GİRİTLİ Hüseyin Bey adanın varlıklı ailelerinden biriydi ama can güvenliği söz konusu olunca herşeyi geride bırakarak bir sandalla sekiz yaşındaki kızı Saadet‘i ve ailesini Türkiye’ye çıkarmış ve Manisa’da zeytin bağı işletmeye başlamıştı. Ali Bey ise o şehre Menemen’den göç etmiş bir ailenin çocuğu olan ayakkabı imalatçısıydı. Saadet Hanım ve Ali Bey evlenmişler ama kısa süre sonra Ali Bey şirpence hastalığına yakalanıp hayatını kaybettiğinde Saadet Hanım üç küçük çocukla ortada kalmıştı. O çocuklardan biri olan Ekrem Pakdemirli henüz dört yaşındaydı. Annesi bir süre sonra ikinci evliliğini yaptığında ise Manisa’daki akrabalarının yanına yerleştirilmişti. II. Dünya Savaşı’nın ‘Karne günleri’ndeki çocukluğunu unutamayan Ekrem Pakdemirli’nin, yetim çocukluk günlerinden ODTÜ’de profesörlüğe ve bakanlığa uzanan hayatına ilişkin ilk hatırası, bir ayakkabı imalathanesiydi:
KADİFEKALE’DEN ATİNA RADYOSUNU DİNLERDİM
“1940 yılında Manisa’da zeytin ağaçları arasındaki bir evde doğmuşum. Babam rahatsızlanınca İzmir’e göçülmüş ama 36 yaşında vefat etti. Muhtar halimize acımış, yaşımı büyütüp 1939’lu yazınca, karnede çeyrek yerine yarım ekmek hakkım olmuş. Hep içki ve sigaradan nefret ettim, bu babamı kaybediş nedenimdendi. Babamın ayakkabı imal edişine yardım edişimi hatırlarım. Kalıplardan çıkardığı çiviler L gibi eğilir, ithal ve pahalı olduklarından ben onları çekiçle düzeltirdim ve o da yeniden kullanırdı.
Girit göçmeni ailesinden Yunanca’ya kulağı dolgundu. Bu yıllar sonra İngiltere’de doktora yaparken çok işine yaramıştı: “Yunancayı anneden duymuş, hatta İzmir Kadifekale’den Atina Radyosu’nu dinlemiştim. İngiltere’de bilimdili İngilizce, Almanca, Fransızca, Rusça veya Yunanca idi. İngilizcem ve Almancam vardı, Rusça’yı öğrendim ve Yunanca’yı da geliştirdim. Bugün Yunanistan’a gidersem ne aç kalırım ne yolumu kaybederim.”
ADI ODTÜLÜ DEHŞET EKREM’E ÇIKMIŞTI
Manisa Gazi İlkokulu ve Ortaokulu sonrası aynı anda hem Manisa Lisesi hem Sanat Okulu’da girmişti. Bu yıllar sonra ona ‘Dehşet Ekrem’ adının takılmasına neden olmuştu: “Bu hayatta yaptığım en doğru işlerden biri oldu. ODTÜ Makine Mühendisliği’ni kazandım. Atölye dersini iyi bir mühendis veriyor. ‘Eğe böyle tutulur’ ile başladı ama sanat okulundan kaynak, tefsiye, torna, teknik resim, her şeyi biliyorum. Beni asistanı yaptı. Sınıfta üç kız var, hayran hayran bakıyorlar bana. ‘Sen nereden öğrendin’ diyorlar. Bana bir özgüven geldi ama diğer derslerden kötü not alma lüksüm kalmadı. Atölye hocası diğer hocalara ‘Bir Ekrem var, canavar’ diye anlatıyormuş. Üstüne matematik dersine giren Demiral Barker geldi. Derste birkaç kez ‘Şu yanlış değil mi?’ diye sorunca, beni yanına çağırıp ‘Oğlum seninle anlaşalım. Ben zaten sana A vereceğim ama sen beni derste öyle durdurma, ne anlatacağımı unutuyorum’ dedi. Matematikçi, diğer hocalara ‘Dehşet bir çocuk’ diye anlatıyor. Oldum dehşet Ekrem!”
