NEW York’ta yaşayan 12 yaşındaki çocuğunun hayatı, duyduğu mısralarla değişti: ‘Ayakkabılarım yok diye üzülüyordum. Ta ki ayakları olmayan bir adamla karşılaşana dek!’ Bu sözlerle felsefe ve tasavvufa yöneldi, yıllar sonra bu sözlerin İranlı mutasavvıf şair Hafız’a ait olduğunu öğrendi. Budist rahiplerden Mevlana’ya kadar sayısız öğretiye kulak verdi, sonunda Konya’da tanıştığı ve İstanbul Sahaflar Çarşısı’ndaki dükkanının bir köşesinde namaz kılarken gördüğü Muzaffer Efendi’den etkilenerek ‘Cerrahi’ oldu. Hem Bob Dylan, John Lennon, Leonard Cohen gibi dünya çapındaki ünlü isimlerle dostlukları olan sanatçı, hem de Muzaffer Efendi tarafından ‘halef’ seçilen bir Cerrahi şeyhiydi. Mısır’daki Amerikan Üniversitesi Görsel İletişim Bölümü öğretim üyesi Prof. Shems Friedlander’in Timaş Yayınları’ndan çıkan Kış Hasadı, Bob Dylan’dan Mevlanaya adlı kitabındaki anıları, okuyucuyu Türkiye ve dünyanın farklı ülkelerinden ünlü isimlerin özel hayatına, hatta inanç dünyalarına yönelik bir yolculuğa çıkarıyor.
Dalay Lama ve oğlum Nuri
“Boğuk Dualar Dalay Lama’nın Yukarı Manhattan’daki St. John the Divine Katedrali’ndeki konuşmasından sonra kendisini selamlamak için, kucağımda Nuri, ben de kuyruğa girdim. Dalay Lama bana bakarak, ‘Bu senin oğlun mu? Onu bana uzat.’ dedi. Ânın önemini hissettim ve Nuri’yi ona uzattım. Dalay Lama, Nuri’yi kollarında biraz salladı, kulağına boğuk sesle bazı dualar okudu, sonra başını kaldırıp ‘Tamam, şimdi onu alabilirsin’ dedi.”
New York’ta halef oldum
“Kalbim, görünmez bir kafesteki küçük bir kuş gibi çırpınıp duruyor. Şeyh Muzaffer Efendi el-Halvetî el-Cerrâhî mukaddes bir merasimle beni halifesi yapıyor... Dizlerim şeyhin dizlerine dokunuyor ve sağ elimi sağ elinin içine sıkıca alıyor. Ta Hazret-i Peygamber’in eline kadar hiç kopmadan giden altın eller silsilesine ben de katılıyorum... Efendimin elini öpüyorum ve kurban olma postundan kalkmama yardım ediliyor. Tatlı gözyaşları göz kapaklarımı ıslatıyor. Belki de bunlar İbn-i Arabî’nin bahsettiği ‘iyileşme gözyaşları’dır. Dervişler etrafımı sarıyor ve elimi öperek beni Muzaffer Efendi’nin halifesi olarak bağırlarına basıyorlar. Aralarında Şeyh Tosun Bayrak, Arapça ve Türkçeden İngilizceye çevirileriyle ünlü Muhtar Holland ve İmam Faysal Abdürrauf var.”
Batı’nın İslam’a açılan kapısı tasavvuf
“Şeyh Efendi’nin Sahaflar’daki kitabevine gittim ve Hazret, halifesine ‘Şems’i al, akşam yemeği yiyin ve sonra onu tekkeye getir’ diyor. Safer Baba’yla tekkeye geçtik... New York City’de hâlâ sanat yönetmeni olarak çalışıyor ve tatilim olursa hemen Muzaffer Efendi ile birlikte olmak için İstanbul’a kaçıyordum. Meğer meyvesi İslâm olacak tohumları ekiyormuşum... Muzaffer Efendi’den, hayatımda diğer herhangi bir kimseden çok daha fazla şey öğrendiğimi gördüm. Bu yüzden İslâm’a gönlümü açtım. İslâm’ı şeriattan ziyade tarikat yoluyla buldum. Batı’daki birçok kimse için İslâm’ın kapısı tarikattı.”
Derin bir öğreti ‘gelir ve gideriz’
“Muzaffer Efendi New York’ta ve Tosun Baba’nın Spring Valley’deki tekkesindeydi. Bu, Amerika’ya yaptığı ilk ziyaretti... O gün babamın Boston’daki cenaze töreninden New York’a dönmüş ve yerde oturan dervişlerin arasından Efendi’nin elini öpebilmek için ön tarafa doğru yolu açarak ilerliyordum. O sırada Muzaffer Efendi’nin sesi kulağımın içinde patlıyor: ‘Herkes gelir, herkes gider.’ İlk bakışta zalimâne bir yorum gibi nefsime batıyor. Ama sonra düşündüğümde fark ediyorum ki bu, o sırada mesajı duyacak şekilde kulaklarım açık olduğu için mükemmel zamanlamayla gelen çok derin bir öğretiydi.”
