19 Nisan 2024 Cuma / 11 Sevval 1445

Avukat Özlem Zengin: Muhalefet sürekli bizi doğruluyor

Zengin: Tek adamlık geliyor, Meclis kapanacak, dediler ama bakın Türkiye tarihinde ilk defa altı cumhurbaşkanı adayı var. Yüz bin imza Türkiye için büyük bir imkan. Bu kadar renkli ve demokratik ortamda seçime giden başka ülke yok.

FADİME ÖZKAN21 Mayıs 2018 Pazartesi 07:00 - Güncelleme:
Avukat Özlem Zengin: Muhalefet sürekli bizi doğruluyor

Seçim tarihi yaklaştıkça yeni sistemle ilgili bazı polemikler yaşanıyor, bazı spekülatif söylemler dillendiriliyor. Bunları konuşalım isterim size. Mesela deniyor ki “Cumhurbaşkanı hükümet sistemi istikrarı garanti altına alacaktı, Evetciler bunu savunuyordu. Ama şimdi cumhurbaşkanının partisi Meclis’te çoğunluğu oluşturamazsa sistem kilitlenecek, istikrar olmayacak”. Bu olasılık anayasa referandumundan önce düşünülmüş müydü? Durumu mümkün, böylesi bir tedirginliği makul bulur musunuz?

Sistem kurulurken başından itibaren içinde olan birisi olarak gelinen süreci ne tedirginlik verici, ne korkunç, ne de sürpriz buluyorum. Bence bu, yeni sisteme parlamenter sistemin gözüyle bakmayla alakalı, sanal bir kaygı… Yeni sistem doğası gereği böyle bir şeyi içinde barındırıyor. Yani aslında içinde zorluluklar barındırıyor. Ama buradan geçildiği takdirde de hem parlamento, hem hükümet için kolaylıklar barındırıyor. En önemlisi de Türkiye için çok ama çok önemli iyilikler barındırıyor. Şimdi o yüzden ben bu sisteme şuan olması gereken gözüyle bakmayı tercih ediyorum. İkisi arasında bir kıyaslamayı doğru bulmuyorum. Çünkü seçim yaptık. Seçimi yaparken de anlattık. Hayırcılar “her şey aynı kalsın” dedi, evet diyenler de, bizler de yeni yapıyı anlattık. Yeni sistem bir defa beraberinde Türkiye için gerçek manada işleyen bir demokrasiyi getiriyor.

SEÇMENİN SEÇİM HAKKI ARTTI

Ne manada?

Demokratik açıdan en önemli özelliği; iki tane sandık koyuyor ve seçmene diyor ki “cumhurbaşkanını bu sandıkta, parlamentoyu da diğer sandıkta seç”. Burada seçmeni ikna etmesi gerekenler oy isteyenler. Yani cumhurbaşkanı olacak olan şuanda iki tane asıl ana aks var. “Ben cumhurbaşkanı olmak istiyorum” diyen ittifak ekipleri, daha güçlü bir hükumet etme hali için seçmeni ikna etmek durumunda. Daha güçlü parlamento olursa kendisinin de bu konuda daha verimli olacağına dair seçmeni ikna etmesi gerekiyor. Şunu anlatmak istiyorum. Şimdi sistem çok daha demokratik bir sisteme doğru geçiyor. Bu sistem içerisinde insanlara anlatacağımız konular, cevaplayacağımız sorularda bir artış var. Daha çok konuda ikna etmemiz gerekiyor insanları. O yüzden ikna sürecinde iki ayrı kanal var. Hem cumhurbaşkanlığı için ikna etmek gerekiyor hem parlamento için. Bu ikisi arasında paralellik olduğunda, çok daha güçlü bir hükümet tablosu ortaya çıkıyor. Aynı zamanda daha güçlü bir parlamento da çıkıyor karşımıza. Seçmenin iki seçim hakkı olması, evet seçime giren adaylar için işi daha zorlaştırıyor ama Türkiye'nin hayrına da olan bir şey.

AK PARTİ VE ERDOĞAN KENDİ KONFORLARINI BOZDU

Dolayısıyla bu durum, sistem kurgulanırken istenen bir şeydi, öyle mi?