HERKES KORKTU, MENDERES’E DERSE BEN GİTTİM
ODTÜ’lü kızların ilgisini çekse de onun aklı Manisa Lisesi’nde tanıştığı bir kızdaydı ve zaten bu işlere ayıracak zamanı da yoktu: “Lisedeki İngilizce öğretmenim Şükran Çetin’in kız kardeşi Nuran, benim sınıf arkadaşımdı. Ben ODTÜ’yü, o İngiliz Edebiyatı’nı kazanmıştı. ODTÜ’de öğrenciyken, iyi İngilizcem ve Matematiğim nedeniyle TED Ankara Koleji’nde ders vermeye başladım. Öğrenciyken Nuran Hanım’la evlendim.” TED Koleji, akademisyen adayı Ekrem Pakdemirli’nin siyaset dünyasıyla tanışmasının da ilk adımı olacaktı: “ODTÜ’de öğrenci olarak dersim bitince ok gibi çıkıp TED’de haftada 30 saat ders veriyorum. O sırada 27 Mayıs olmuş ve üç gün sonra Robert Koleji Berin Hanım’ı çağırarak ‘can güvenliğini sağlayamayacakları’ gerekçesiyle oğlu Aydın Menderes’in okuldan alınmasını istemiş. O da alıp TED Ankara Koleji’ne getirilmiş ama Okul Müdürü Kocapapuç lakaplı Reşat Göndem bir cinlik düşünmüş: ‘Yaşı müsait, dışarıdan dersleri verip liseye gelsin’. Nasıl olsa yıllar sürer bu ‘o zamana kadar da ortalık sakinleşir’ diye düşünmüş olmalı. Berin Hanım Aydın Menderes için hoca istemiş, korkudan kimse kabul etmemiş. Okul Müdürü sorunca ‘Ben veririm’ dedim. Ekim 1960’da başladım ders vermeye. Öğretmenim ama ben ondan sadece 6 yaş büyüğüm. Derslerden sıkılınca, motosiklet ve bisiklet kullanmasını öğretir, sonra yine çalışırdık. Matematik ve fenin yanı sıra, jimnastik dersi için evin ortasına minder koyup takla attırırdım. Bir sene sonra sınava girdi ve liseye geçmeye hak kazandı.”
MİT PEŞİME TAKILDI, NİŞANLIMLA GEZEMEZ OLDUM
ODTÜ öğrencisi Ekrem Pakdemirli, TED Koleji’nde öğretmenlik yaparken Aydın Menderes’e de ders vermiş ama MİT peşine takılmıştı: “Mendereslerin evine gidip gelmeye başlayınca MİT peşime takıldı. Takip edildiğimi fark edince arkama dönüyorum, onlar da başka tarafa bakıyor. Tekrar yürüyor ve bir daha bakıyorum, onlar da başka yöne bakıyor. Nişanlımla doğru dürüst gezemez oldum, arkamda sürekli iki adam. O dönem telsiz de yok haberleşmeleri için. Ben üniversiteden çıkıp ders vermeye giderken bazen param olmuyor ve yürüyordum. Onlar da yürüyor ama bölgeleri bitince diğer ekibe devrediyorlar. Telefonda yok tabii, ıslıklaşıyorlar. Berin Hanım benim ders verdiğimi ve Aydın’ın ders masrafını da onların ödemesini sağlamıştı. Ama takip devam etmiş. Derste öğrencilerden biri ‘Hocam babamın odanızda neden sizin fotoğraflarınız var?’ diye sordu. Meğer babası MİT Daire Başkanı imiş.”
