Ya sıcak gündemleri bir sosyoloji ve kültür değirmeninden süzerek yazılarımı kurguluyorum ya da salt toplumsal zemin üzerinden inşa etmeye çalışıyorum. Bu meyanda, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın son tahlilde sarf ettiği sözler üzerinden bir disiplin okuması yapmaya niyetlendim.
Peki, geçmişin yapı taşlarıyla bugünün konuşmaları arasında doğrudan bir bağ kurmak mümkün mü?
Cevap: Evet. Fazlasıyla.
Bir zamanlar Marakeş'te emirler Aristo'yu tartışırken, batıdaki soylular (!) imzalarını atacak kadar bile okuma yazma bilmiyordu. Kurtuba'nın yıldızlı gecelerinde yetişen bilim adamları, Paris'in kanalizasyonu bile olmayan sokaklarına ışık oluyordu.
O günlerden bugünlere çok şey değişti. Ama bir şey hep aynı kaldı. Medeniyet hafızası olan milletler, söylemleriyle geleceği şekillendirmeye devam ediyor.
Erdoğan'ın retoriği de bu anlamda sadece politik bir dil değil; bir medeniyet anlatısıdır.
"Eğer bağımsızlık istiyorsan...
Eğer özgürlük istiyorsan...
Eğer bu topraklar üzerinde şerefinle, namusunla, izzetinle yaşamak istiyorsan...
Eğer ekonomik refah istiyorsan, eğer bolluk, bereket, dirlik istiyorsan...
Eğer huzur istiyorsan...
Cenge her zaman hazır olacaksın."
Düşünün ki 11. yüzyılda Bağdat'ta kurulan Nizamiye Medreseleri, batıda üniversite modelinin temelini attı. Bugün ise Oxford mezunu diplomatların önünde "Acaba kadınların çalışması caiz mi?" sorusunu tartışıyoruz.
Bir zamanlar model olan, şimdi artık model arıyor.
Arafat'ta inşa edilen bir toplumsal sözleşmenin, Davos ve Bilderberg'te fantezilere dönüşmesini ibretle izliyoruz.
Müslüman toplumlarda tarih boyunca üç değer en üstte tutulmuştur: Şeref, izzet, namus.
Bu kavramlar yalnızca bireysel değil; sosyolojik düzenin sigortalarıdır.
İslam toplumlarında izzet, Allah'tan gelir; şeref, ümmetten; namus aileden doğar. Batı bu kavramları sekülerleştirerek anlamlarını yitirmiştir.
Erdoğan'ın kullandığı kavramlar (izzet, cenk, şeref, namus), siyasî söylemden çok medeniyet çatışmalarına göndermedir.
İran-İsrail çatışması da bir enerji kavgası yerine; medeniyet kodlarının çatışması değil midir?
Organize terör çetesi İsrail, seküler batının ileri karakolu; İran ise Şiî eksende, ama İslami bir medeniyet iddiasının bölgesel aktörü.
İran-İsrail savaşı, aslında bir akıl savaşıdır. Bir medeniyetin susup, diğerinin konuşmasını istemesidir.
"Cenge hazır ol!" söylemi, aslında Filistin-Gazze konusunda pasif kalan, sosyal medyada dua edip ekran karşısında çaresizce izleyen ümmete bir tokattır.
Bu uyarı, sadece organize terör çetesi İsrail'in İran'ı havadan vurduğunda değil; Gazze yerle bir edilirken de sessiz kalmaman gerektiğini hatırlatır.
Bu ifade, yalnızca askerî bir savaşa değil; medya savaşına, kültür savaşına, ekonomi savaşına da işaret eder.
Bu çağrı, toplumu bir "refah kitlesi" değil, bir "direniş milleti" olarak tanımlar.
Bu çağrı, Osmanlı'dan miras kalan "asker millet" kodlarını güncellemekte ve sürekli bir seferberlik bilinciyle zihinleri ayakta tutmaya çalışmaktır.
"Bağımsızlık" dediğimiz şeyin yalnızca diplomatik bir duruş değil, medeniyet namusu olduğunun uyarısıdır.
Benzer şekilde "özgürlük" kelimesi de batıdaki bireyci özgürlük anlayışından ayrılır. Bu topraklarda özgürlük, milletin kolektif varlığını sürdürebilmesiyle eşdeğerdir.
Ve şeref, izzet, namus...
Bunlar bir siyasal bildirinin değil, bir medeniyetin kurucu değerlerinin kelimeleridir.
Erdoğan'ın hitap ettiği sosyolojik taban, bu kelimelere yalnızca bireysel anlamlar yüklemez/yükleyemez/yüklememelidir!
Çünkü hedefteki millet, aileden ümmete, mahalleden devlete kadar uzanan bir şeref düzeni içinde yaşamıştır/yaşamalıdır.
Medeniyet, bir organizma gibidir. Onun ruhu dini, aklı düşüncesi, bedeni coğrafyasıdır. Haritalar, bu bedenin derisidir. Derinizi kestiğinizde kanar; haritaları böldüğünüzde millet parçalanır.
Bu yüzden Erdoğan'ın sözleri, sadece Türkiye'nin değil, ümmetin manifestosudur, bir medeniyet psikolojisinin kod çözümüdür.
Erdoğan'ın hitap ettiği millet; bir seçmen topluluğu değil, bir medeniyetin nöbetçileridir.
Cenge hazır mısın?