22 Mayıs 2025 Perşembe / 25 Zilkade 1446

Biz şairlere, şairler bu adalara aşık

İstanbul'un bir çok güzelliği içinde Prens Adaları apayrı bir yere sahip. Sait Faik Abasıyanık, Reşat Nuri Gültekin, Melih Cevdet Anday, Ziya Gökalp, Halikarnas Balıkçısı, Hüseyin Rahmi Gürpınar, Halide Edip Adıvar hayatlarının bir evresinde adalarda yaşamış. Bu kadar şairin, yazarın aşık olduğu adalarda iki gün geçirmek ister misiniz?

Serdar Akbıyık30 Ağustos 2015 Pazar 07:00 - Güncelleme:
Biz şairlere, şairler bu adalara aşık

Adalar romantizmin yaşadığı yerlerdir. Dört tarafı suyla kaplı yalnızlık kaleleridir. İstanbul gibi kalabalık ve keşmekeşin hakim olduğu bir şehirde yaşıyorsanız adanın doğasında var olan bu yalnızlık yaşanılası bir ayrıcalıktır. Böyle olunca Kınalı, Burgaz, Heybeli ve Büyükada İstanbullu'nun vazgeçilmezi tabii. Belki de bu yüzden şairlerimizin, yazarlarımızın ve düşünürlerimizin çoğu hayatlarının bir evresinde bu adalarda yaşamış ve hatta öldükten sonra adalarda defnedilmişler. Böyle bir sevginin bizi çekmesi de çok normal. Hadi iki günlük bir gezi yapalım adalara. Bakalım çam ağaçlarının altında, zümrüt yeşili koylarında, neler saklı Prens Adaları'nın. Kadıköy'deki Beşiktaş iskelesinden sabah saat 8'de vapura bindik. Marmara'nın mavi sularına kıvrılan eski gemimiz ilk önce Kınalı'ya geldi. Kınalı tam da adı gibi İstanbul'un hatta bütün adaların kınalı kuzusu. En sakin ve nostaljisini en iyi korumuş ada. İskeleden indiğiniz anda hafif bir rüzgar ve yollarda sıra sıra bisikletler karşılıyor sizi. Bisikletlerin arkasındaki plakalar adanın asıl aracının bisiklet olduğunun kanıtı.

Burgaz, Heybeli ve Büyükada'dan daha küçük olan Kınalıada hala Rum azınlığın etkisini taşıyor. Buradaki Rumlar diğer adalardaki kadar zengin zümre değil. Aynı eski İstanbul'daki gibi sokak aralarında birbirlerine laf atan bakkalından, balıkçısına kadar çalışan insanlar. Belki adanın o nostaljik, bozulmamış havasının en büyük sebebi de bu. Sahil yolundan arasokaklara girip evlerin arasına daldığınız zaman sizi koskocaman bir çınar ağacı karşılıyor. Altındaki çok sayıda masa, yaz gecelerininsohbet mekanı olduğunun kanıtı gibi.

Merkezde güzel bir kahvaltı yaptıktan sonra hemen iskelenin yanında ellerinde tabelalar olan çığırtkanlara kulak verdik. Adanın arkasında yer alan Kumluk Plajı'na çağırdılar bizi. Kara yolundan daha keyifli bir yolculuk sunan motorlarla adayı dolaştıktan sonra bu plaja ulaşıyorsunuz. Diğer adaların plajlarından daha sakin ve daha doğal bir plaj burası. Marmara'nın açıklarına bakan plajda denize girmek ayrı bir keyif. Öğleleyin güneş iyice ortaya çıktığında fazla da yanmamak için merkeze geri dönüyoruz. Hani burada kalsam kendimi unutabilir ve aylarca sessizliğe gömülebilirim. Ama daha önümüzde üç güzel ada daha var.

Hedef Burgazada

Saat 12 gibi atladık vapura, hedef Burgazada. Gerçekten bir zümrüt parçası Burgazada. Benim gençliğimde sürekli geldiğim Kalpazankaya ilk gideceğim yer. Artık faytonların dönemi başlıyor bizim için. 35 liraya anlaştığımız iki atlı fayton bizi yavaş yavaş Burgazada'nın kıvrımlı yollarından Kalpazankaya'ya çıkarıyor. Bir yarın ucundaki Kalpazankaya'da bulunan restoranın sahipleri gecenin hazırlıklarına başlamışlar bile. Masanın ortasındaki koca tencerenin etrafına dizilmiş, yaprak sarma hazırlıyor.