HABABAM VE ISPANAK SINIFINI DAYAKLA ADAM ETTİ
ODTÜ’yü bitirmiş ve TED Koleji’nde yaptığı işe de artı resmi olarak bir ad konulmuştu: Öğretmen Muavinliği. Ama matematik dersi verdiği sınıftaki öğrenciler arasında sadece MİT’çilerin çocukları yoktu: “Enteresandır öğrencilerden birisi darbeyle düşürülen Başbakan Adnan Menderes’in oğlu Aydın Menderes diğeri darbe sonrası kurulan hükümetin Tarım Bakanı Feridun Üstün’ün oğlu Cem, Yassıada Mahkemesi’nde savcı Altay Egesel’in oğlu, vekil ve emniyet müdürü çocukları vardı. Ben Menderes’in velisiydim. Aydın ile bakan çocuğunu yan yana oturttum. Meğer iki sorunlu sınıf varmış: Biri Hababam diğeri Ispanak. Benim yüzüm tahtaya dönükken arkada nanik yapıyor, uçak yapıp atıyorlar. Ben de pencereyi 45 derece açıyla bırakmışım, yandan ne yaptıklarını görüyorum. Önce ikaz ettim: Sınıftaki diğer çocukların öğrenme hakkını engelleyenin canına okurum! Bir öğrenci tekrar edince daldım: Yumruk attım, sırtına zincirle vurdum, perişan ettim. Ertesinde Kocapapuç Ekrem odasına çağırdı. Yanında Tarım Bakanı Feridun Üstün var. Meğer dövdüğüm öğrenci onun oğluymuş. Durumu anlatınca hak verdi.”
Bakan çocuğu dayak yiyipte öğretmene hiçbir şey olmayınca, Hababam ve Ispanak sınıfındaki öğrenci-öğretmen dengeleri değişir, yaramaz çocuklar için dayağa da yol açılmış olur: Müdür Kocapapuç Ekrem dedi ki ‘Oğlum bir çocuğu döveceksen, bizim müdür muavini odasını açtır. Sen çocuğu getirdin mi o kaçar, sen içerde becer. Ben de, Ispanak’tan 4, Hababam’dan 7 kişiyi gözüme kestirdim, yaramazlık yapanı elinden tutup Muavin Seyfi Bey’in odasına sokar, kapıyı arkadan kitlerdim. Dayak yiyen öğrenciden ‘Öff öldüm, bittim’ seslerini duyan dışarıdaki öğrenciler koşarak müdüre gidip yardım istiyor ama o da ‘Ekrem bey bir fiske bile atmaz, yalan söylemeyin’ diye kovalıyor. Anlaşmalıyız ya. Üç ay sonra ortalık süt liman. ‘Ödev yapmayını Seyfi Bey’in odasına alırım’ diyorum, tüm ödevler yapılıyor. O tarihe kadar ODTÜ’ye giren olmamıştı, iki sınıftan bir iki fire hariç hepsini üniversiteye soktum. Menderes ODTÜ’ye, Altay Egesel’in oğlu Siyasal’a girdi. Yıllar sonra bir diplomat olarak karşıma çıktı, o dayak için teşekkür edip elimi öptü.”