Uludağ’da şeyhe zorlu bir teslimiyet dersi
“Yetmişlerin başı, Uludağ’a Muzaffer Efendim, Safer Baba ve Tosun Baba’yla bir arabada gidiyoruz. Çengellerde koyunların asılı olduğu bir restorana varıyoruz. Bütün bir koyunu yemek zorundaydık. Dört kişiydik ve onca eti yemek çok zordu. Muzaffer Efendi defalarca bitirmemizi söylüyor. Serhalifesi Safer Baba, şikâyetlenen Tosun Baba’ya şöyle diyor: ‘Buradaki imtihanın zorluğu nedir? Eskiden şeyhler, yaptığında ölebileceğin şeyler isterlermiş. Burada, şeyhiniz sadece yemek yemenizi istiyor!’ Bu tam bir ders oluyor bize. Gece karanlığında otele dönüyoruz. Muzaffer Efendi bir dağ çiftliğinin önünde durduruyor ve biraz bal alıyor. Muzaffer Efendi balı gezdiriyor ve hepimiz, tarifi mümkün olmayan o lezzeti tadıyoruz. Ertesi gün arabayla dolaşıyoruz, Muzaffer Efendi arabayı zorlu bir yoldan Uludağ’ın tepesindeki başka bir restorana, şeyhe teslimiyet konusunda bir ders daha vermek üzere yönlendiriyor. O yemek sırasında, arkadaşım ve New York şeyhi olan Tosun Baba kulağıma fısıldıyor: ‘Artık yapamıyorum. Daha fazla yiyemeyeceğim.’ Ben de cevabı fısıldıyorum. ‘Bak, mesele yok. Gerçek bir şeyhse ki öyle, başımıza bir şey gelmez, müteşeyyıh ise ölürüz!’ Seyahatin kalan kısmında bir şey yememek için yalvardık. Büyük yumuşak, sallanan bir et parçası yahut bağırsak diyeyim, Tosun’un tabağına gelip kondu. Ustaca bir hamleyle tabağı çevirip eti savuşturunca Muzaffer Efendi tabağın üstünden ona bakıp soruyor: ‘O parçayı sevmiyorsun demek...’, bir parmak hareketiyle ağzına atıveriyor. O kısmı ben yemek zorunda kalabilirdim, düşüncesiyle ürperiyorum. Ertesi gün şikâyet mırıldanmaları arasında Muzaffer Efendi bizi dev bir Adana kebabı yemek üzere öğle yemeğine götürüyor.”
Hatice hayatıma denge getirdi
“Bob Dylan’ı dinlemeyen ama dua etmesini iyi bilen bir kadınla 68’imde evlendim. O da aynı tarikata müntesipti ve her Ramazan’ın son 10 günü Medine’ye gidiyordu. Uzun zamandır yalnızdım, Kahire’de yaşıyor ve üniversitenin haricinde, çok fazla insan tanımıyordum. O ise gözü pek, şık ve zarif tarz ve tavrıyla korkusuz bir hanımdı ve bu hâliyle de içindeki gizli maneviyatı setrediyordu. Hatice dikkatli ve düzenli bir hayat yaşıyordu, hayatıma bir denge getirdi.”
ROCK STARLAR ve muzaffer efendi
“Seksen Dördüncü Cadde’deki ev, 70’ler boyunca manevi bir feyz merkezi oldu. Pîr Vilâyet Han, New York’a geldiğinde orada kaldı. Swami Atmananda Hindistan’dan gelerek haftalarca kaldı ve sonradan Nuri’nin odası olacak yerde her gün puca yaptı. Kudsi Erguner kör edici bir kar fırtınasının ortasında bir şafak vakti yolunu bulup oraya geldi. Muzaffer Efendi ile Konyalı ve İstanbullu dervişler orada zikretti. John Lennon ve Yoko Ono vejetaryen yemekler yediler ve Jack Nicholson Ellen Burstyn’i, Akademi Ödülü’nü kazandıktan sonra oranın salonunda ziyaret etti. Walter Chappell orada bir müddet yaşadı, ressam ve müzisyenler eve sık sık geldi ve dibi olmayan bardaklardan Türk çayı içtiler. Ev bereketle doldu. Onun çifte tavan penceresinin altında 20 sene yaşadım.”
Pir Han, insanları bana hazırlıyor
“Senelerce Pîr Vilâyet Han’a ve babası Hazret-i İnâyet Han tarafından takdim edilen tasavvuf öğretilerine bağlı kaldım. Pîr Vilâyet, inzivaya çekildiği İsviçre’nin Alpler’inde meditasyon seansları idare ediyordu. Bir keresinde Pîr Vilâyet’i önce Konya’ya Hz. Mevlânâ ile tanıştırmak için, sonra da İstanbul’a Muzaffer Efendi’yi görmesi için götürmüştüm. Muzaffer Efendi ile iyi anlaştılar. Sanki farklı makamların sahipleriydiler. Muzaffer Efendi şöyle derdi: ‘Pîr Vilâyet’i severim; insanları benim için hazırlıyor.”