25 Nisan 2024 Perşembe / 17 Sevval 1445

Zavallı bir zengin kızıydın

Aristokrat bir ailenin ‘Batıcı’ kızı olarak yetiştirildi. Çocukluğunda bakıcılarından, Türkçe’den önce Almanca’yı öğrendi. Okul ve gençlik yılları ateist ve nihilist bir yazar olarak, 20’li yaşları Yeşilçam emekçisi, 30 yaşından 60 yaşına kadar hayatıysa şizofreni tedavisiyle geçti. Ayşe Şasa, arayışla geçen bir ömrün ardından saadeti tasavvufla bulduğunu söylüyor.

Zaman Tüneli / Selim Efe Erdem / [email protected]1 Ocak 1900 Pazartesi 07:00 - Güncelleme:
Zavallı bir zengin kızıydın
ŞİLE, Ankara, Sivas, Ankara... Anlaşılsın diye soyadının baş harflerini o kadar çok kodlamıştı ki artık bu şehirlerle arasında özdeşlik kurmuştu! Baba Avni Şasa’nın babası Orman Genel Müdürü Bekir Bey Çerkes, annesi Mihriban Hanım’sa kökü Halid bin Velid’e uzandığı rivayet edilen Bedihan Aşireti’ndendi. Kerbela Şehitleri arasında geçen Ebu Şasa’nın da aynı soydan olması muhtemel. Kafkas göçmeni olan anne Melike Hanım Mehmet Muzaffer Paşa’nın torunu ve ilk başbakanlardan Rauf Orbay’ın yeğeni. Ayşe Şasa, 1941 yılında Amerikan Hastanesi’nde gözlerini böyle bir ailenin çocuğu olarak açtı.

GAYRETTEPE’DE MİSTİK BİR EV

Söyleşimizi 1970’den beri oturduğu Gayrettepe’deki evinde yapıyoruz. Eve adım atar atmaz mistik havasını tenefüs ediyorsunuz. Raflar yıllanmış kitaplar, duvarlar hat sanatının ince eserleriyle doluyken, koltuklar Rauf Bey’den miras. Hani Bir Ruh Macerası kitabında anlattığı solculuk numaraları yapıp “Dayıcığım, ben Karl Marx okuyorum” dediğinde gülerek “İyi yapıyorsun. Ama Lenin’i de okumalısın” yanıtını verebilen, ona hep sevgi ve şefkatle yaklaşan, bilgisiyle şaşırtan büyük dayısı. Başbakanlık da yapan ancak ‘gericilik’le suçlandığı için sonrasında zor yıllar geçiren Rauf Bey’i son gördüğünde ‘Ayşe Hanım Ayşe Hanım, biliyor musunuz annemle babamı çok özledim’”sözlerini işitebilecekti.

HAKİKATİN PEŞİNDEYİM

Biz soruyu yöneltmeden Ayşe Şasa ilk yanıtı veriyor: ”Gençliğim boyunca hakikatin peşindeydim. Sonra hastalandım. Büyük psikotik acılar yaşadım. Bu dönemde keşfettiğim İslam tasavvufu bana sonsuz şifa verdi. Engin saadet getirdi. Aradığımın kat ve kat fazlasını İslam’da, tasavvufta buldum. Huzur, sükun, neşe, hakikat. Allah’ı inkar halinde olduğum gençlik yıllarımda yakıcı bir yalnızlık içindeydim. İnanca ulaştıktan sonra bu tümden değişti. Peygamberimiz “Gir ümmetime gir cennetime” diyor. Bunun ne kadar gerçek olduğunu da gördüm. Tanıştığım güzel Müslümanlar ve Allah dostları benim cennetim oldu. “

PSİKOZ KOLAY AŞILMIYOR


Şasa’yı kendi deyimiyle ‘İslamiyet ile tanışma öncesini’ hafızasından silmiş gibi buluyoruz. Söze “Vallahi evet” diyerek başlıyor: “Tasavvuf adamları geçmiş ile çok fazla meşgul olmaz. İbn Arabi Hazretleri Anadolu’ya geliş yolunda, yeni risalelerini bulunduğu şehirde bırakarak geçermiş diğer şehre. ‘Onları toplasan’ diyenlere ‘Geçmiş geçmişte kaldı’ yanıtını verirmiş. Şimdiki hayat tarzımda bu tasavvufun etkisiyle çok fazla, geçmiş ve gelecek çok fazla yok. Olmamasına çalışıyorum, yok değil. Her insan geçmişi ve geleceği düşünür. Ama ben bir disiplin olarak bunun olmamasına çalışıyorum. Zaten yaşadığım ağır hastalığın acıları ve endişeleri, tahribatı, tasavvuf yoluna girmemle esrarengiz şekilde üzerimden kalktı. Tüm acı hatıralar silindi. Bu zikir ve ibadetle oldu. Yoksa, psikoz kolayca aşılan bir şey değil.”

