8 Mayıs 2025 Perşembe / 11 Zilkade 1446

Osmanlı’da tebaaya kırmızı çadır yasaktı

Uygur hakanlarından Osmanlı sultanlarına, Türkler’de çadır kültürünün ayrı bir önemi olmuştu. Her bir renk, her bir sembolün ayrı bir anlamı vardı ve halkın farklı katmanlarını temsil ederdi.

Murat Kutlu6 Eylül 2015 Pazar 07:00 - Güncelleme:
Osmanlı’da tebaaya kırmızı çadır yasaktı

Orta Asya’da yaşayan ve umumiyetle hayvancılıkla uğraşan eski Türklerin göçebe bir hayat tarzına sahip olduğu herkesçe malumdur. Bu durum çadır kültürünün de gelişmesine vesile olmuş, Türklerin yaptıkları neredeyse bir ev kadar kullanışlı ve konforlu çadırlar da Avrupalıları hayran bırakmıştır. Hatta bazı Arap müelliflere göre Hz. Peygamber, Hendek Savaşı’nda kendisi için kurulan Kubbetu’t Türkî olarak adlandırılan bir çadırda kalmış ve savaşta bu çadır Peygamberin otağı olmuştur.

Çadır kelimesinin Eski Türkçe ‘çat’ (birleştirmek, birbirine tutturmak) fiil kökünden türemiş olabileceği hususunda bilgiler bulunmakla beraber kelimenin aslının Farsçaya “çetr” şeklinde geçen Sanskritçe “çhattra” (şemsiye, gölgelik) olduğu görüşü de savunulmakta. Göçebe hayatı seçen Türklerin çadıra otağ adı verdikleri, oda kelimesinin de buradan türetildiği söyleyenler vardır. Otağ kelimesi, Selçuklu ve beylik dönemlerinin yanı sıra Osmanlı’da da kullanılmıştır.

ÇÖZÜLMEDEN TAŞINIRDI

Orta Asya’nın bozkırlarında yaşayan Türklerin çadırları keçeden yapılmaktaydı. Yuvarlak bir şekle sahip olup sağlam kazıklarla yere sabitlenen standart çadırlar, genelde sekiz yahut on kişilikken, han ve beylere ait çadırlar daha büyük ve farklı şekillere sahip olabiliyordu. Örneğin kırmızı atlas veya ipekten mamul bir bey otağı, yüz kişi alacak kapasitede yapılabilir, burada resmi toplantılar veya ziyafetler düzenlenebilirdi. Halkın kendileri için yaptığı çadırlar ise genellikle beyaz renkte olurken kölelerin kaldıkları çadırlar siyah renkteydi.

İslâmiyet’in kabulünden önce Türkler çadırlarının tepesine muhtemelen ayı temsil eden küre şeklinde alemler takardı. Çadırların ortasına ‘korluk’ denilen ısınma ya da yemek pişirme amacıyla yapılmış bir ocak konur, dumanının çıkması için de çadırın üst kısmında ‘çangarak’ adını verdikleri bir delik bulunurdu. Tabi bu delik geceleri ve yağmurlu havalarda bir keçeyle örtülürdü. Evlerin kapısı olduğu gibi çadırların da kapısı vardı. Çadırda kapıdan gireni ilk olarak; heybeler, büyük çuvallar ve bohçaların dizildiği; önlerine de halı veya kilim serilerek oturulduğu bir bölüm karşılamaktaydı. Sağ tarafta, kumaştan bir paravana ile ayrılmış kısımda mutfak araç gereçleri, onun gerisinde de çadır sahibinin yatağı bulunurdu. Yatağın sağ tarafına elbise ve silâhların konulduğu demir bir kazık dikilir; kapının sol tarafına da eyerler ve koşumlar asılırdı. Buna benzer çadırların bazılarının göç sırasında hiç sökülmeden arabalar üzerinde at veya öküzle çekildikleri bilinmektedir.

DEDE KORKUT’UN  ÖZEL HANIM ÇADIRLARI

Ayrıca Türklerde hanımların kendilerine mahsus özel çadırlarının olduğunu da Dede Korkut hikâyelerinden öğreniyoruz. Elbette en gösterişli çadırların hükümdarlara ait olduğunu da biliyoruz. Uygur hakanının muhteşem süslerle bezenmiş çadırının çok uzaklardan görülebildiği ve aynı anda yaklaşık bin kişiyi alabilecek büyüklükte olduğu kaynaklarda geçmektedir.

Osmanlı hükümdarlarının Otağ-ı Hümayunları da muhteşem süslemelerle dolu ve fevkalade büyük çadırlardı. Padişahlar seferlerde, av ve gezintilerde bu otağları kullanmaktaydı. Bunların rengi kırmızı idi ve padişah, şehzade, vezir ve beylerbeyleri dışında kimse bu renkte çadır kullanamazdı. Kanuni’nin nişancısı müverrih Celalzade, Zigetvar seferinde Sultanın çadırını çok güzel tasvir etmiştir. Osmanlılar “hayme mehterleri” adı verilen, sultanların çadırlarını kurup kaldırmak ve korumakla görevli bir teşkilat oluşturmuştu. Bunlar, padişahlar sefere ya da bir geziye gidecekleri vakit Davutpaşa, Çırpıcı Çayırı veya Üsküdar Doğancılar Meydanı’na önceden gider, padişahın otağını kurarlardı. Eski Türklerin düğün, sünnet yahut kutlama gibi önemli günlerde kurdukları özel çadır geleneği (Bugün yemek dağıtımı ya da taziye kabulleri birçok yerde kurulan çadırlarda yapılmakta) Anadolu’nun bazı yörelerinde halen devam etmektedir.