Dr. Mehtap Demir kendisini etnomüzikolog, yorumcu ve kemane icracısı olarak tanımlıyor. Dünya müzik platformunda etkin konser ve festivallerde yer almış bir isim. Demir, son olarak geçen ay Selanik’teki dünyanın en büyük müzik fuarı WOMEX’in (The World Music Expo) açılış konserine katıldı. Yunanca okuduğu gazeller ve kemane sesiyle Türkiye’den Ege esintilerini dünyanın farklı ülkelerinden gelen özel dinleyicisiyle paylaştı. Tel Aviv, Kudüs ve Yunanistan’da Yasmin Levy ile birlikte verdikleri konserlerden tanıdığımız Mehtap Demir, yeni çıkan albümü Söyle Mehtap ile yine dinleyicilerin kulaklarının pasını siliyor.
-Etnomüzikolog, yorumcu ve kemane icracısısınız. Nasıl başladı müzik hayatınız?
1978 Ardahan doğumluyum, çocukluk yıllarım binbir çicek bezeli Ardahan yaylalarında mis gibi taze süt kokuları, güzelim buğday tarlalarının içinde geçti. İstanbul’da konservatuara 1989 yılında 11 yaşımda başladım. Lise ve üniversiteyi yine Türk müziği devlet konservatuarında okudum. Ardından yüksek lisans eğitimimi müzikoloji bölümünde tamamladım. Müziğin toplum içerisindeki hallerini yorumlamak hep ilgimi çekmiştir. Bu sebeple doktoramı müzik antropolojisinde yaptım. Şimdi bir etnomüzikolog olarak İstanbul Üniversitesi’nde öğretim görevlisiyim.
-Müzik ve müzisyenlik hayatınızda ne zaman meslek, ne zaman sanat halini aldı?
34 yaşımdayım eğer öğrencilik yıllarımı da sayarsam 23 yıldır müziğin içindeyim, bir gün bile müziği meslek olarak görmedim. Hangi kültür gözyaşını veya sevincini paylaştığı bir duygu alanını iş olarak görmüştür ki? O yüzden öğretmen olmayı seçtim. Müzikte yaratım sürecinde saflığımı ve öğrenme duygumu kaybedecek kadar ‘profesyonel’ olmayı hiç istemedim.
-Bu yolculuğa başlarken hayalleriniz nelerdi?
Hayal kurmaya fırsatım olamadan müziğin içinde buldum kendimi. Okyanustaki bir balık gibi nerede olduğumu bilerek bazen sakin bazen fırtınalı sularda yüzdüm. Adımlarımı telaşsız fakat azimli atmayı seviyorum galiba. Ufukta gidilecek ve Anadolu müziğini paylaşacak çok yer var. Bu anlamda gezmek, görmek ve paylaşmak en büyük hayalim.
-İlk albüm ŞA Türkülerin Senfonisi nasıl planlandı?
Aslında bir albüm olarak değil bir proje olarak planlamıştım. Senfoni orkestrasıyla halk çalgılarının birlikte olduğu ve geleneksel vokal biçimlerinin korunduğu bir sahne projesiydi. Albüm bunun sadece bir parçasıydı. ŞA Türkülerin Senfonisi ile amacım çok sesli Avrupa müziğini türkülere yaklaştırmaktı. Yani müzikal yapıyı ve yerel üslubu bozmadan iki farklı müzik türünü birbiriyle kaynaştırmak. Bunu çok kıymetli bestecilerle birlikte başardığımızı düşünüyorum. Başarısız olduğum yer sponsor bularak sahnelere taşıyamamak oldu. O yüzden sadece bir ayağı olan albümü çıkarabildim.
-Ve son albüm Söyle Mehtap... Nasıl ortaya çıktı?
Aslında albüm kayıtları geçen yıl bitmişti. Fakat bir türlü zaman ayırıp ayrıntılarını tamamlamamıştım. Müzik yönetmenim sevgili Selçuk Murat Kızılateş başta olmak üzere albüme emek veren tüm dostlarım bana kızmaya başlayınca hızlanıp çıkarma vakti geldiğini anladım. Albüm için Makedonya’dan Azerbaycan’a kadar sevdiğim ve dinlerken mutlu olduğum halk şarkılarını seçtim. Sözleri ve müziği bana ait olan Hüzün Çiçeği hicazkar makamında özgün bir eser oldu. Anadolu eksenli bir çalışma yine. Ve tabii ki sahne projesi olarak hayal ettiğim çok keyifli bir ayağı da var ki o sürpriz olsun...
Türk müzisyenler zenginliklerinin farkında değil
-Rebetiko müziğinin kraliçesi olan şarkıcı Roza Eskenazi’nin yaşamını anlatan bir belgesel yaptınız. Belgeseldeki göreviniz eserleri seçmek, eski kayıtları bulmak ve yeni düzenlemeleri için notalarını yazmak olmuş. Nasıl çalıştınız, bu belgesel size neler kattı?
Ben doktora tezimi sınırötesi bir alan çalışması yaparak tamamladım. Ortadoğu’nun kalbi Kudüs’e gittim. Amacım Türkiye’den göç eden Yahudilerin yaşam dönüşümlerini ve oralarda icra edilen Türkiye müziğinin izlerini sürmekti... Belgeselin yönetmeni Roy Sher ile Tel Aviv’de tanıştım. Bana çok etkilendiği kadın sesi olan Roza Eskenazi’yi dinletti ve onun hayatı ekseninde Rebetiko müziğini anlatan bir belgesel yapmak istediğini söyledi. Bir etnomüzikoloğun başına gelebilecek en güzel zorluk bu olsa gerek. Arşiv kayıtları, Roza’nın hayatıyla ilgili haberlerden tutun da akademik makalelere kadar her şeyi inceledim. Genel hikayeyi kurguyu ve içeriği belirledikten sonra bu eski şarkıların hiç notası olmadığı için yazmak gerekti. Benim payıma düşen Yunanca gazelleri çalışmam da zaman aldı. Sonunda İsrail’de başlayan müzik belgeseli İstanbul ve Yunanistan’a kadar uzanan 90 dakikalık uzun metrajlı bir film oldu. Roza’nın hayat hikayesine dönemin siyasi olayları, göç ve müziğin ritmi eklendi. Röportajlar ve 3 bin kişinin izlediği Selanik konseri de filme eklendi.Yasmin Levy, ben ve Türk ve Yunanlı müzisyenler Türkçe Ladino ve Yunanca şarkılar söyledik. Doğrusunu isterseniz Benim Tatlı Kanaryam belgeseli ve konserleri sayesinde ilk öğrendiğim şey Türk müzisyenlerin dünya müziği sahnesinde daha çok ve sık olmaları gerektiği. Müzikal zenginliğimizin ve kalitemizin farkında değiliz ya da kapalı bir kutu gibi kendi kendimize çalıyoruz.