23 Mayıs 2025 Cuma / 26 Zilkade 1446

İslam sadece inaç değil

Hz. Mevlana’nın 739. Vuslat yıldönümü törenleri başladı. 1980’ten beri aralıksız katıldığı Şeb-i Arus’la özdeşleşen Ahmet Özhan ile tasavvufu, genetik mirasını ve hayatını konuştuk. Ud çalan bir anne ve şarkı söyleyen emniyet amirinin oğlu olarak 18 yaşında sahneye çıkan Özhan “Mevlana’nın asırları aşan etkisi samimiyetinde saklı” diyor.

Zaman Tüneli /SELİM EFE ERDEM/[email protected]9 Aralık 2012 Pazar 07:00 - Güncelleme:
İslam sadece inaç değil

Tasavvuf müziğinin önde gelen isimlerinden Ahmet Özhan’ın yeteneğinin şifreleri, genetiğinde saklı. Ataları Fatih Sultan Mehmet döneminde Anadolu’ndan Rumeli’ye geçmiş ama 1850’de Rus Harbi sonrası Eskişehir’e dönmüş olan emniyet amiri Ali Nazmi Bey’in oğlu. Anne tarafı Yahya Efendi Dergahı’ndan. Annesi Bedriye Hanım ud çalıyor, emniyet amiri ve güzel sesli babası şarkı söylüyorken o 10 yaşında “Ünlü olacağını bilen” bir çocuk. Kanunsuzların korkulu rüyası olan ama sürgünlerden kurtulamayan bir polisin oğlu, Ahmet Özhan’ın sanat ve tasavvufla geçen hayatını konuşmaya “Bizim muhacirliğimiz bitmez” diye anlattığı o sürgün yıllarından başladık: 

-Amir babanız hangi yumuşak karna dokunmuştu ki onunla siz de Anadolu’da sürgün çocukluk yılları yaşadınız?

Babam, suistimale müsaade etmeyen karakteri nedeniyle Hakkari, Sinop, Urfa gibi Anadolu’nun daha ötesi olmayan şehirlerine sürgün olmuş. O zaman da DP’nin astığım astık kestiğim kestik dönemi. İlk memuriyeti Kütahya’da, o ortalığı yıkan bir kabadayı varmış. Babam adamı yakalıyor ama izinsiz kulladığı gerekçesiyle silahı alınıp ceza veriliyor. Babamın bu sertliği nedeniyle Katıöz soyadını almışız. Babam Cumhuriyet gazetesi okuyan, Atatürk sevdalısı, beş vakit namazı ve orucunda bir kişiydi.  

-Katıöz olan soyadınız nasıl Özhan’a dönüştü?

 Benim sahne ismim Özhan. Çocuklarım okula başladığında şaşkınlık yaşamasın yaşamasın diye 90’ların başında mahkeme kararıyla değiştirdim.17 yaşında sahneye çıktığımda sempatik bulunmayınca önce soyadımdaki Katı’yı attılar sonra Han’ı eklediler. Fahrettin Aslan ve Müjdat Gezen soyadımı konuşmuş.

ÇOK HIZLI BİR HAYAT YAŞADIK

-‘Katı’ bir emniyet amirinin oğlu, çok  ‘Baba sopası’ yedi mi?

Of, çok! Bir bahane bulur, sopayla da tokatla da palaskayla da dövdüğü olurdu. O çok çalışkan bir adamdı ve ben de biraz haylazdım. Onun da her akşam bir öğün dayağı vardı.

-‘Yemekten önce mi sonra mı?

Yemekten sonra tok karnına, aç karnına. Annem de sinirli bir kadındı ve asabiliği tuttuğu zaman gereğini de yerine getirirdi.

-Böyle disiplinli bir ailede müziğe ilginiz nasıl başladı?

Üç yaşında şarkı söylerdim. Annem ud çalıyor, güzel sesli babam şarkı söylüyor. Ablamın da sesi güzeldir. Ailede sesi en kötü olandım ama ben meşhur oldum. Babam köydeyken cami müezzinliği de yapmış. Musikiye yatkın anne ve baba genetiğimiz var. 

-Konservatuara girmeye, sanatçı olmaya nasıl karar verdiniz?

10 yaşında “Ben de farklı bir şey var, ünlü olacağım” diyordum. 17 yaşında konservatuara girdim ve 18 yaşında Emel Sayın’ın altında sahneye çıktım. Çok hızlı bir hayat yaşadık biz. İzmir, Bursa, Anadolu ve Avrupa turnelerinden senede 15 gün tatil yapardık. Gittiğim ülkeleri saysam şaşırırsınız. Afganistan’da Taliban’ın arasında bile konser verdim. Kültür Bakanlığı görevlisi olarak  Kabil’e gittik. Uçak inişte terleme yaptı. Düşmemek için bezle uçak duvarlarını sildik. Neler gördük, neler yaşadık...

-Neler yaşadınız?

