16 Temmuz 2025 Çarşamba / 21 Muharrem 1447

Zahit Kotku Hocamızın sırları bu defterde

Denizlili yetim bir çocukken başarısı fark edilince Mehmet Zahit Kotku’nun yanına verildi. İslam hukuku doktora teziyle ABD’ye davet edildi. Bugün Gaye Vakfı ile genç nesiller yetiştiren Prof. Dr. Cevat Akşit, Zaman Tüneli’nde.

Selim Efe Erdem24 Kasım 2013 Pazar 07:00 - Güncelleme:
Zahit Kotku Hocamızın sırları bu defterde

Prof. Dr. Cevat Akşit, aralarında Necmettin Erbakan’ın da yer aldığı çok sayıda ünlü ismin hocası Mehmet Zahit Kotku’nun icazet verdiği öğrencilerine dair özel notlarını tuttuğu ‘sırlar ile dolu’ defterinin de yer aldığı arşivini STAR pazar’a açtı.

Hiç tanımadığım cami imamının elini öptüm ve ‘Ben buranın müezzini oldum’ dedim. Zahit Hocam ‘Senin terkini bana verdiler’ dedi.

-Baba ocağınızdan başlayacak olursak, 1938 yılında bir medrese aliminin oğlu olarak doğuyorsunuz...

Denizli’deki köyümüz 11’inci asırda kurulmuş ama dedelerim dört asır önce Antalya’dan gelmiş. Padişah fermanıyla buradaki Yatağan Medresesi’nde Antalya’dan Denizli’ye kadar olan bölgenin devlet adamları yetiştiriliyormuş. Ehl-i sünnet, Ahmet Yesevi ekolünden bir dergah. Size göstereyim; şu kitap 400 senelik! Dedem Muhammed Bin İbrahim’in kitabı. Kitabı yazmaya diğer dedelerim Ali Şakir Bin Muhammed ve Mehmed Said devam etmiş. Mahmut Mesut dedemden sonra babam (Şakir Ali Efendi) ve ben geliyoruz.

-Bulduğunuz kitaplarda kimlerin eserleri var?

413 kitaplı kütüphane kuruyoruz. İçlerinde bin yaşını aşkın Buhari (Muhammed ibn İsmail el Buhari, 810-869, Semerkant) kitabı var. El yazması ve dünyada tek nüsha. Matematik, astronomi, hatta belediyecilik alanında eserler var. Hatta sosyolojik araştırmalar için de muazzam malzeme var. Örneğin bir molla bir kıza aşık olmuş ve kitabın arasına şiir, notlar yazmış... Buhari’nin kitabının yanı sıra 850 sene önce Belgrad’da yazılmış eserler var. O tarihte buraya nasıl geldiler, bilmiyorum.

OĞLUM HAKKINI YEDİM AMA ELİMDE DEĞİLDİ!

-Bir alim çocuğu olarak nasıl bir dini eğitim aldınız?

Babam ben dört yaşımdayken vefat etti. Bazı sahneleri hatırlıyorum ona dair. Hasta yatağındayken yanına gitmek istediğimde annem ‘Bak, Mustafa geliyor’ dedi. Babamın yanıtı ‘Benim duam ona yeter, halim yok, sen al’ oldu. Babamın bu duasının bereketini hayatım boyuncu elle tutar gibi gördüm, hep bana kapanan kapıları açtı. Babam İstanbul’da Ömer Hoca’yla (Ömer Nasuhi Bilmen, 1882-1971,5’inci Diyanet İşleri Başkanı) 15 yıl birlikte kalmış, aynı hocadan (Fatih Camii müderrisi Tokatlı Şakir Efendi) eğitim almışlar. Babam icazetiyle Diyanet İşleri Başkanı olabilirdi. Ama dedemin ‘Devlet memuru olursanız hakkımı helal etmem’ sözü nedeniyle olmamış. Babam ben dört yaşında ölünce, amcam annemle (Havva Hanım) anlaşarak ‘Ben bunu okutup hoca yapayım’ demiş. Amcamın yedi kızı vardı, ben de babamı bilmiyorum. İki sene onun yanında okudum. İlkokul sonrası Isparta İmam Hatip Okulu’na gittim. Babam iki evlilik yapmış, diğer evliliğinden dört çocuk olmuş ama ikisi ölmüş, annemden dokuz çocuk olmuş ve ikisi ölmüş. Ben yedinci ve son numarayım. Babam 60 yaşındayken doğmuşum, evin kralıymışım. Çünkü kendisinin öleceğini ve benim yetim kalacağımı biliyor... Fıtık acısı dinsin diye kaynatıp içirdikleri ot zehirli çıkmış, organlarını çürütmüş.

-Isparta’dan İstanbul’a nasıl geldiniz?

