15 Aralık 2024 Pazar / 14 CemaziyelAhir 1446

Ülkenin duygu tarihi yazılıyor

Sosyolog-yazar Fatma Barbarosoğlu, ilk sayısı yayınlanan Nihayet dergisinin ana çerçevesini anlattı: Duygusunu, duyarlılıklarını yitiren Türkiye gerçeğine ‘duyguların tarihi’ni yazarak şifa sunalım istedik.

HALE KAPLAN ÖZ11 Ocak 2015 Pazar 07:00 - Güncelleme:
Ülkenin duygu tarihi yazılıyor

Yeni yıl ile birlikte yepyeni bir kadın dergisi yayın hayatına başladı: Nihayet. Kadın dergisi denildiğinde aklınıza gelen her şeyi unutun. Bu dergide moda, alışveriş, yemek tarifi, sağlık, güzellik köşeleri yok. Edebiyatla arkadaş, günlük hayat diliyle kardeş olan bu derginin Genel Yayın Yönetmeni sosyolog-yazar Fatma Barbarosoğlu. Kadın Aile, Dergah, İzlenim, Anlayış gibi dergilerin kiminin mutfağında yer alan kimine de yazılarıyla katkı sunan Barbarosoğlu, Nihayet’te meselelerin siyasi değil, ahlaki kısmına talip olduklarını söylüyor.

Nihayet dergi okuru olmadığını düşünen biri için bile keyifle okunabilecek bir yayın. Çünkü okurla alakadar oluyor. Hedef kitlenizi sorarak başlamak istiyorum...

90’lı yıllardan itibaren giderek artan bir hızla sunum odaklı yaşamaya başladık. Aşırı ikram, aşırı düzen, aşırı süsleme çağı... Başta bu tantana herkese iyi geldi. Zevkimizin inceldiği yanılgısıyla iyi geldi. Ama zamanla bu durumun çok yorucu olduğu ortaya çıktı. Kırk çeşit yemek, incikli boncuklu sofra düzeni... Lakin eski sade günlere dönmeyi de kimse göze alamadı. 2014 yılında Türkiye en çok, ev kirası ve dışarıda yemek yemeye harcamış parasını. Evler büyüyor, ama bu büyüyen evler eşyaların. Evlerde misafir bereketi ve oturma odası sohbeti eksik. Dergiyi tasarlarken oturma odası dergisi olarak tasarladık. Hedef kitlemiz oturma odasında oturmayı seven herkes. 17’den 77’ye. Oturma odası paylaşmanın, muhabbet etmenin alanıdır. Odasına gömülen, hayatı ekran bireyselliği içinde yaşayan insanlar bile birkaç dakikalığına oturma odasında bulunmayı sever.

ANA TEMA DİRAYET VE GAYRET

-Galiba en farklı, en sıcak yanı derginin haber dili yerine öykü diline yakın bir dil kullanması. Bunu derginin içinde yer alan öyküleri kastederek söylemiyorum, geneli kapsayan bir atmosfer sözünü ettiğim. Bilinçli bir tercih olduğunu düşünerek soruyorum: Bu dilin okurla bağ kurmadaki avantajı nedir?

Dergiyi okurken fark etmişsinizdir. Temposu, hayat temposu. Hem düğün var hem ölüm. Hem kahkaha var hem gözyaşı. Hikayesiyle bize yaklaşan insanların ortak noktası dirayet ve gayretleri. Eğitimli, eğitimsiz; fakir, zengin; yaşlı, genç bu insanları buluşturan ana tema dirayet ve gayret. Haber dili “haberi” nesneleştirir, uzaklaştırır. Öykü dili yekdil olmayı sağlar. Hikaye, insanı duyguya yaklaştırır. Duygusunu, duyarlılıklarını yitiren, Türkiye gerçeğine ‘duyguların tarihi’ni yazarak şifa sunalım istedik.

-Kadronuzdan bahsetsek... Bu “amatör ruhla yapılmış profesyonel iş”ler hangi ellerden çıkıyor? Ekibi oluştururken nelere dikkat ettiniz?