ABD’de ikiz kulelerin yıkılmasından sonra Afganistan’da “İslam’ın güzel yüzü” konseri verdik. Bu başlığı içime sindirmem mümkün değildi. İslam zaten hep güleryüzdür. İslam alemlerin yüzü gülsün diye Cenab-ı Hak tarafından beğenilmiş bir yaşam biçimidir. Sadece inanç biçimi değil. 

-Bosna’da konser bitiminde binlerce kişinin “Allah’a emanet” diye size seslendiğini gördüm. Sizi niçin bu kadar seviyorlar?

TOBB Başkanı Rifat Hisarcıklıoğlu bana telefon açar “Ahmet atla gel, bu akşam Dedeman Otel’deyiz” derdi. Bir sofra bezi örtüsü bohça yapılır, herkes yüzüğünü, kolyesini, parasını çıkarıp koyardı. Cepheden gelmiş ve barut kokan bir arkadaş o bohçayı alıp giderdi Çeçenistan’a, Bosna’ya.  O zaman vekil olan Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’le Hisarcıklıoğlu’nun cipiyle Ankara’dan Kayseri’ye konsere de gitmiştik.Dayanışma günleriydi ve toplayıcı bir müzik olan tasavvuf ile buna katkıda bulunduk. 80’li yıllarda Muzaffer Ozak Efendi Hazretleri’nin  sohbetleri için Amerika’daki üniversite ve katedrallerde ilahiler söyledik. İnsanlar ilgi gösteriyordu. Bunları sindiremeyenler olmuş. Suikastten bizi ABD polisi bizi korumuş.  

GÖNLÜNÜ AYDINLATAN İSİM

-Konservatuara nasıl girmiştiniz?

Sınavda Münir Nurettin Selçuk  vardı. Birincilikle kazandım imtihanı. Konservatuarla birlikte Üsküdar Musiki Cemiyeti’ne başladık. Emin Ongan Hocamız, Amir Ateş onun iki yardımcısından biri. Konservatuardan mezun olamadım çünkü şöhret aldı götürdü. Üsküdar Musiki Cemiyeti’ne gittiğim, ilk gün kapıyı bana açan Tuğrul ağabeymiş (İnançer). “Ben açtım kapıyı sana” dedi. Ve 1967’den beri beraberiz.  Hayatımı paylaştım onunla. Arkadaşım, ağabeyim, her şeyim oldu.

-Tuğrul Bey Cerrahiliğin önemli bir lideri, sizin de o yoldasınız. Size elvermişliği söz konusu mu?

El vermişlik ucuz kalır, benim gönlümü aydınlattı. Bu eğitim metodolojisinde ne vermesi geriyorsa onu vermişti. O şu anda kültürel olarak başında olan büyüğümüz. Onun hangi konuda hizmeti söz konusuysa kültürel olarak, onlardan biriyim ben. Beni Karagümrük’e de götüren kendisidir, her zaman rehberimdir.

-Karagümrük sohbetleri nasıl başladı? Kimler katılırdı?

1974 Ramazanı’nda Tuğrul ağabey “Hadi seni bir yere iftira götürüyorum” dedi. Karagümrük’te Muzaffer Efendi ile o akşam tanıştık. Enderun usulü teravih kılındı. 74’ten bugüne her Ramazan oradayız. Sanatçı, akademisyen, yazar, işadamı ve siyasetçiler gelirdi. Mazhar Alanson ve Ümit Meriç’le de orada tanıştık.

MEVLANA’NIN GÜCÜ SAMİMİ AŞKINDA

-63 yaşında, 40’lı yaşlarda görünmeyi nasıl başarıyorsunuz?

Genetik bir şans ve biraz da dikkat. Özel bir şey yapmam ama yemeğime ve spor yapmaya dikkat ederim. Kendi nefsim adına kullanırsam büyük günah. Bir türkü vardır, Güzellik Başa Bela diye. 

-Başınıza bela da oldu mu?

Benim başım belaya girmedi  ama başkalarının girdiğini duydum. Bazı ailelerde sıkıntıya sebebiyet verdiğimi, bacıların böyle bakışından dolayı eniştelerce biraz taciz edildiklerini falan.

-Bir yandan ilahiler ve tasavvuf öte yandan gece kulüpleri ve birbirine zıt hayatlar. Hiç çelişkiye düştüğünüz olmadı mı?

Benim harbi kriterlerime vurursanız mahsurlu. 80’ler öncesinde tasavvuf müziği diye bir müzik yoktu. Tasavvuf 1400 senedir vardı ama Cumhuriyet sonrası öcü olmuştu. Cenab-ı Hak, Bak Yeşil Yeşil’le meşhur ettiği kuluna o cazibesiyle Allahu Allah dedirtti. Tasavvuf müziği artık ciddi bir kulvar. Aslında tasavvuf müziği de yoktur, koreografi yasak olduğundan sadece müziği var.   

