Dizide, rolü nedeniyle silahsız gezmiyor ama gerçek hayatta silah edinmeyi hiç düşünmüyor. Her bölüm onlarca kişiyi öldürüyor ama gerçek hayatta hiçbir canlının öldürülmemesi gerektiğini savunuyor. TRT’de yayınlanan MİlaT dizisinde rol alan Burç Kümbetlioğlu’nun, dizideki ‘sniper Sinan Taşer’ rolüyle arasındaki tek benzerlik ikisinin de sabrı! Sinan Taşer, bir yere yatıp saatlerce bekleyebiliyor, Burç Kümbetlioğlu ise oyuncu olabilmek için daha fazla sabır göstermiş, önüne çıkan her zorluğa göğüs germiş.
Daha önce pek çok yapımda ‘sakallı bıyıklı’ rollerde izlediğimiz 34 yaşındaki oyuncu, MİlaT’ta da aynı. Hatta “Kırımlı dizisinde bıyıklı değildim. Arkadaşlarım beni tanıyamadı!” diyor. Genç oyuncu ile diziyi ve oyunculuk kariyerini konuştuk.
- MİlaT dizisinde MİT mensubu, kılıktan kılığa giren ‘sniper’ rolündesiniz.
En sevdiğim yanı kılıktan kılığa girmesi. Postacı da oluyorum, aşçı da. Kargocu bile oldum. Sniper’ların şöyle bir yapısı varmış, ben de işin içine girince öğrendim: Onları bir yere bıraktığınızda 18 saat boyunca orada yatıp izleyip bilgi verebiliyorlar. Sabırlılar.
- Siz sabırlı mısınız?
Çok sabırlıyımdır. Ben tabii sniper’ların bu özelliğini bilmiyordum. İlk sahnemizde ‘Ben biraz yatıp uzanacağım’ diye bir replik var. Ben bunu arabada yatıp uzanacağım diye zannettim. Halbuki sniper’lar o bekledikleri süre için bu tabiri kullanıyormuş. Hatta sniper’a ‘Biz seni uyandırırız’ demek nöbeti devralmak anlamına gelirmiş.
SİLAH SAHİBİ DEĞİLİM, OLMAYACAĞIM DA
- Silaha meraklı mısınız?
Severim ama bir canlıya sıkmak için kullanılmaması gerektiğini biliyorum. Silah sahibi değilim, olmayacağım da. Birine zarar verebilirim diye olmayacağım. Avcılık meselesinde bile silaha karşıyım.
- MİlaT ekranların aksiyon dizisi. Peki çekimler nasıl geçiyor?
Yıllarca FBI, CIA’de kahramanlık hikayelerini izledik. Bizim ülkemizin de istihbaratı ve orada çalışan çok profesyonel kişiler var. Fakat bilmiyoruz. Bizde aksiyon dizisi ve filmi pek yok. Aksiyon açısından MİlaT önemli bir yapım. Operasyon sahneleri herkesin dikkatini çekti. Bombaydı, fünyeydi derken ciddi para harcanıyor. Bunlar montajda verilen efektler değil, hepsi gerçek. Mesela fünye patlatacağız, figüran oyuncu yanlış ölüyor, ölmeyi bilmediği için, haklı yani kaç kere ölmüş ki (gülüyor)? O sahneyi tekrar çekebilmek için fünye bağlansın diye bir buçuk saat daha bekliyoruz. Bir dağa çıkıyoruz mesela elimde gerçek değil ama birebir aynı olan 15 kiloluk teçhizatla! 15 kez o dağa çıkıp iniyoruz. Meğer ben askerlik yapmamışım, bu dizide yapıyorum. Bir yerlerden atlıyoruz, yuvarlanıyoruz. Geçen duş alırken baktım her yerim mosmor olmuş!
- Sizi hep dönem dizilerinde izledik... Anneler ve Kızları, Veda, Ben Onu Çok Sevdim, Çırağan Baskısı, Ayhan Hanım,Kırımlı gibi.
Evet. Ayrıca genelde bütün işlerimde sakallı bıyıklıyım, Ben Onu Çok Sevdim’de bıyıkları kestim.
ÇEK YAZMAYI BİLMEYEN MALİYE MEZUNUYUM!
- Oyunculuk serüveninize gelmeden önce. Nasıl bir ortamda büyüdünüz?
Sivaslıyım. 22 yıl Sivas’ta yaşadım. 13 yıl önce bir çıktım, çıkış o çıkış bir daha dönmedim. Bağlarım var, ailem hala orada yaşıyor, dolayısıyla gidip geliyorum.
- Neden çıktınız?
Üniversite okumak için Zonguldak’a gittim. Maliye bölümü mezunuyum. Sonra İstanbul’a geldim.
- Maliye bölümünü seçmenizin bir nedeni var mı?