ANA DİLİNDEN ÖNCE DADI DİLİ


Peki ama ne olmuştu da geçmişini silmiş ve dine yönelmişti? Unutmaya çalıştığı acılar neydi? Cevabı biraz da konuşmak istemediği çocukluk, gençlik yıllarında saklıydı. Avni Bey, modern bir evlilikte kadının yemek yapmak ve annelik gibi geleneksel rolleriyle değil hayat arkadaşlığıyla öne çıkmaması düşüncesindeydi. İlk çocukları Ayşe için daha önce Arnavut Kralı Zogo’nun oğlunu yetiştirmesiyle övünen Nazi Almanyası’ndan gelen Yahudi Schwester Kate’i, sonra da Barbara’yı dadı olarak tutmuştu. O yüzden ana dilinden önce dadı dili Almanca’yı öğrenmişti.Yıllar sonra karşılaştığı dadı Kate çocukluğu için “Zavallı bir zengin kızıydın” diyecekti. Aristokrat ve zengin geçmiş, insana her zaman rahat ve huzur getirir mi? Şasa, çocukluğuna ilişkin anılarını neredeyse hiç konuşmuyor. Çünkü o yılları aklından sildiğini, bu konuların kitaplarında yeterince anulattığını ve isteyenin buradan okuyabileceğini düşünüyor.

YAŞIMDAN BÜYÜK BİR ÇOCUKTUM

Arnavutköy Kız Lisesi’nde ve Robert Koleji’nde okumuştu. “Çocuk Ayşe’yi nasıl hatırlıyorsunuz?” sorusuna “Yaşından büyük şeyler düşünen, problemli” yanıtını veriyor. Henüz altı yaşlarında düşünmeye, sorgulamaya başlamıştı. Sonrasındaysa Virginia Woolf, Albert Camus, Jean-Paul Sartre’lı, nihilist ve sosyalist yıllar: “O zamanki Robert Koleji yani Boğaziçi Üniversitesi İdari Bilimler Bölümü’ne iki sene devam ettim. Aritmatiğe hiç kabiliyetim yok. Sıkıntı çekince bırakıp sinemaya geçtim. Yani üniversiteyle, okullarla ilgili sevimli hayalim yok. Güzel hayatım İslami camiayla tanıştıktan sonra başlıyor.”

TANRITANIMAZ GENÇLİK YILLARI

Ateist ve sosyolist bir genç olan, ünlü filmlere senaryo yazan Ayşe Şasa, nasıl olmuştu da başını örtmüş ve tasavvufa yönelmişti? Herşey lise yıllarından başlıyor aslında. İlk oyununu da henüz lise yıllarında yazmıştı: Yaşadığımız Odalar... Bu oyun yazarların ilgisini çekmiş ve Cevat Çapan’ın Umutlu İlk Adım yazısına konu olmuş, Kemal Tahir’in “Maskaralık yaptığın sürece seni alkışlarlar, ciddi bir şey yaptığında kimse suratına bakmaz, yolunu ona göre seç” uyarısına muhatap olmuştu. Biraz da sorunlu çocukluk dönemine tepki için Atilla Tokatlı ile yaptığı evlilik bir buçuk yıl sürecekti. Bu süreçte ‘geçim derdi’ ile Vitali Hakko’nun kumaş atölyesinde boya işleri yaparken sağlığını da kaybedecekti. Kolejden arkadaşı Suna Kıraç da evine ziyaretine gelecek, parasız kaldığı dönemde borç da verecekti.

Mehduh Ün’e Shakespeare’in Hırçın Kız uyarlamasını kabul ettirip parasını aldığında dünyalar onun olacak, sinemaya geçiş başlayacaktı. Atıf Yılmaz’la ise hem meslektaş hem de evli olmanın sorunlarını yaşamıştı. Yeşilçam’da Son Kuşlar, Ah Güzel İstanbul, Utanç ve Gramofon Avrat gibi ölümsüz eserlere imza atmış ama geçirdiği rahatsız onu sinemadan uzaklaştırmıştı. “Hala burada evin içinde” dediği Bülent Oran’sa onu hiç yalnız bırakmayacak, 18 yıl sürecek tedavi sürecinde hep yanında olacaktı. Mazhar Osman’ın bazı hastaları namazla tedavi ettiğini duyunca şaşıracak, İsmet Özel’in namaz kılışını görünce önce namaz kılmaya başlayacak ardından başını örtecekti.