Evvelinde ve nihayetinde Nazife Şişman’ın elinden geçiyor. Genç bir ekibimiz var. Onların sevdikleri ve sevmedikleri üzerinden yol alıyoruz. Mesela ben dergiyi Müşerref Çolak teyzeyi anlatan ‘Annemden Bana Kalan’ köşesi ile başlatacaktım. Gençler “İlk bununla başlamasın” dedi. Kabul ettik. Kadroyu oluştururken nelere dikkat ettiğimize gelince... Üç yarı zamanlı editörümüz var. Yazmayı, okumayı ve en önemlisi de bizimle çalışmayı bir okul olarak gören gençler. Zaman içinde kadroyu genişleteceğiz. Ancak ilk başta sayının az olmasının birbirimizin dilini daha kolay kavramamızı sağlayacağını düşündük.

HABER, ÖYKÜ, NASİP...

- “Hayatın hızı içinde nasıl şefkatli ve merhametli, etrafına itina ile nazar eden bireyler olabiliriz, sorusuna cevap bulmaya çalışacağız” diyorsunuz. Merhamet en belirgin iz bana göre bu yayında. Parmak sallayan uzmanlarınız yok. Haber kaynağınızı belirlerken hangi kriterlere dikkat ediyorsunuz?

Haber kaynağı ifadesi bizim Nihayet için çok uygun bir kelime değil sanki. Biz kendimizi hayatın sürprizleri için hazır ve nazır tutuyoruz. Hayatın hızı ile uyumlu olması için her şeyin birden olmasını istiyorum. Birisinden bahsediyorlar. Bir durumdan. Hadi onu yazalım diyorum. Ya da benim başımdan geçen bir hal, bu dergi sayfasında çok şık durur diye yazmaya başlıyorum. Böyle durumlar için ‘Nasip’ adını verdiğimiz bir köşemiz var. İlk sayının ‘Nasip’ köşesi şöyle gelişti: Evden çıkmadan evvel internetten Emine Erdoğan’ın, üçüz bebekleri ile fareli bir evde yaşayan genç kadına ev aldığı haberini okudum. Sonra dergiye geldim. Masamın üzerinde kitaplar. Kelebeğe Tapan Adam kitabını aldım. İlk öyküyü okumaya başladım ayaküstü. Fareler çocuklarını ısırmasın diye gece boyu çocuklarının başında nöbet tutan öykünün annesiyle, fareli bir evde bebeklerini büyütmeye çalışan haberdeki anne zihnimde buluştu. Öykünün dünyası duyguyu daha damardan aktardığı için haber ile öyküyü ‘Nasip’ bahsinde eşleştirdim.

- Humoru çok güçlü Nihayet’in. Tebessümle okunabiliyor. Derginin bu yönünü daha da güçlendirecek yazar-çizerler katkı sunacak mı ileriki sayılarda? 

Her şey nasibi ile. Çıktık yola, selam verdik sağa sola. Kim alır selamı, kim düşer ardımıza? Bilmiyorum! Bu bilinmezlik heyecan veriyor. Dergi çıkarken kimseye teklif götürmedik mesela. Twitter’dan dergi çıkaracağız diye bir tweet attım. “Hayırlı olsun, nasıl katkı veririz?” diye soranlara “Yazarak” cevabını verdim. Ama öncelik gençlerin. Bizim tecrübemiz ile gençlerin enerjisini birleştirmek istiyoruz.

KÖŞEMDEN DEĞİL AMA ÖYKÜLERİMDEN ÇALAR

- Dergi henüz çıkmadan rol çalmaya başladı Yeni Şafak Gazetesi’ndeki köşenizden. Bir süredir köşe yazısı yazmıyorsunuz. Ne zaman döneceksiniz? Derginin yayına girmesinin sizin yazın hayatınıza etkisi ne yönde olacak?

İşte en zor kısmı bu. Dergideki ekibim beni köşe yazılarımdan kıskanıyor. “Köşe yazmasanız, her şeyi dergiye yazsanız” diyen editörlerim var mesela. Nazife Şişman “Bir yıl köşe yazmasan ne olur?” diye sorup hemen ardından “Bir şey olmaz, bence yazmayabilirsin” diyor. Kuma durumu söz konusu. İkisini ayrı evlere yerleştirmem gerekiyor. Zamanla bir çaresini bulmayı ümit ediyorum. Nihayet gazetedeki köşemden değil ama öykümden çalar, maalesef bunun farkındayım. Bu yıl bitirmeyi planladığım romanımın bitmesi de hiç mümkün değil tabii. Doçentlik için müracaat edecektim. Bu bahsi de başka bahara ertelemek gerekecek. Şimdi bu durumda “Ben bu kadar fedarkarlık yapıyorum. Sen Nihayet için ne yapacaksın ey okuyucu” deme hakkım doğmuyor mu?