 

Evet, biz bu sistemi kurgularken de, yaparken de hepsinin farkındaydık. AK Parti, aslında Sayın Cumhurbaşkanımız kendi kolay kazanma halini bırakıp çıtayı yukarı taşımış oldu. Yüzde 30-40 ile alabileceği bir çıtayı bilerek yüzde 50+1'e taşımış oldu. Hem de tek bir sandık için değil, iki sandık için de bir zorluğa tabii olmuş oldu.

GÜÇLÜ HÜKÜMET, GÜÇLÜ MECLİS

Bunun Türkiye'ye nasıl bir faydası olacak?

Bir kere çok güçlü, muktedir bir hükümet karşımıza çıkacak. Ama hükumetin de işi zorlaşıyor. Çünkü cumhurbaşkanı olan kişi hükümetin yüzü ve hem hükumeti yönetmek hem parlamentodaki dengeleri gözetmek durumunda. Bu, Türkiye için şuana kadar belki çok tartıştığımız bir sürü meselede kolaylık sağlayacak. Daha çok farklı fikrin Meclis’e taşınmasını ve hükümet edilirken o farklı fikirlerle uzlaşı içinde yola devam etmeyi sağlayacak. Sistemin doğası bunu barındırıyor zaten.

SİSTEM KİLİTLENİRSE SEÇİME GİTMEK SON ÇIKIŞTIR

Peki, Cumhurbaşkanının partisi Meclis’te çoğunluğu sağlayamazsa ve sistem kilitlenirse ne olacak?

Farklılıklar yönetilebildiği noktaya kadar devam edecek ama yönetilemediği noktada -ki bu bence gelinecek son noktadır- Meclis’e de Cumhurbaşkanına da kendi süresini yakmak pahasına seçime gitme imkanı verecek. Bu bir nefes alma halidir. Eğer ihtiyaç duyulursa. Ama elbette ki bu, bütün son çıkışlar gibi en son çıkış olarak düşünülecek. Meclisteki aritmetiği, seçimleri görmeden şimdiden bir kaos havası oluşturmak yeni sisteme parlamenter sistem gözlüğüyle bakmanın bir tezahürü.

SONRAKİ SEÇİMLERDE İTTİFAKLAR DOĞALLAŞACAK

Yeni sisteme ilişkin bir acemilik de var galiba?

Türkiye ilk defa bunu uygulayacak. İlk defa uygulandığı için mesela şu andaki bu ittifaklar, bir araya gelişler bir sonraki seçimde çok tabii olarak olacak. Türkiye'nin siyasal hayatı, siyasi partilere dair yaklaşımlar tamamen değişecek. Siyasi partiler bir tarafta güç olmaya devam edecek ama onun dışında sivil toplumdan gelen başka isimlerin de öne çıkabileceği, aday olabileceği başka bir siyasal alan oluşacak Türkiye siyasetinde.

CUMHUR İTTİFAKI 15 TEMMUZ’DA KURULDU

Diğer polemik şu: Hani hükümet Meclis içinden çıkmayacağı, hükümetin başını halk seçeceği için koalisyonlar olmayacaktı? Bakın koalisyonlar seçimden önce oluşuyor bile, ittifak yasasını çıkartan da AK Parti, deniyor?

Bir defa şunu ayırmamız lazım: 15 Temmuz ile beraber Türkiye’de her şey bambaşka bir noktaya geldi. 15 Temmuz’da toplumda bir koalisyon, bir birliktelik kendiliğinden oluştu. Bütün siyasi partiler, herkes o gün itibariyle darbeye karşı durdu. Ama o günden itibaren tavır alışlarla alakalı farklı yollar ortaya çıktı ve bu ana ayrılışlar AK Parti'yi ve MHP'yi toplumun tabanında bir araya getirdi. Devamında Türkiye için birlikte ne yapabiliriz sorusu sorulurken Cumhurbaşkanlığı hükumet sisteminin en iyisi olduğuna iki parti birlikte karar verdi. O birliktelik neticesinde bu yollar beraber yüründü. Önce Mecliste anayasa değişikliği oluşturuldu, daha sonra referanduma gidildi ve devamında da uygulamaya dair ittifakla alakalı değişiklikler gündeme geldi. Bunlar da pat diye olan şeyler değil. Yaşadığımız olaylarla birlikte toplumda birlikte inşa ettiğimiz şeylerin hukuki, siyasi yüzü. Ama asıl inşa toplumda, tabanda oldu. Bu bir araya geliş de konjonktürle ilgili değil. Tabanda meselelere dair bu yaklaşım iki siyasi partiyi çok daha derin bir şekilde yan yana getirdi. Tabii çok doğal olarak bir grup siyasetçi de kendisini bu tavrın karşısında konumlayarak siyasi bir hareket inşa etti.