MÜCADELEM ÖLÜM KORKUSUYLA

Şasa, ateizm ve sosyalizmle dolu gençlik yıllarından ibadetle geçen bugünlerine uzanan hayatını, arayış ve saadeti buluşla açıklıyor: “Ben 30-60 yaş arasında çok ağır bir dönem yaşadım. Net olarak 18 yıl tedavi gördüm. İngiltere’deki çok iyi bir uzman şu teşhisi koydu: A tipik şizofren. Yakıcı korkular, psikoz denilen şey. Ben o kadar çok çektim ki artık hüzün ve acıyı reddediyorum. Bende çocukluğumdan getirdiğim müthiş bir ölüm korkusu vardı. Karanlıkta yalnız kaldım herhalde. Ve hayatımın en büyük mücadelesi bundan kurtulmaya çalışmaktı. Tasavvufla yendim. Zikri, Allah dostlarıyla olmayı severim. Onların dizinin dibine oturup, huzurunda olmak cennet... Bir sürü senaryo yazdım, bugün gözümde değerli olan şeyler değiller. Asıl söylemek istediğim şeyler onlar değil. Kitaplarımı seviyorum. Senaryoya kırk kişinin eli karışır. Sizden bir şey ya kalır ya da kalmaz, kalırsa da çarpıtılmış halde kalır. Ama kitaplarınızda kendi dünyanızla birebir başbaşa kalıyorsunuz. Ben saadeti arayan bir insanım. İslam saadettir. Bugünkü hayatımda huzur ve sükun var, çok şükür.”

Geçmişi sildim, heybemi boşalttım

ZAMAN Tüneli’nin bu haftaki konuğu Ayşe Şasa, roman ve senaryolarıyla edebiyat ve sinema dünyasında ses getiren eserlere imza attı. Son Kuşlar, Ah Güzel İstanbul, Utanç, Arkadaşım Şeytan, Yedi Kocalı Hürmüz, Gramofon Avrat, Delilik Ülkesinden Notlar, Yeşilçam Günlüğü, Şebek gibi... En az bu eserleri kadar on yıllarca süren şizofreni rahatsızlığı ve mücadelesi, dostlukları, Bülent Oran’la örnek evliliği, solculuk ve ateizmle geçen bir dönemin ardından başını örterek dine ve tasavvufa yönelişiyle de konuşuldu. Acılarla geçen hayatın ardından bugün huzur ve saadeti bulduğunu anlatan Ayşe Şasa ”Psikozdan kurtulmamda ilaç tedavisinin etkisi büyük. Ancak namaz ve dua en büyük desteğim oldu” diyor. Şasa, tasavvufa yönelirken heybesindeki herşeyi boşaltarak peşin hükümlü olmadan: geçmişi silip zikirle de acılarından kurtulduğunu vurguluyor.

Babam tenis, kayak ve denizle çok ilgiliydi

AYŞE Şasa, çocukluk yıllarından itibaren çeşitli spor dalları ve müzik eğitimi aldı. Bunda babası Avni Bey’in etkisi büyüktü. Şasa, babasının spora ilgisi için “Yenilikçi olarak tabir edilebilen biriydi. Yabancılardan gelen bir merakla tenise, deniz sporlarına ilgisi vardı. Çocukluğunda Feneryolu’nda İngiliz aileler varmış. Gençlik ideali bu sporlara imkan sağlayacak hayata kavuşmakmış” diyor.

Koçlarla birlikte ölümden döndük

İSTANBUL’un varlıklı aileleri arasında yer alan Şasa ve Koç aileleri, bir yat satışı sırasında ölümden dönmüştü: “Vehbi Koç, babamın kotrasını almak istiyordu. Vehbi Bey, hanımı, iki küçük kızıyla kotraya bindik. Sert hava nedeniyle Büyükada’ya gidildi. Dönüşte çatır çatır yirmi iki metrelik direk kırıldı, tüm yelkenleriyle teknenin üzerine indi. Mucize eseri kimseye bir şey olmadı.”