Ona nasıl hitap edeceğimizi bilmiyoruz. Çünkü yaptığı hayır işinde adının ve kim olduğunun bir önemi olmadığı düşünüyor. Haklı da! Ama biz ona süper kahraman demekten kendimizi alamıyoruz. Genç mi, güzel mi olduğunu bilmediğimiz ama koca yürekli ve çok akıllı bir kadın olduğuna emin olduğumuz süper kahramanımız İstanbul’da güzel bir işte çalışıp iyi bir
yaşam sürerken Kamboçya hakkında bir yazı okuyup hep hayali olan aşevi açma fikrini hayata geçiriyor. Buralardan göçüp Kamboçyalı insanların hayatına güneş gibi doğuyor. Kimin ne derdi olsa ilk ona koşuyor. Çocukların yeri geliyor öğretmeni yeri geliyor annesi oluyor. İşte bu kanatsız meleğin hikayesinin detayları haberimizde...
Öncelikle sizi tanıyarak başlayalım ne adınızı veriyorsunuz ne de yüzünüzü gösteriyorsunuz. Neden böyle bir gizem içindesiniz?
Ben anonim olarak girdim sosyal medyaya. O zamanlar her yerde beni arayıp bulmaya çalışan bir eski sevgilim vardı. Sonradan da bu duruma alıştım öyle kaldı. Yaptığım işle yüzümün görünmesi arasında bir bağlantı yok zaten.
Aşevi açma fikri nasıl aklınıza geldi ve ‘Aynebilim’ adı nasıl doğdu?
Benim en büyük hayalim bir aşevi açmaktı. Hatta arkadaşlarım yemeğe geldiğinde isme özel ‘Aynebilim Aşevi’ yazılı kartları hazırlayıp yemek masasına koyardım. ‘Aynebilim’ ismi ise 2009 yılında Twitter’ın popüler olmaya başladığı günlerde hangi ismi alacağıma karar veremeyip aldığım bir nick.
Neden Kamboçya’da açtınız?
Çünkü yapmak istediğim şeyi Türkiye’de yapmam imkansıza yakındı. Bürokratik engelleri aşsam param yetmezdi. Param yetse insanların ön yargısından kurtulamazdım. “Kadın başına burada ne yapıyor, neden bize yemek veriyor, burada ne işi var, sağcı mı solcu mu?” gibi bir sürü ön yargıya maruz kalırdım.
Her şey bu kadar kolay olmuş olamaz değil mi? Ülkeler arası prosedürleri, sermaye sorunlarını nasıl aştınız?
Ben köydeki insanlarla ilgili bir yazı okuyup gelmeye karar verdim. O ana kadar Kamboçya’nın haritadaki yerini bile bilmiyordum. O gün karar verdim ve fazla düşünmedim. Düşünseydim kendimi ikna eder buraya gelmezdim. Ülkeler arası bir prosedür yok aslında. Vizeyi havaalanından aldım geldim. Sermaye sorunumda olmadı çünkü bir sermayem yoktu. Freelance çalışıyordum Türkiye’de buraya gelince de aynı müşterilerimle devam ettim.
Halk sizi hemen benimsedi mi? Sormadılar mı “Neden yemek dağıtıyorsunuz” diye?
İlk gittiğimde köy halkı ile sadece bakıştık. Ne onlar beni anladı ne ben onları. Ne yapmak istediğimi boş sefertaslarını ilk dağıttığımız gün anladılar. Kamboçyalı elemanımla bütün barakaları tek tek gezip anlattık.
O zaman oralarda artık sözü geçen saygın birisiniz?
Sözü geçen, saygın demeyelim de yardıma ihtiyaçları olduğunda ve geldiklerinde boş dönmeyeceklerini biliyorlar. Köydeki kadınların doğum masraflarından bebeklerin bezine kadar biz karşılıyoruz. Biri hastalanınca ve evleri yıkılınca bize geliyorlar. Böyle olunca da köydeki otoritelerle ters düştük.
Evet, köyün şefiyle sorun yaşadığınızı biliyorum. Bir ev yaptırmak istemiştiniz ve o evin yapımını durdurmuştu. Şimdi nasıl aranız?
Aşevini takip edip Çakıl’ı tanımayan yoktur sanırım. Çakıl’ların evi yağmurda yıkıldı annesi de hamileydi. Ben de onları geçici olarak aşevinin mutfağına taşıdım. Annesi erken doğum yapınca bebeği mutfağa götürmelerine içim el vermedi. Hemen Çakıl için bir kampanya başlattık. Bir haftada iki ev yapmaya yetecek para toplandı. Ben vize işlemleri için Malezya’ya geçmek zorunda kaldım, iki gün sonra köyü emanet ettiğim arkadaşım arsa sahiplerinin inşaatı durdurduklarını söyledi. “Arsa sahibini bulun” dedim. Öbür gün aradılar bulamadılar. “O zaman inşaata devam edin onlar bizi bulsunlar!” dedim. Sonradan anlaşıldı köyün şefi durdurmuş inşaatı. Günlerce sorunu çözmeye çalıştık ama inat etti. İnsanların yardım için önce bize gelmesinden rahatsız olmuş. Sonunda evi yıkılmış dört aileye ev yapma karşılığında anlaştık.
