18 Nisan 2024 Perşembe / 10 Sevval 1445

Organik ya da inorganik

Sebzeden meyveye etten yemişe her şeyin ‘organiği’ revaçta. Peki ama bunların zaten sağlıklı şartlarda yetişmesi zorunlu değil mi? Niye ‘organik’ etiketli ürünlere iki kat ücret ödüyoruz? Ya da gerçekte ne kadar organikler? Uzmanları, özellikle tavuk için uyardı: Antibiyotik zehirlenmesi şehir efsanesi. Teknofobiye gerek yok.

Özlem Yurtçu Karabulut28 Haziran 2015 Pazar 07:00 - Güncelleme:
Organik ya da inorganik

Türkiye’de yeni bir sektör daha doğdu: Organik beslenme ve yaşam. Gözden kaçan şey ise zaten üründe olması gereken bazı kriterlerin ayrı bir özellik gibi sunularak ‘organik’ etiketiyle yüksek fiyatlarla satılması. Küçük bir araştırma yapıldığında ise aslında o ürünlerin bırakın organiği, insan sağlığı açısından riskli çıkması da cabası. Toprakta kimyasal gübre veya ilaç kullanılmaması ya da genetiği değiştirilmiş tohuma yer verilmemesi organik gıda pazarının önemli kriterleri arasında Organik gıda seçiminde de uyarıda bulunan Gıda Güvenliği Derneği Başkanı Samim Saner, özellikle organik tavuk sektöründe oynana ‘oyunlara’ dikkat çekerek  “Tüketiciye organik diye kart tavuk satılıyor. Tavuk etinde antibiyotik tehlikesi bir şehir efsanesi. Bizim laboratuvarlarımıza ulaşan numunelerde bir tek böyle vaka görmedik. Tüketicinin şunu anlaması gerekiyor; hem tarımda hem hayvancılıkta en çok mahsul veren nesiller seçile seçile hayvan ve tarım ürünlerinde nesil değişikliği oldu. Genetiğiyle oynanma düşüncesi gerçekçi değil. Gıdada aşırı teknofobiye gerek yok” diyor.

HORMON DEĞİL IRK ISLAHI

Ramazan ve ardından gelen bayramlarda alışveriş oranının arttığını vurgulayan Saner, tüketicinin ambalajları doğru okumayı öğrenmesinin şart olduğunu söylüyor ve ekliyor: Kimin ürettiği, son tüketim tarihi, Gıda Tarım Hayvancılık Bakanlığı onayı, pakette böcek, fare kirlenmesinin olup olmadığına dikkat edilmeli. Üzerinde belirtilen sıcaklıkta saklanıyor mu mutlaka bakılmalı. Adam kaşar peyniri satıyor, ambalajlı, ‘0-4 derece’ diyor pakette ama herkes görsün diye en ön rafta tutuyor. Ya da pazarda satılan ürünler. Son tüketim tarihi geçmemiş olsa bile bu ürünler alınmamalı. Şekerleme, çikolata bisküvi bile ambalajlı tüketilmeli. Ben evimde sebze ve meyve dışındaki ürünleri kesinlikle ambalajlı tüketirim. Kimin ürettiğini bilmek istiyorum çünkü. Kayıt dışı üretimde güvenlik yok. Ambalajlı ürünlerdeki maddeler tartışılıyor ama en azından ne olduğunu biliyoruz. Gıda güvenliğinde sıfır risk yok, riskleri en aza indirmek var. Bir de katkı maddeleri tartışmaları var. Bir bardak saf kahvede bile 4 bin 100 çeşit kimyasal var. Kahvenin doğasında bu var çünkü. Her şeye ‘kimyasal var’ diyip reddetmemek lazım. Tavuğun ırkı değişti. Yumurta veren tavukla eti için üretilen tavuk aynı ırk değil. Ama kökleri aynı. Irklar ıslah ediliyor. Hormon vs işi değil. Doğal yollarla melezlemeyle elde edildi şimdiki tavuklar. Aynı şey tarım ürünleri için de söz konusu. Bu nedenle şu çok riskli yemeyelim, bu çok hormonlu almayalım tutumunu sağlıklı görmüyorum. Dengeli beslenme, gıda güvenliği açısından da önemli. Tek tip beslenmeye nazaran riskleri daha azaltırsınız.

“DOĞAL-KÖY-ÇİFTLİK” TUZAĞI

“Açıkta satılan her ürünün kerameti kendinden menkul” diyen Samim Saner, son yıllarda trend olan pazar alışverişlerindeki gıda seçimlerinin risklerine değiniyor: “Herhangi bir yumurtayı sapın samanın içine koyuyor, pazarda organik diye satıyor mesela. Denetim yok, nereden geldiği belli değil. Gerçekle sahteyi ayırmak çok büyük risk. Organik istiyorsanız ambalajlı olacak, Türkiye haritalı organik logosu olacak. Doğal, köy, çiftlik, bunların hepsi kanunen yasak ve tüketici açısından tuzak ifadeler. Tüketiciyi aldatmak için kullanılıyor. Organik damgası olan ürünlere sıkı denetimler yapılıyor. Tüketici sorgulayacak, sertifikasını isteyecek. Büyük marketlerin organik reyonundaki sebze meyveler açıkta satılıyor. Tüketici gidip sertifikasını sorabilir. Yoksa, Alo 174 Gıda Hattı’nı arayacak.

