Marko Paşa, çaresi olmayan dertlerin devası, çözülemeyen sorunların muhatabı, türlü türlü şikayetleri olanların teselli makamıydı. Marko Paşa halka mal olmuş bir kimseydi. Peki kim bu Marko Paşa?
Asıl adı Marko Apostolidis’di. 1814’te Syros Adası’nda doğan Paşa, ilk ve orta öğrenimini burada tamamladıktan sonra ailesiyle birlikte geldiği İstanbul’da Mekteb-i Tıbbiye-i Şâhâne’yi (Askeri Tıbbiye) bitirdi. Mezun olduğu yıl cerrahi kliniğinde muallim muavini oldu. Cerrahlığıyla ün kazanan Marko Paşa, mirliva (tuğgeneral) rütbesi alan ilk doktor olmuş, Sultan Abdülaziz döneminde de hekimbaşılığa getirilmişti. 1871 yılında Mekteb-i Tıbbiye-i Şâhâne’de ders nazırı olan Marko Paşa, bir taraftan görevini yürütürken bir taraftan da Hilal-i Ahmer (Kızılay) Cemiyetinin kurulma aşamasında büyük çaba göstermişti. Meclis-i Âyan üyeliği de yapan Marko Paşa, 1888’de Burgazada’da vefat etmiş, Mekteb-i Tıbbiye öğrencileri ve öğretmenlerinin katıldığı bir cenaze merasimiyle Kuzguncuk’ta ebedi güzergahına defnedilmişti.
BIKTIRANA KADAR SORARDI
Gençliğinden beri her türlü sosyal faaliyette ön sıralarda yer alan, elinden geldiği kadar herkesin yardımına koşmaya çalışan Marko Paşa, hem doktor hem ders nazırı hem de ayan meclisi azası sıfatıyla pek çok kimsenin derdini dinlemek zorunda kalarak adeta bir dert babası haline gelmişti. Çok sabırlı bir hekim olan Paşa, hastalarına tıbbi yönden çözüm bulmakla beraber manevi huzur ve rahatlık vermeye de özen gösterirdi. Marko Paşa elbette kendisine başvuran herkesin derdine deva olamıyordu. İşte onun en önemli özelliği tam da burada devreye giriyor; dert dinlerken konuları kaydırması, lafı yuvarlayıp başka yönlere çevirmesi, vatandaşın sorduğu sorulara sorularla karşılık vermesi, onu nev-i şahsına münhasır bir kimse haline getiriyordu.
Özellikle sorunlarını çözemeyeceği kimselere karşı bıktırana kadar sorduğu “Onu anladık da şimdi sen tam olarak ne demek istiyorsun? “ ya da “Anladık ama ne? “ sorusuyla meşhur olmuştu. Bu cevap karşısında neye uğradığını anlamayan dertli vatandaşlar paşanın yanından kafası karışık bir şekilde ayrılıyorlardı. Kendisine başvuranlar arasında kabadayı ya da laf dinlemeyen çıkarsa zor durumda kalmamak için hemen başkatibi Muhtar Efendiyi çağırır bozuk Türkçesiyle “Efendi yaz buna bir sudan kalafat” diyerek başından savmaya çalışırdı. Paşanın bu huyu zaman içerisinde halk arasında “Sen derdini Marko Paşa’ya anlat” tabirinin doğmasına neden olmuştu. Yani seni sabırla dinler ama derdine deva olur mu bilinmez!
ADI SONRA GAZETEYLE YAŞADI
Sürekli belinde kılıç ve elinde şemsiyeyle gezen Marko Paşa; zarif, zeki, herkese karşı ılımlı davranışlar sergilerdi. Gösterişten uzak mütevazı bir hayat sürmüş, zamanının en iyi cerrahı ve nebatatçıları arasında gösterilmişti. Ancak dert dinlemeye alışık olan Paşa, hayatının sonlarına doğru başına gelen talihsiz bir olay nedeniyle sıkıntılı zamanlar yaşadı. Kaderin bir cilvesi olsa gerek bu sefer kendisi derdini saraya anlatmak için çok çaba gösterdi. Marko Paşa, başhekim olduğu dönemde saray eczanesindeki fazla harcamadan sorumlu tutulmuş ve hakkında soruşturma açılmıştı. Açılan mahkeme aleyhine sonuçlanmış, 2 bin lira ödemeye mahkum edilmişti. Mali durumu iyi olmayan ve o sıralarda Burgazada’da hasta yatağında şifa arayan Marko Paşa, yapılan bu suçlamayı reddederek II. Abdülhamid’e mektup yazmış, bu defa kendi derdine derman aramıştı. Ancak ne yazık ki bir dönemin dert babası Marko Paşa, Padişah’tan bir cevap alamadan evinde vefat etti. Paşanın adı yıllar sonra Sabahattin Ali, Aziz Nesin ve Rıfat Ilgaz’ın çıkardığı haftada bir yayınlanan ve tirajı çok yüksek olan bir muhalif gazeteyle unutulmazlar arasındaki yerini aldı.