YUSUF VE TURGUT BEY’LE LONDRA’DA TANIŞTIM
ODTÜ’de lisans ve lisansüstü eğitimi bitince doktoraya başlayan Ekrem Pakdemirli, bunun için bursla İngiltere’ye gittiğinde onu siyasete taşıyacak olan Turgut Özal’la tanışacaktı. Londra’da kaldığı evde Yusuf Bozkurt Özal’la birlikte kalıyorlardı ve ağabeyi Turgut Özal da onu kontrole geliyordu: “Londra Imperial College Üniversitesi’nde okuyoruz. Bozkurt’un doktorada sekizinci senesi olunca, anne Özal sıkı sıkıya tembih etmiş Turgut Özal’a: ‘Kardeşini kontrol et.’ Yıl 1964. Turgut Bey o sırada Elektrik Etüt İdaresi Genel Müdür Yardımcısı. Yaşımız benim 24, Turgut Bey’in 37. Kapıya birisi geldi. ‘Ben Turgut Özal, Yusuf’un ağabeyiyim’ dedi. Benim zekam 100 ise Yusuf’un 200, süper zeki ama haylaz bir adam, çalışmıyor. Turgut Özal ‘Annesi çok üzgün, ne yapıp edip ikna et ve Türkiye’ye gelsin’ dedi. Doktorasını tamamlaması ve Türkiye’ye dönmesi için söz verdim. Ben 2 sene 9 ayda bitirip döndüm ama o dokuzuncu yılda bitirdi. Bir zaafını fark ettim, inatçı ve ısrarcı. Bir problem atıyorum ortaya, ‘Sen bunu çözemezsin zaten’ diyorum, fıttırıyor ve ilgileniyor. Ben diplomayı alıp Türkiye’ye dönerken ‘Sen zaten bitiremezsin’ dedim, çıldırdı. Gaza gelip doktorası yaptı, benden bir sene sonra geldi. Annesi bana ‘Sen olmasan Yusuf orada kaybolup gidecekti’ dedi. Ben muhafazakar bir çocuktum o da muhafazakarlaştı. Evlendiği Alman Hanım’ı da Müslüman yaptı.”
MUSUL 12 EYLÜL’DE DE KONUŞULDU
Özal’ın Kürt planı hep tartışılır. Pakdemirli, en yakınındaki isimlerden biri olarak Turgut Özal’ın Kürt Planı’nın Torumtay vakasından 10 yıl öncesine dayandığını anlatıyor: ‘İngiltere Liverpool’da 1824 yılında Kürt Teali Cemiyeti’ni kurdurmuş ve paraya bağlamış. Amerika ve İngiltere bu kadar ilgileniyorsa, eninde sonunda Kuzey Irak’ta Kürt devleti kurulur. Ama biz federasyonla orada hakim olursak onun kuruluşunu erteler ya da kurulsa bile bize zararsız hale gelmesini sağlarız. Biz şimdi ilgilenmezsek, yarın dönüp Türkiye’den, Suriye ve İran’dan toprak isteyecekler. İlgilenirsek kontrol altında tutarız’ diye düşünüyordu. Musul’a girme planına Genelkurmay Başkanı Necip Torumtay karşı çıkınca istifasını istemişti ama aslında 10 yıl önce biz bunu istemiştik. 12 Eylül’de bakanlık ve Genelkurmay temsilcilerinin yer aldığı Koordinasyon Yüksek Kurulu’na başkanlık yapıyorum. Özal’ın fikriyle, toplantıda Musul’a girmeyi önerdim. Toplantıdaki Korgeneral Senaryomuz yok. Bu şekilde 4 tugay kaybımız olur’ dedi. ‘Bunun vebalini alamayız’ dedim. Özal yıllar sonra ‘Musul’a girelim’ dediğinde yine ‘Senaryomuz yok’ yanıtını Torumtay’a çok kızdı ve ‘O zaman gereğini yapın’ diyerek istifasını istedi. Çünkü 10 yıl öncede bu sözü duymuştu”
ANAP DÖRT İŞADAMININ YARDIMIYLA KURULDU
