahtta olan amcası III. Selim’in hiç çocuğu olmamıştı. Artık hanedanın geleceği Sultan II. Mahmut’un kaderine bağlıydı. Bu yüzden annesi Nakşidil Valide Sultan başta olmak üzere tüm saray mensupları, Sultan Mahmut’un birçok hanımla nikahlanmasını sağladı. Beraberliklerinden 17’si kız, 18’si de erkek olmak üzere otuz beş çocuğu olan padişahın sağlığında on altı erkek evladı çeşitli hastalıklardan dolayı hayatını kaybetti. Geriye bir tek Şehzade Abdülmecid ve Abdülaziz kaldı. Evlat acısını derinden hisseden sultanın kız çocukları da hayatlarını çok erken yaşlarda kaybetmişti. Kendisi daha hayattayken on yedi kız evladından on üçü küçük yaşlarda vefat etti. Geriye sadece Saliha, Atiye ve Âdile Sultanlar kaldı.
Sultan II. Mahmut’un ilk çocuğu olan Fatma Sultan 1809 yılında dünyaya geldi. Kız olmasına rağmen büyük bir sevinçle karşılanan Fatma Sultan için İstanbul’da bir hafta süren şenlikler yapıldı. Endurûnî Vâsıf küçük sultanın doğumuna “O gül endâm bir al şâle bürünsün yürüsün/ Ucu gönlümü gibi ardınca sürünsün yürüsün” beyitini düşmüştü. Lakin Fatma Sultan’ın beşiği, ne yazık ki sadece altı ay sallanabildi. Kızını kaybetmenin acısını yaşayan Sultan Mahmut’u, Ayşe Sultan’ın doğumunun teselli edeceği düşünülürken o da daha yaşını dolduramadan Hakk’ın rahmetine kavuştu. Sarayda yaşanan bu matem havasını, 1811 yılında dünyaya gelen ve kendisine yine Fatma ismi konulan başka bir sultanın doğumu dağıttı. Titizlikle büyütülen Fatma Sultan’ın çocukluğu sorunsuz geçmişti. Ancak 1825 yılında İstanbul’da başlayan çiçek salgını o sıralarda on dört yaşına gelmiş olan Fatma Sultan ve birkaç kardeşinin daha ölümüne neden oldu. Sultan Mahmut’un evliliklerinden birçok çocuk dünyaya geliyor ancak hepsi küçük yaşlarda hayatlarını kaybediyordu. Özellikle 1813 yılında doğan Emine Sultan’ın feci ölümü herkesi derinden etkiledi. Talihsiz sultan üç yaşındayken Haseki Sultan dairesinde bir mumdan çıktığı düşünülen yangın neticesinde hayata gözlerini yumdu. II. Mahmut’un en uzun süre yaşayan kızı Âdile Sultan, babasının uğradığı bu evlat acılarını yazdığı şu mısralarla anlatmaktaydı: “Çünkü ol şehinşah-ı âli makam/ Birçok evlâd ile olmuştu bekâm/ Bir gülistan-ı has güller idi/ Lâle vü reyhan-ü sünbüller idi/ Kimi masum, kimi âkil, kimi genç/ Kimi gitti, kimi kaldı ehl-i renç / Gördü çoğu acısın ol padişah/ Bazısı fevt-i pederde etti ah.”
Dünyaya gelen çocuklarının çoğunu henüz bebekken kaybeden talihsiz padişahın, hayatta kalabilen kızlarını evlendirmede çok aceleci davranmaması dikkate değerdir. Ancak kader ne yazık ki onları da bu hayattan erken almıştır. 1811 yılında doğan Saliha Sultan 24 yaşındayken Tophane Müşiri Halil Rıfat Bey’le evlendirilmiş lakin o da sadece 32 yıl yaşayabilmişti. “Allah benim canımı babamdan önce alsın” diyecek kadar babasını çok seven diğer kızı Mihrimah Sultan ise 1838 yılında yani Sultan Mahmut’un ölümünden bir yıl önce doğum yaparken Hakk’ın rahmetine kavuştu. Padişahın bir diğer talihsiz kızı Atiye Sultan da henüz 26 yaşında vefat ederken geriye kalan son kızı şair Âdile Sultan ise tüm bu acıları içinde büyüterek 72 yaşında ömrünü tamamladı.