Gençliğimde burada her masanın yanında bir erik ağacı olduğunu hatırlıyorum, hafif demlenirken elimizi kaldırıp kopardığımız erikleri yerdik. Ne yazık ki herşey gibi buradada değişik bir düzenleme yapmışlar erik ağaçları azalmış masalar çoğalmış. Burnun en ucundaki masaya oturup 30 metre aşağıdaki küçük koyu seyrediyoruz. Kayaların arasında birkaç kişi denizin keyfini çıkarıyor. Bazı sürat tekneleri ve yatlar da buraya yanaşmış koyun zevkine ortak oluyorlar. Bu restoranda Burgazadası aşığı Sait Faik Abasıyanık'ın çok güzel bir heykeli vardı. Bahçede oturmuş elinde sigarasıyla uzaklara bakarken sonsuz bir keyfe dalmış heykel. Bu heykelin elindeki sigara o zamanlar çok bilmişleri rahatsız ettiği için sökülmüştü. Abasıyanık'ın keyfini bozmuşlardı bir kere. Şimdiyse heykelin yerinde yeller esiyordu. Sordum "Heykel nerede?" Patron biraz da sıkıntıyla "Abasıyanık'ın evini müze yaptılar. Heykeli de oraya taşıdılar" dedi. İçimden "Adamın beş kuruşluk keyfini bozarsanız o da gider" demek geldi. Madem eski dostu burada göremedik, müzeye gidelem dedik... Bu sefer yürüyerek Kalpazankaya'dan merkeze doğru yola koyulduk. Ve hemen merkezin girişinin biraz üstünde Abasıyanık Müzesi. İşte aradığım heykel beni kapıda karşılıyor. Boş eller ve bahçenin duvarına bakan boş gözlerle. Hayatı boyunca denize bakmış ve duygularını yazmış bu sanatçıya yapılacak eziyet mi bu?

Evin içinde küçük bir tur attıktan sonra attım kendimi yine yollara. Yürü allah yürü derken ve güneşten de yıkılmışken yemyeşil ağaçlar içinde öğretmen eviyle karşılaştım. Diğer öğretmen evleri gibi değil burası. Herkesi buyur ediyorlar içeri. Sadece mönüdeki fiyatlar öğretmenler için ayrı, siviller için ayrı ama neyseki arada öyle dağlar yok. İçtik çayımızı, dinlendik ve saat üç gibi Heybeli'ye yola koyulduk.

Biz Heybeli'de her gece

Vapurlar dışında her adaya motor da çalışıyor. Bu sefer motorla geçtik Heybeli'ye. Eskiden en sevdiğim adaydı Heybeli hatta üniversitede buradan kiralık ev aramıştım, bulmuştum da. Kız arkadaşımın koyduğu muhalefet o dönemde adaya kavuşmama engel olmuştu. Kısacası eski sevgiliye dönme durumları. Heybeli biraz büyüktür öyle yürüyerek gezmek benim yaşımdaki adamların harcı değil, yürümeyi genç sevgililere bırakıp yine bir faytonla anlaştık. Bütün adayı gezdirecek faytoncu Mustafa Ağabey. Tabii bu büyük turun fiyatı 70 lira. Bindik faytona başladık gezmeye ilk hedef Yılmaz Erdoğan'ın Kelebeğin Rüyası filmini çektiği senatoryum. Senatoryum adanın arkasında. Yani yol uzun, bu arada Mustafa Abi ile konuşmaya daldık. "İnsanlar atlara iyi bakılmadığı için faytona binmek istemiyorlar, durum nedir" dediğimde. Adamın bam teline basmışız meğer. Koruluk içinde derme çatma kulübelerin olduğu bir yerin önünde durdurdu faytonu. Hah şimdi bizi sallayacak derken başladı konuşmaya: "Bak Abim, şuranın haline bak. Tam bir mezbelelik. Ne suyu var ne elektiriği. Biz atlara bu durumda bakmaya çalışıyoruz." Eliyle bir at arabasını gösterdi. Ağzına kadar plastik bidon dolu arabaya boş gözlerle baktık.

Devam etti söze faytoncu Mustafa: "Bu adamlar ta adanın aşağısına inip su dolduracaklar. Sonra o suyla atları sulayacaklar ve kendileri de yıkanacaklar. Bize sözler verildi. Ama hiçbiri tutulmadı. Seçim öncesinde adanın belediye başkanı bu tabelayı dikti. Şimdi ne gelen var ne giden." Gerçekten de üzerinde Heybeliada Ahır İnşaatı yazan tabelada güzel bir yapı resmi var.

"Biz atlara bakıyoruz. Nasıl bakmayız, onlar bizim ekmek teknemiz. Ama bize kimse bakmıyor. Hafta sonu torunumu görmeye gittiğimde utanıyorum. İki kere yıkanmadan torunumu öpemiyorum" dedi. Sustuk tabii haliyle, başladık yine tıngır mıngır gitmeye. Sonunda senatoryuma ulaştık. Hem korkunç hem de bayağı etkileyici bir yer. Terkedilmiş eski ve dev gibi bir yapı. Kıvanç Tatlıtuğ'un veremden kurtulmak için çöktüğü ağaç diplerine baktık. Belçim Bilgin'in gölgesini kovaladık.