ESKİ KOALİSYANLAR GİBİ DEĞİL

Devamında da şunu söylememiz lazım. Bugün kurulan ittifakları parlamenter sistemde var olan o eski koalisyonlar gibi değerlendirmek her şeyden evvel bu topluma haksızlık olur. Toplumumuz insanımız kendi bekası için çözüm ararken bu yolu bulmuş oldu. Devamında gelinen şey, efendim sen ne alacaksın ben ne alacağım gibi bir pazarlığın tezahürü olmadı. “Beraber geleceğimiz için ne yapabiliriz” sorusunun cevabını ararken bulduk bu yolu. O yüzden alıştığımız manadaki bir koalisyonlarla uzaktan yakından alakası yok. Bu, tabanda bir fikri ittifak, tabanda çözüm arayışında bir ittifak. Birlikte hareket etme hali. Ama iki parti de ayrı iki siyasi parti. Temel meselelerde aynı ama muhakkak ki siyasi parti olarak kendini farklı konumlandırma, kendini muhafaza etmek gayretleri var. İttifakla ilgili yapılan yasalarda bunu görüyoruz zaten. Bir araya gelen siyasi partiler oy pusulalarında yan yana duracaklar ama çatıda hepsine aynı oyu basmıyoruz. Seçmene “sen bir partiyi tercih et ama bu parti nihayetinde bir çatının altında” diyoruz. Bu çatı altında iki ayrı yoldan bahsediyoruz. O yüzden bunun klasik manada bir koalisyon olduğunu asla söyleyemeyiz. Bu, Türkiye'nin geleceğine dair bir fikri ittifak. Karşı taraf da bir başka ittifakın içerisinde. Bu da asla bir sürpriz değil. Zaten yola çıkış noktası bu, doğal şekilde oluşan birliktelik bizi buraya taşıdı.

İTTİFAKLAR SEÇİME KADAR

Sandık için aynı çatı altında toplanan partiler Meclis’e girdikten sonra birbirlerinden bağımsız hareket etme özgürlüğüne sahip olacak, değil mi?

Tabii ki. Hatta seçim kampanyaları da öyle. Muhtemelen birbirlerini yanlışlamayacak,  birbirlerine karşı söylemleri olmayacak ama kendi özlerini muhafaza ederek her parti kendi sandığına çalışacak ama totalde birlikteliğe, bir ittifaka çalışmış olacak. Her bir oy önce bana, ama günün sonunda ittifaka olacak. Cumhurbaşkanlığı ile alakalı sandıkta zaten siyasi parti amblemi yok. Sadece isimler var. Nitekim AK Parti ve MHP birlikte bir aday önermiş oldular.

İKİ FİKRİ AKIM SİSTEMİ

Türkiye'ye epeyce bir zamandır iki partili bir sisteme doğru gidiyordu, bu anlaşılıyordu. 7 Haziran bunun en net göründüğü seçim oldu sanırım. Ondan bu yana da hep iki blok halinde hareket ediyor siyasi partiler. Bu gidişat Türkiye'ye bir anlamda iki partili sistemi mi getirecek?

İki parti diyemem ama iki fikri akım diyebilirim. Kişi değil fikri ekol bence öne çıkıyor.

ABD’deki Cumhuriyetçiler ve Demokratlar gibi mi?

Evet. Türkiye siyasetine yaklaşım konusunda iki ana ekol, iki yol oluşuyor bence. Hatta bu iki ana yol içerisinde bence bir süre için birden fazla siyasi parti olmaya devam edecek ama daha sonrasında bence bu sistemi doğru anlayanlar ve milletin sisteme yüklediği anlamı doğru kavrayan siyasi partiler yollarına devam edecekler.  Görebildiğim kadarıyla Türkiye'de siyaset iki aks üzerinden akmaya devam edecek evet.

SİYASİ MÜNAFIK NE DEMEKTİR?