“İlk gittiğimde köy halkı ile sadece bakıştık. Ne yapmak istediğimi boş sefer taslarını ilk dağıttığımız gün anladılar.”
Garip eğlence anlayışları var!
Çocuklara takma isimler takıyorsunuz. Mesela Çakıl’dan bahsediyorsunuz hep onunla daha farklı bir bağınız var gibi...Çakıl benim aşçımın torunu. Ben köye ilk gittiğimde minicikti. Aşevinin içine hamak koymuştuk orada uyutuyorduk. Yürüdüğü ilk günü gördüm. Aşevine gittiğimde koşa koşa gelip kucağıma atlayışı var deliriyorum. O da beni çok seviyor. Köydekilere Çakıl’a oyun yapmak için beni yalandan dövüyormuş gibi yapıyorlar. Sırf Çakıl’ı ağlatmak için kaç kere yapmayın etmeyin desem de hoşlarına gidiyor onun ağlaması. Garip eğlence anlayışları var.
Buraya her gelenden Ezine peyniri istiyorum
Yemeğe düşkünsünüz özellikle de kahvaltıya. Kamboçya’da nasıl Türk kahvaltısı hazırlıyorsunuz?
Her “Geliyorum” diyenden Ezine peyniri istiyorum. Hatta geçen ay bir arkadaşım geldi direkt sanal bir marketten alışveriş yaptım. Kavurmasından pastırmasına, Ezine peynirinden tulum peynirine kadar koca bir valiz dolusu kahvaltılık getirttim.
Köydeki evlerde banyo ve tuvalet yok. inşaatlar bittikten sonra banyo-tuvalet yaptıracağım. Çocuklara temizlik kurallarını öğreteceğim...
Çocukları kendim doğurmuşum gibi hissediyorum
Gelen yardımlar için bir kağıda teşekkür yazısı yazıp çocukların eline verip fotoğraflarını çekiyorsunuz. Nereden geliyor böyle güzel fikirler aklınıza?
O bir arkadaşımın fikriydi. Aşevinin masraflarını benim kazandığım parayla karşıladığımı biliyordu. ‘Sadece kendin karşılarsan birkaç ay sonra zorlanabilirsin’ dedi. ‘Ben yemek ısmarlayacağım sen de bir kağıda yazıp paylaşacaksın. Böylece başkaları da görüp yemek ısmarlayacak’ dedi. Utandım paylaşmaya ama yaptım. Sonra işler büyüdü.
Nasıl bir büyüme oldu?
Gereğinden fazla para birikmeye başladı. Bir günde on günlük yemek paramız birikiyordu. Ben onlara sadece yemek vermek istemiyordum. Bu onları tembelliğe alıştırmaktı. O zaman ‘Yaşam Tarlaları’ projesi çıktı. Tam Ölüm Tarlaları’nın karşısında boş bir arazi vardı orayı kiraladım. Sonra elime kalem kağıdı alıp kabataslak bir proje çizdim. Okul, restaurant, kadınlar için atölye, kelebek parkı vs. diye. Şimdi gelip görseniz aynen kağıtta çizdiğim gibi oldu.
Ölüm Tarlaları ve Yaşam Tarlaları onlar nedir?
1970’li yılların sonunda ülke Pol Pot önderliğinde bir soykırıma uğruyor ve 2 milyona yakın insan öldürülüyor. Bu öldürülenlerin en büyük suçu okuma yazma biliyor olmaları! Ölüm Tarlaları da bu soykırımın en büyük toplu mezarlarından biri. ‘Yaşam Tarlaları’ da tam onun karşısında yeşeriyor. Ölüm Tarlaları’nın inadına cıvıl cıvıl çocuk seslerinin yükseldiği bir yer olacak. Kadınlar el işi yapacak, çocuklar İngilizce öğrenecek, bahçesinde kelebekler uçuşacak, turistler restorantta yemek yiyecek. Yani ‘Yaşam Tarlaları’nda köylülerle birlikte çalışıp para kazanacağız.
Kadın doğurmadan da anne sevgisiyle dolabilir mi? Sizde fazlasıyla bunu görüyoruz.
Çocuklarımdan biri down sendromlu. Köye kısa yoldan gittiğimiz bir yol var ve o kapıyı kapatıp kilitlemiş ler. Diğer çocuklar uzun yoldan gelmiş ama o orada kalmış. Algılayamıyor oradan geçemeyeceğini. Tarif ediyoruz diğer yoldan gel diye anlamıyor. Kapının diğer tarafındaki kadın kapının kenarındaki demir korkuluklardan geçirmek için duvara çıkarttı ama nasıl geçeceğini de bilemedi. O yan geçmek yerine iki bacağını birden soktu, panikledi. O an nasıl bir güç geldiyse bana demiri öyle bir çektim ki iyice eğildi ve çocuğu çıkarttık. Orda ki herhangi bir çocuk gibi değildi sanki ben doğurmuştum, benim çocuğumdu. Öyle panikledim.