Babamı kaybettim ve dört ay sonra ona verdiğim sözü yerine getirdim. Üniversiteyi okumak için okudum. Bana ‘Okuduğun bölümün mesleğini yapman gibi bir derdim yok ama tek isteğim şehir dışında bir üniversitede okuman. Çünkü ufkunu genişletmeni, farklı bir bakış açısı yakalamanı istiyorum. Oku, döndüğünde ne yapmak istiyorsan onu yap’ demişti. Babam bunu dile getirdiğinde itiraz edip ticaret yapmak istediğimi söylemiştim. Ama sonra babamın arzusunu yerine getirdim. Maliye bölümünü okumamın nedeni ise benim üniversite sınavına girdiğim yıl katsayının düşmüş olması, tamamen tesadüf yani.
- Sonra?
Sadece derslere girmedim. Üniversite hayatını dibine kadar yaşadım. Tüm sosyal faaliyetlere katıldım, tiyatro oyunu çıkaran bir öğrenciydim. Çek yazmayı bilmeyen bir maliye bölümü mezunuyum! Sonra bir reklam ajansı açtım iki arkadaşla. Ortaklarla anlaşamayıp ayrıldım.
- Oyunculuğa nasıl merak saldınız?
Ortaokulda müsamerelere çıkmıştım. Ama 17 yaşıma geldiğimde konservatuvara gitmem konusunda kimse beni yönlendirmedi. İsterdim okumayı. Gerekli mi? Bence gerekli. Oyunculuğum adına çok büyük değişim yaratır mıydı onu bilemem ama teknik bilgi açısından önemli.
- Oyunculuğa başladıktan sonra konservatuvar mezunu olmamanın herhangi bir dezavantajını yaşadınız mı?
Konservatuvarlı arkadaşlarımın bazen böbürlenen tavırlarıyla karşılaşsak da beni hiçbir zaman etkilemedi. Ben bu duruma şöyle bakıyorum: Diyelim ki teknik lisenin kaporta bölümünde size sacın kalınlığına, hangi dereceye getirdiğinizde dövebileceğinize dair teknik bilgi veriyorlar. Ama öte yandan sanayide çalışan birçok kişi ne sacın kalınlığını ne çekicin ağırlığını biliyor. Elini sürdüğünde neyi nasıl yapabileceğinin farkında. Hangisinin başarılı olduğunu değerlendiririz. İşin içine girip dokunmadığınız müddetçe bilgi sadece bilgidir. Bu şuna benziyor: İyi bir futbolcu olsanız da teknik direktörlük kariyeriniz kötü geçebilir.
- İstanbul’a nasıl geldiniz?
Sivas’tan çıkacağımı biliyordum, planlamam da bu yöndeydi. Büyük oynamayı seviyorum, İstanbul da Türkiye’deki kurtlar sofrası. Hangi işi yaparsanız yapın her şeyin en iyisi İstanbul’dan başlıyor. Burada ayakta kalabilmek çok zor.
- Ayakta kalabilmek için neler yaptınız?
Sigorta şirketinde bireysel emeklilik satan finansal danışman olarak çalıştım. Akşamları 18.00’de ise tiyatro provasına gidiyordum. Sonuçta zengin bir ailenin çocuğu değilim, babam işçi emeklisiydi. Hatta çalıştığım şirkette satış müdürlüğü teklif edildi. Askere kaçtım! Askerden dönünce ise dokuz ay boşta gezdim, çok sıkıntılı bir dönemdi. Sonra bir gün öğlen 12.00’de telefon geldi, saat 14.30’da Levent’te olup olamayacağım soruldu. Gittim ve Hanımın Çiftliği dizisinde şoför Ahmet rolüne seçildim. Benim için iyi bir başlangıçtı. O dönemi hatırlıyorum, arkadaşlarım telefon açar ‘Para da istemiyoruz, bir bölüm oynayalım’ derdi. Bir okul gibiydi, orada çok şey öğrendim. Kameraya çok düşkünüm, hiçbir zaman görüntü yönetmeni olmayacağım ama kamerayı en az onlar kadar iyi bilmek istiyorum. Setlerdeki en yakın arkadaşlarım görüntü yönetmenleridir.
İSMİM, KALEDEN GELİYOR
- İsminiz ilginç. Bir hikayesi var mı?
Mahallede iki tane Ahmet, üç tane Murat, iki tane Mustafa vardı. Ama Burç yok! Hatta İstanbul’a gelene kadar Burç isminde biriyle de tanışmamıştım. Babama isyan ediyordum ‘Neden benim ismim kimsede yok’ diye. Çünkü ‘Burcu’ diyerek dalga geçen arkadaşlarım oluyordu. Babam şöyle açıklamıştı: ‘Bir şehrin en yüksek yeri kaleleridir, kalelerin de en yüksek yeri burçlarıdır. Hep yüksekte olasın diye bu ismi verdim.’