-Şeb-i Arus’a nasıl hazırlandınız? Mevlana’nın asırlar aşan gücü, törenlerin insanlardaki mistik etkisi nereden geliyor?

Yeni ilahiler, yeni kıyafetlerle, milleti mutlu edecek şekilde kendimizi yeniliyoruz. 80’den beri aralıksız her sene gittim. Gene görev var dediklerinde çocuklar gibi sevindim. Mevlana’nın gücü samimiyetinden geliyor. Sevgisinde, aşkında samimi. Ve o samimiyet sekiz asır sonra insanlara ulaşıyor.

HANLARIM YOK Kİ ŞEHZADEM OLSUN

-Tasavvufa yöneldiğiniz 80’li yıllarda ikinci evliliğinizi yapıyorsunuz ve iki çocuğunuz dünyaya geliyor.  O yıllarda neler yaşadınız?

87’de kızım dünyaya geldi. Zaten kız istiyordum. Yani hanlarım hamamlarım mı var oğlum, şehzadem olsun. Yaşım 35 olmuş, kızım olsun severim onun bukle bukle saçlarıyla oynarım diye düşündüm. Allah da  güzel bir kız verdi. Uluslararası ilişkileri bitirdi, insan hakları üzerine yüksek lisans yapıyor. Ben sosyolog olmasını isterdim.

-Çoçuklarınıza yön vermek istediğiniz, 3 yaşındayken “Hadi oğlum al şu udu eline” dediğiniz oldu mu?

Danışırlarsa konuşurum ama onun dışında yön vermek olmaz.  Annesi kızımın piyano çalmasını çok arzu etti ama kızım “Siz istiyorsunuz diye yapıyorum” deyince vazgeçtik. Şimdi “Bir çocuğun lafıyla niye bıraktırdınız piyanoyu” diyerek bizi suçluyor.

Oğlumun güzel sesi var ama ben arkadaşlarından duyuyorum. Dini musikiye yöneliyor. “Hadi söyle bir şey” diyorum ama “Tamam” deyip atlatıyor.

-Bir an bakıp “Kerata da aynı ben” diyor musunuz?

Benzemiyor ki hiç. Yakışıklılık ve sanatsal yetenek, ballı kaymak

- ‘Yakışıklılık’ mesleğinizi nasıl şekillendirdi?  Etrafınızdaki kadın sayısı arttı mı?

O zamanki fotoğraflara, filmlere bakıyorum da insanlara görsel olarak da hitap eden ciddi bir figürmüşüm. O derece albenili çizgilere sahipseniz, iş yüzde elli bir kendiliğinden halloluyor. Bunu destekleyen sanatsal yanlarınız da varsa nereden bulacaksın öylesini! Çift kaymaklı ekmek kadayıf! Çok kolaylaştırdı işimi. Doğrudur, hayran sayısı artıyordu.

- Hayran ama kadın hayranlar... Sahneden bakışlarını fark ediyor muydunuz?

Tabii tabii. Ama onlar benim için hayranlarımdı. Çünkü hayatıma çok insanın girmesine izin veren yapım yok. Zaten genç yaşta Hale Hanım’la evlendim.

- Hale Soygazi ile evliliğe giden süreç nasıl başladı?

 73 yılında Çocuğumu İstiyorum adlı filmi çektik Hale Hanım’la. Çok deneyimsiz bir çocuktum zaten, birkaç romantizm dışında doğru dürüst ilişkim yoktu bile denebilir. İkimiz de 23 yaşındaydık. 73’te tanıştık, 75 senesinde evlendik. Evlenme teklifini ben yaptım ama öyle tek taş yüzük alıp diz çökme durumu olmadı.

- Hala yüzünüz gülümsüyor.

Gençlik, kavak yelleri ama iki tane hoş güzel insanın birlikteliğiydi, hoştu yani.

SAHNEYE 18 YAŞINDA EMEL SAYIN’LA ÇIKTIM

- 18 yaşında, Emel Sayın’ın alt kadrosunda nasıl sahne aldınız?

Üsküdar Musiki Cemiyeti’nden arkadaşım Kemani Mehmet Ali ağabeyin şarkılarını okuyarak ilk albümü 67’de Sevda Tüten Gönüller adıyla çıkardım. O sırada Emel Sayın’da genç, Mehmet Ali ağabey onun programına katılacakmış. Bir uvertür aranınca beni önermiş. O akşam çıktım sahneye. 17-18 yaşlarında, ip gibi, sarışın bir oğlan. Bebek Belediye’nin sahibi Asım İslamoğlu’ydu. Sonra bir akşam Maksim’in sahibi Fahrettin Aslan beni izlemeye gelmiş.”Bu çocukta iş var” diyerek beni çağırmış. Gittim. “O uvertür koşullarda bir gece daha kalmana tahammül edemem” dedi. Günlük 50 lira alıyordum, çıkarıp 1500 lira verdi ve askere gidip gelmemi söyledi. Askerde beni Denizli’den Harbiye Orduevi’ne aldırdı.