Isparta’dan sonra İstanbul Yüksek İslam Enstitüsü’ne (İYİE) yazılmak istedim ama müdür (Gündüz Akbıyık, 1960, Enstitü’nün ilk müdürü) ‘Bu küçük çocuk burada anlatılanları idrak edemez’ diyerek kabul etmedi. Ben o  zaman körpe bir çocuğum, öğrenciler benden belki 10 yaş büyük vaiz, hafız, mevlidhan. Okulun hocaları ise Ömer ve Celaleddin Hocalar (Ömer Nasuhi Bilmen, dönemin fıkıh ve kelam hocası. Mahmut Celalettin Ökten,dönemin tevhid ve kelam hocası) gibi muhteşem isimler. Ama bir gün müdür izinliyken müdür yardımcıları gizlice beni kaydetti. Ben bıyıkları terlememiş körpe bir çocuğum! Bana ilk sahip çıkan, biyoloji hocası bir bayan hoca oldu. Öğretmenler odasında benden bahsetmiş, Matematik ve Fransızca hocası da ‘Bizim derslerimizden de hep on alıyor’ deyince adım duyuldu. Yoksa kimse ‘Merhaba’ bile demiyordu.

-Sınıf arkadaşlarınız arasında kimler vardı?

Tayyar Altıkulaç (13.Diyanet İşleri Başkanı ve 29 Mayıs Üniversitesi Mütevelli Heyeti Başkanı), Bekir Topaloğlu (Prof. Dr., Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi’nde İnceleme Kurulu Başkanı), İsmail Karaçam (Prof. Dr.) Mehmet Sarı (Eski İYİE Müdür Yardımcısı)...

-Bu kadro, dersler ve okul dışında neler yapardı?

Sınıftakiler mevlidhan. Trençkotları var hatta foter giyiyor, zengin... Benim paltom yok, fakirim. Çapa’daki İlm Yayma Yurdu’na yerleştirdiler beni, o sırada kimse ‘hoş geldin’ bile demedi. Ama derslerim iyi olunca, ‘Fransızca ve matematik öğreteceğim’ diyerek ‘Beraber kalalım’ demeye başladılar. Ben de Burdurlu hemşehrim diye Karaçam’ı seçtim. Fatih Müftülüğü’nün açtığı müezzin imtihanında Nazif Şahinoğlu (Prof. Dr.) birinci, İhsan Toksarı (Prof. Dr., AP milletvekili) ikinci, ben üçüncü oldum. Üçüncü müezzine verilen lojman Fatih Camii’ndeydi. İstanbul’daki tek kaloriferli lojman! Bir Kur’an okuyorsun para da geliyor. Mevlithanlar üşüştü ‘biz oraya geleceğiz’ diye. Mütfü (Fatih Müftüsü Kamil Küçük) beni ‘Hak senin oğlum ama çok baskı var vekillerden’ diye uyardı. Amcazadem Baha Akşit, Adnan Menderes’in başkan vekiliydi. ‘Hak seninse olur mu öyle şey?’ dedi ama oldu ve ben açıkta kaldım. Müftü beni çağırdı ve ‘Oğlum hakkını yedim ama elimde değildi. İyi bir yer çıkana kadar Zeyrek yokuşundaki bir camide kalırsın’ dedi. Bir ikindi namazı vakti gittim, hiç tanımadığım cami hocasının elini öptüm ve ‘Buranın müezzini oldum’ dedim. Hiç bilmiyorum o sırada ve Mehmet Zahit Kotku Efendi (1897-1980, Nakşibendi şeyhi) tuttu elimi ve ‘Sağda solda dolaşma, senin terkini bana verdiler’ dedi. Dedelerim ona söylemiş, dedelerim büyük alimlerdi. Beni bırakmadı. Camide bir odada kalıyorduk. Yemeğimi, çamaşırımı o veriyordu. Onun oğlu, benim de baba yoktu, baba-oğul gibi olduk.

-Sizi nasıl bir eğitimden geçirdi?

Beni o yetiştirdi. Ben tabii baba terbiyesi görmediğim için sadece ders çalışırdım. Arabasına beni de alır, her akşam gittiği yere beni de götürürdü, görgü edineyim diye. Götürdüğü yerlerde Erbakanlar (Prof. Dr. Necmettin Erbakan, eski Başbakan), Kutanlar (Mehmet Recai Kutan, eski bakan, eski SP Genel Başkanı), komutanlar, hakimler, profesörler olurdu. Oturup kalkmasını öğrendik, evin oğlu gibi oldum, çayını bizzat ben verirdim. Menderes döneminde Aksaray bölgesinde yapılacak yıkımlar nedeniyle onu İskenderpaşa’ya naklettiler. Ben o sırada müezzinken oraya imam oldum. İskenderpaşa’ya ilk bir yıl ısınamadı ve evinde kalmaya devam etti.

-Hep tartışılır, Mehmet Zahit Kotku ‘kime el verdi’ diye...

Şimdi tabii, bazı şeyler söylenmez.

-Yapmayın, bunlar tarihi bilgiler...

Dedikodu olur. Başkasına karışmıyorum ama icazetim var. Buyurun (Zahit Kotku’nun icazet defterinde) ismim yazar ‘Denizli civarından’ diye başlayarak.Bu da onun özel notları. Zahit Efendi’nin özel notları, sırlar burada...