Banker krizi çıkmış, Milli Güvenlik Konseyi bundan Kaya Erdem’i sorumlu tutsa da Turgut Özal onun bir suçu olmadığını söylemişti. Buna rağmen Erdem görevden alınca Özal’da bu duruma tepki gösterip istifa etmişti. Ekrem Pakdemirli, ANAP’ın kuruluş sürecinin de o zaman dört işadamının yardımıyla başladığını söylüyor: “Turgut Bey, 12 Mart’ın ardından Dünya Bankası’na gitmiş ama Kasım 79’da müsteşarlığa geri dönmüştü. Beni de Teşvik Uygulama Başkanı yaptı. Gümrük ve vergilerle ithal edilen malın fiyatı yüzde yüz artıyor, biz Merkez Bankası’na bir telefon açıyor, bir teşvik onayı veriyor sorunu çözüyorduk. Turgut Bey’in sağ koluyum, bütün ekonomiyi yönlendiriyoruz. Sonra ihtilal ve banker krizi oldu. Bu krizin çıkış nedeni, bankaların sahte karlığıdır. Ama krizden dönemin Maliye Bakanı Kaya Erdem sorumlu tutulunca Turgut Bey ‘onun günahı yok’ dedi. Yine de görevden alınınca o da istifa etti. Çağrısı üzerine Antalya’ya gittim. Dinlenmekten korktuğumuz için, mayolarla denize girdik. ANAP’ın kurulması fikrini Özal ilk kez orada açtı. ‘Biz karaborsa ve çifte fiyatları kaldırdık, mal bulunur hale getirdik ama Türkiye’yi düzeltmek serbest piyasa ekonomisine geçmemiz, bunun için de parti kurmamız lazım. Arkadaşlarına söyle, biraz para bul’ dedi. Atilla Yurtçu, Sadık Tüfekçioğlu, Aslan Önel ve Yaşar Ünal’dan 125 biner dolar aldık. Yani ANAP’ın mayası 500 bin dolarla tutuldu.”
SEMRA ÖZAL TURGUT BEY’İ BAŞBAKANLIĞINA İKNA EDEBİLİRDİ
Ekrem Pakdemirli, Turgut Özal’ın cumhurbaşkanı olmasının ardından Başbakan olan Mesut Yılmaz ve eşi Semra Özal’a ilişkin ilginç hatıralarını da aktarıyor:
“Başbakan Mesut Yılmaz yurtdışına gidince, Cumhurbaşkanlığı Okluk Köşkü’nde bulunan Turgut Özal, Başbakan Vekili olduğum için kararnanemelerle birlikte beni yanına çağırdı. Gittim. Bana ‘Mesut’un misyonu partiyi kapatmak’ dedi. ‘Komplo teorilerine mi prim veriyoruz? Mesut Yılmaz, partiye bir oy bile kaybettirse istifa edeceğine dair söz verdi bana’ dedim. O sırada Semra Özal yanımıza gidip gelince susuyor, gözüyle işaret ediyordu. Semra Hanım Yılmaz’ı destekliyordu ve bana kızgındı. Bir gün güneyde bir mekanda şarkı söylemiş. Turgut Bey’le konuşarak bunu eleştirmiştim. ‘Benden pekala iyi başbakan olur’ dediği zaman da ‘Patagonya değil burası’ dedim. Ona da kızdı. Eğer bu fikri biz destekleseydik, Semra Hanım Turgut Bey’i duygusal bir anında kendi başbakanlığı için ikna edebilirdi. Turgut Bey 87’deki kalp ameliyatı sonrası Semra Hanım’a duygusal olarak çok bağlandı. O zamana kadar Semra Hanım bir şey dediğinde ‘Siz ona bakmayın’ derdi bize. Benim başbakanlığım konuşulunca, Semra Özal ‘Sen Cumhurbaşkanı, o Başbakan, iki takunyalı Türkiye’ye fazla’ dedi. ‘Ben takunyalı değil tokyoluyum’ yanıtını verdim.”