BÖBREKLERİNİZDEN OLMAYIN

Özellikle et ve süt ürünlerinde paketli ürünlerin tercih edilmesinin daha güvenli olduğuna vurgu yapan Saner “En riskli gıdalar et ve süt ürünleri ile deniz mahsulleri. Bu ürünlerin satışı sırasında da sıcaklık kontrolü çok önem kazanıyor. Ürün paketli de olsa markette doğru şekilde saklanıyor mu buna dikkat edilmesi gerekiyor. Dolapta muhafaza edilmesi gereken bir peynir dışarda rafta sunuluyorsa son tüketim tarihi geçmemiş veya paketli ürün olsa dahi alınmamalı” diyor.

Gıda kaynaklı hastalıkların ölümcül riskler taşıdığına vurgu yapan Samim Saner, şu bilgileri veriyor: “Bulaşıcı sarılık, malta humması (buselloz), dizanteri, kolera, tifo, paratifo, bunların hepsi viral gastroenteritler. Yani hepsi gıdayla bulaşan ve sindirim sistemini etkileyen enfeksiyon hastalıkları. Örneğin köfte doğru ya da yeterince pişmezse bunun içinde muhtemelen Ecoli, O157: H7 tipi bir bakteri ürer. Bu da ölüme yol açabilecek bir etkiye sahiptir. Kişi bu hastalıktan iyileşse bile yüzde 30’unda Hemolitik Üremik Sendrom dediğimiz ömürboyu böbrek yetmezliğine yol açıyor”

ÇOCUK BESLENMESİ VE GİYİMİ EN BÜYÜK PAZAR

İnsan sağlığı ve ömrünü en çok etkileyen faktörlerin başında, ‘ağır metaller’ geliyor. Bir ömür boyunca vücuduna alınan ağır metallerin yarısı, bebeklik dönemindeki yanlış beslenmeden kaynaklanıyor. Bunu iyi bilen gıda ve giyim pazarındaki firmalar, çocuklar için ‘organik beslenme’ ve ‘organik kıyafet’ etiketini pazarlama aracı olarak kullanıyor. Beslenmenin yanı sıra, giyim sektöründe de artık en önemli pazarlama kelimelerden biri ‘organik’. Kıyafette kullanılan boyadan tutun deriye kadar her şeyin ‘yapay’ olanı ile doğal olanı, ürün etiketlerinde belirtiliyor ve direkt fiyatı ikiye katlayan unsura dönüşüyor. Ancak hem gıda hem giyimde, aralarında uluslararası firmaların üretimlerinin de yer aldığı ürünler, incelendiğinde organik ya da doğal çıkmıyor. Avrupa’da, özellikle bebek mamalarındaki büyük firmanın ürünlerinin bile kriterlere uymadığı belirlendi.

BU TOKSİN, KANSER NEDENİ

Biber, domates, patlıcan gibi kurutulmuş gıdalarda da en önemli şey ürünün toprağa temas etmemesi ve asılarak kurutulması. Yere temas olmazsa bir tehlike olmaz. Çünkü gıdanın havasız kalan tarafı mikropla temas eder. Asmaya müsait olmayanlar filede ya da fırında da kurutulabilir. Ege’deki kırmızı biberlerde afratoksin maddesi neredeyse hiç görülmüyor. Oysa Doğu menşeili kuru biberlerde bu madde daha fazla. Bu bir küf toksini, karaciğer kanserine neden oluyor.

ÖLÜMCÜM TEHLİKE VE 30 KURALI

Yaz ve sonbahar aylarında ev konservelerinin ve kurutulmuş gıdaların yapıldığına dikkat çeken Samim Saner, konservelerde üreyen Clostiridyum

Botulinum bakterisinin en şiddetli gıda zehirihden biri olduğunu ve solunumu keserek boğularak ölüme neden olduğunu belirtiyor.

Tüketicilere ‘3Ö Kuralı’ tavsiye eden Samim Saner, püf noktaları şöyle sıralıyor:  

-Bulaşmayı önle. Bu da hijyen kuralları demek. Ellerini yıka, kirli bir gıdayı doğru şekilde temizle, ya da içeriye kemirgen böcek vs girmesini önle.

- Üremeyi önle. Bu da doğru sıcaklıklarda saklamak ile mümkün. Eğer -18 derecede dondurucuda saklarsanız tamamen durdurursunuz. Buzdolabı sıcaklığında saklarsanız üremeyi geciktirirsiniz.

- Mikropları öldür. Burada doğru pişirme usulleri devreye giriyor. Örneğin et için 74 derecedir.

Yani tam pişmiş et yemek gerekiyor. Sütün kaynatılması, pastörize süt vs gibi.