-Sırlar...

Şöyle diyeyim. Tasavvuf mecburi değildir ve herkes de alınmaz, kabiliyetliler ve başarılı olanlar terfi ettirilir. Terfi yollarından biri de halvettir: 40 gün aç, susuz bırakırlar. Bir de kafa işi bu; sadece aç kalmakla olmaz. Orada, bu onun defteri. Çok kişi girmiş, halvete... 

-Halvete girenler hakkında ne yazmış...

O sır dedim ya. Göstereyim sana. Sıra sıra, görüyor musun?

HEEEYT BE! SEN DE KİMSİN!

-Bu kadar özel notları sizde olduğuna göre, kime el verdiğini de biliyorsunuz...

Ben hiç ortaya çıkmadım! Mehmet Ali Birand peşime çok düştü. Kaçtım ondan. Bunlar önemli değil, önemli olan İslam’a hizmet. Elhamdülillah iki fakülte bitirdik, dünyayı dolaştık ve şimdi hizmet ediyoruz. Ben sandığın kadar kıymetli bir adam değilim. Boşver! Burada (Zahit Kotku’nun icazet defterinde) gelenlerin notları var. Bunu herkes bilmez.

-Ama siz biliyorsunuz.

Biliyorum tabii. Ben orada (havlette) imtihanı dedelerimin sayesinde kazandım. İzmir’de avukat ve İslam Enstitüsü hocasıyken halvete çağırdılar. Sabahları çorba ve 21 üzüm tanesi verip çok çetin imtihanlara soktular. Profesörler, mühendisler, avukatlar varken içeri bir çoban giriyor ‘Çekil lan’ diyor. Bir gün birkaç dakika erken gittim diye çoban bana olmadık hakaretler etti. Ertesi gün de geç gittim diye... Tam ‘Eeeeeh’ diyecektim ki rahmetli Sait dedem (gözümün önüne) geldi ve benim jeton düştü. ‘Tamam efendim’ dedim. Beni bıraktı, içerde oturan bölge müdürü çok çalışkan bir mühendis arkadaşa gidip ‘Kalk oradan’ dedi. Adamın tahsili bile yok, müdüre kalk diyor. ‘Peki efendim’ diyerek kalkıp başka bir yere oturdu. Bu defa ‘Niye oraya oturdun?’ diye çıkıştı. Müdür yine ‘Peki efendim’ diyerek başka yere gidecek oldu ama arkasından ‘Niye oraya gittin?’ diye bağırdı.

-Sınanıyor...

Sabır sınanıyor ama müdür bu defa ‘Heeeyt be sen de kimsin!’ dedi ve icazeti kaybetti. Açık söyleyeyim, dedemi görmeseydim ben de alamayacaktım. Allah rahmet eylesin, beni insan eden hocamdır. Çok çalışkandım: Hem İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde hem Yüksek İslam Enstitüsü’nde okuyordum, aynı zamanda imamlık yapıyor ve Fransız Konsolosluğu kursuna gidiyordum.

12 eylül sürgününde 14 sene kürek çektim

-Bir akademisyen olarak hızlı bir yükseliş sürecinden sonra, Sakarya’dan Edirne’ye adeta ‘sürgüne’ gönderilmeniz dikkat çekiyor. Sakarya’da ne yaşandı?

Ben Sakarya Üniversitesi’nde ticaret hukuku doçentiydim. Dönemin Sakarya Müftüsü İsmail Öner, kabul etmememe rağmen ‘Akşit sen güzel konuşuyorsun, camide vaaz ver’ dedi ve vali direktifiyle de bu göreve başlattı. Cami değil caddeler dolunca beni Sıkıyönetim’e şikayet etmişler. Yıl 1981. Oramiral Kayacan’a (Ali Fahir Kayacan, eski Deniz Kuvvetleri Komutanı ve 12 Eylül dönemi Sıkıyönetim Komutanı) şikayet gitmiş. Hemen polis takmış peşimize. Bir gün vaaz sonrası birisi geldi, ‘Hocam sizinle konuşmak istiyoruz’ dedi. Baktım dört kişi daha geldi, hepsi polis. ‘Sizi seviyoruz. Sizi izlerken sigarayı bıraktık, namaza başladık ama görevliyiz. Ne olur sınırı aşmayın’ dediler. Bir gün savcı çağırdı ve ‘Ben hakkında takipsizlik kararı verdim ama dosyanın fotokopisini çektim. Oku ve dostunu düşmanını tanı’ dedi. Dosyaya bir baktım... ‘Atatürk ve Cumhuriyet düşmanı, şeriatçı, ırkçı’ ihbarı yapılmış. Şikayeti yapanlar, konuşmamı dinlemeye gelen farklı cemaatlerden çocukların idarecileri. Yine de Edirne’ye sürüldüm ama paşa telefon ederek özür diledi. ‘Yanılmışım, esas seni şikayet edenler aradığım adamlarmış ama emrimi geri almam, orada kal’ dedi. Suçum yok ama 14 sene kürek çektik orada.