Ama kapıdaki bekçi"Dur" dedi. Yolladı bizi gerisin geri. Biz de sinirimizi Çamlık Limanı'na gidip denize girerek giderdik. Gezdiğimiz üç adada yolculuğumuzu hafta arası yaptığımız için sakindi. Rahat rahat denize girip güneşlenmek ve dinlenmek için idealdi. Nereden bilirdik ki adaların adası Büyükada bize sürpriz hazırlayacakmış.

Büyükada sürprizi

Akşam olmuş saat 5. Vapurla 15 dakikada Heybeli'den Büyükada'ya geçtik. Vapur sakin öyle kalabalık yok. Allahım ne güzel yaptık da hafta içi geldik adalara derken, iskelenin kapısından çıktığımız anda bir insan yığınının içinde kaldık.

Arap turistler mi, günübirlikçiler mi, adalılar mı, faytoncular mı, satıcılar mı ne ararsanız var. Şok geçirmek olayı ifade edemez. Kalabalık içinde artık iflas etmek üzereyken bir faytona zor attık kendimizi. Waffle'cılar paçamdan çekip Arap turistleri yararak geçerken nasıl buldum o faytonu ben de bilmiyorum. "Kurtar beni, en sakin yere götür"dedim. Adam aldı beni Lunapark Tepesi'ne götürdü. Adının Lunapark olmasına bakmayın. Dünyaca ünlü Aya Yorgi'ye çıkmak için gelinen bir restoranın olduğu sakince bir yer. Püfür püfür esen rüzgarın altında oturup nefes aldık.

Hadi dedik çıkalım Aya Yorgi'ye. Aslında gözüm de pek yemiyor ya. Biraz sızlandım açıkçası. Sonra o tabelayı gördüm. Aya Yorgi'ye 900 metre, yani 900 adım. İçimden nedir ki dedim sonuçta 900 adım da atarım yani. Ama tam bir kilometrelik dimdik ve kesintisiz yokuşu çıkarken çektiğimi bir Allah bilir bir ben. Ben Aya Yorgi'ye mi çıktım Aya Yorgi mi bana bilemedim. Sonunda tepeye vardığımda kapıdaki bekçi de demez mi "Yassah kardeşim saat 6'yı geçti." Bir de üstüme bakıp "Böyle şortla zaten giremezsin" deyince. Artık suratım ne hale gelmişse bana yol verdi. Girdim baktım kilisenin kapısından. Düşündüm nasıl bir sessizlik, nasıl bir sakinlik. İçimde ne öfke kaldı ne kızgınlık. Kilisenin yanındaki bütün İstanbul'u ayaklar altında seyrettiğimiz çay bahçesi yorgunluğumuzu aldı.

Bu sakinlikle bir cesaret döndüm merkeze. Çünkü Büyükada'ya gelip de Lefter'in evini ziyaret etmemek olmaz. Koca çınarın evinin balkonunda hala bir Fenerbahçe bayrağı asılı. Birebir bana anlattığı bir anısını burada yazmalıyım.

Yıl 1955 6-7 Eylül olayları. Azınlıkların evlerini, dükkanlarını yağmalayan güruhun Büyükada'ya gelip Lefter'in evine de saldıracakları duyuluyor. Bunu duyan Kadıköy ve Bostancı'daki Fenerbahçeli balıkçılar teknelerle adaya geliyorlar. Lefter'in evinin önünde toplanıyorlar. Gerçekten de saldırgan bir grup Lefter'in evine doğru yönleniyor iskeleden. Çıkan arbedede bir taş bile Lefter'in evine gelmiyor. Balıkçılar saldırgan grubu kovalıyor. Bunu Lefter gözyaşları içinde anlatmıştı. Bu ülkenin sevgi dolu insanlarının değerini biliyordu Büyük Lefter. Kalabalığından nefret ettiğimiz ama kalbimizin yine de sokaklarında kaldığı Büyükada'yı terketme zamanı.

Ruhumu burada dinlendirmişken vücudumu da dinlendirmek için Heybeliada'daki Merit Halki Palace'a dönüşe geçtim. Adalarda kalacaksanız pansiyonlar var. Biraz pahalı olmak şartıyla Heybeliada'daki Merit otel yıllardır benim tercih ettiğim bir yer. Tabii Burgazada'daki Öğretmen Evi de uygun fiyatla kapılarını size açıyor. Hafta sonu olmamak şartıyla adalar hala benim cennetim.