ERDAL İNÖNÜ ÖNCE HOCASI SONRA SİYASİ RAKİBİ OLDU
PAKDEMİRLİ, İngiltere’de doktora yapmaya gitmeden önce ODTÜ Fizik Bölümü’nde Prof. Dr. Erdal İnönü’nün asistanı olacak, yıllar sonra da İnönü ile siyasi rakip olarak karşılaşacaktı: “Yüksek lisans sonrası ODTÜ’de teorik fizik bölümüne asistan alınacağını öğrendim. Başvurdum. Sınava giren 35 kişiden 34’ü fizik bölümü mezunu, bir tek ben mühendisim. ‘Şansım yok diyerek’ sınav sonrası iş aramaya başladım. Hatta özel bir şirketin Yunanistan temsilcisi olmak için anlaşmıştım. ODTÜ’ye vedalaşmaya gittiğimde sekreteri ‘Erdal Bey fellik fellik sizi arıyor, neredesiniz?’ dedi. Odasına gittim. Bana “Ya sen kimsin? Sınavda barajı tek aşabilen sensin. Nerede öğrendin bunları?’ dedi. ‘Ekrem Pakdemirli’yim’ dedim, beni asistanı yaptı. Ama fizik kürsüsünde hocalar arasında anlaşmazlık çıkınca o Fransa’ya, ben de doktora için İngiltere’ye gittim. Yıllar sonra, ANAP seçimi kaybedince başbakan yardımcılığı görevimi devrettiğim kişi, SHP Genel Başkanı Erdal İnönü oldu.“
Türkiye, İngiltere, İran, Irak arasında yapılan pakt olan Cento bursuyla İngiltere’ye giden Ekrem Pakdemirli, Türkiye’ye döndüğünde Turgut Özal’ın danışmanlığını üstlenir: “Ben o zaman üniversitede öğretim üyesi olarak iki bin lira alıyorum, yarım günlük Özal’a danışmanlıktan da 4 bin lira almaya başladım. Böylece ev sahibi olduk. O sırada bakaya yazılmışım. Jandarmalar üniversiteye gelip beni arıyor. Bana ‘Ekrem burada mı?’ diye soruyorlar, ben ‘Yok’ deyince de gidiyorlar.dı. Askerde Ankara’da kaldım. 12 Mart İhtilal gecesi Genelkurmay’da nöbetçi subay olarak ihtilale tanık oldum. Görevden alınınca Turgut Bey Dünya Bankası’na gitti, ben de ODTÜ’de yardımcı profesör oldum.”
TURGUT BEY’E SALDIRININ ARKASINDA KİMLER VARDI?
Bugünlerde Turgut Özal’ın nasıl öldüğü, zehirlenip zehirlenmediği tartışılsa da en yakınındaki isimlerden Ekrem Pakdemirli, Özal’ın zehirlendiğinden şüphe etmiyor. Pakdemirli, Özal’ın suikast öncesi beş ayrı grubun hedefi olduğunu, suikast başarısız olunca da zehirlenerek öldürüldüğünü düşünüyor: “Özal suikastin arkasındaki isimleri kimseye söylemedi. Ama konuşmalardan bir şeyler yakalıyorduk. Demirağ suikastini, dirsek temasındaki beş ayrı grubun gerçekleştirebileceğinden şüphelendik. Kanımca, suikastte üç grup müştereken davrandı. Bunlardan birisi kaçakçılar. Özal o dönem milyarlarca dolara ulaşan kaçakçılığı ortadan kaldırdı. Adamların kazancı bir günde sıfırlandı. İkinci olarak yeniden yapılanmayı yapamayan ve milyarlarca dolarlık servetini kaybeden işadamları var. Her zaman olduğu gibi ‘Nereden çıktı bu adam, bizim tapulu arsamıza gecekondu yaptı’ diye düşünen siyasiler ve rahatsız askerler var. Bir de Türkiye’nin Ortadoğu’daki yükselişinden rahatsız bölge istihabarat servisleri var. Dönemin Sovyetler Birliği, kendi içindeki beş Türki Cumhuriyeti ve onlarla akrabalık ilişkisi iddia eden Türkiye’nin yükselişinden rahatsızdı. Suikastte başarılı olamadılar ama zehirlediler. Özal’ın zehirlendiğinden zerre şüphem yok. “