Sayın Cumhurbaşkanın, Cumhurbaşkanlığı seçiminde Erdoğan’a, Mecliste başka partilere oy verenlere “siyasi münafık” dediği yönünde bir eleştiri var? Münafıklık hali midir farklı tercihlerde bulunmak?

Muhalefet kampanyanın altına sürekli odun koymaya çalışıyor ama başka bir şey söylemeye çalıştı kanaatimce Sayın Cumhurbaşkanımız. Bir defa muhalefetteki siyasi partiler kazanmak üzerine bir hesap yapmıyorlar, bütün hesapları kaybetmek üzerine. Bu söylemde de bir Cumhurbaşkanı seçim sandığında kaybedilmişliğin kabulü var; “Diğer sandıklarda kazanma ihtimalimiz de zayıf ama yeni sistemin getirdiği bazı imkanları tersinden kullanarak Türkiye demokrasisini kilitlemek, daha zorlaştırmak adına burayı işlersek acaba daha güçlü bir şey elde edebilir miyiz?” Yine kaybettirmek üzerinden kazanırmış gibi yapma halinin çalışıldığını görüyoruz.

Bence Cumhurbaşkanımız şunu ifade etti, ben öyle anlıyorum bu ifadeden: Siz cumhurbaşkanlığında ittifaka, Sayın Cumhurbaşkanımız Erdoğan’a oy verdiğiniz zaman diğer sandıkta bununla tamamen tezat bir seçim yaptığınızda bu oyunuzu sıfırlıyorsunuz aslında. Söylenen bu. Eğer asli iradeniz burasıysa bu iradenizle bu kadar çelişemez. Bu varsa -kedi ciğer gibi- burası olamaz.

MUHALEFET KARŞIT KİTLENİN İRADESİNİ FESADE UĞRATMA DERDİNDE

Çünkü oy verdiğiniz kişinin bir partisi var aynı zamanda?

Aynı zamanda iki partinin de adayı. O ifadeyi kullanırken söylemek istediği bu tezatlık. Bir şey varken yok olamaz, eğer varsa bir iraden, burada da devam etmeli. Bunun anlaşılması için daha güçlü bir ifade kullanmayı tercih etti Sayın Cumhurbaşkanımız. Türkiye demokrasisi için çok önemli olacak bu açılım konusunda muhalefet kasıtlı olarak sandığın birine konsantre ve orada da hedef kitlesi kendi seçmeni değil farkındaysanız. Hedef kitlesi yine AK Parti’ye MHP’ye oy veren kitle. Kendi karşıt kitlesini hedefliyor. Onların iradesini fesada uğratmaya çalışıyor. Cumhurbaşkanımızın söylediği tanım da iradenin fesada uğrama halidir zaten.

İKİNCİ TUR İHTİMALİ SIFIR

Gül projesi çöktükten, daha doğrusu Gül’ün dediği gibi geniş bir mutabakat oluşmadıktan sonra Muhalefet iki hedef seçti. Bir, Meclis çoğunluğunu AK Parti’ye vermemek, parçalı bir Meclis aritmetiği çıkartarak Erdoğan’ı çalışamaz kılmak. İki, seçimleri ikinci tura bıraktırmak ve yüklenmek. Öngörünüz ne?

Şahsi görüşüm böyle bir ihtimal yok. İşin matematiğini de yaparak baktığımda seçimin ikinci tura kalma ihtimali sıfır. Bu kadar seçim yaşadım, AK Parti’de başından itibaren her seçiminde çalıştım. 7 Haziran'daki süreçte de o tabloya bakan birisi olarak söylüyorum bunu.

Bizim konsantre olduğumuz mesele elimizden geldiğince Cumhurbaşkanı seçim sandığında oyumuzu yükseltmek ama aynı zamanda parlamentoda da mümkün olduğunca daha çok milletvekili alarak var olmaya gayret etmek. Ben bu konuda bir tereddüt görmüyorum ama şu var. Bu süreçle ilgili, tabii ki insanımız bize sorular soracak, kaygıları olacak, hepsini cevaplayacak tüketeceğiz.

MUHALEFET SÜREKLİ BİZİ DOĞRULUYOR

Muhalefetin taktikleri hakkında ne düşünüyorsunuz?

Çok zayıf iddialar olarak görüyorum. Yeni bir model gelmiş, bu yeni model için Türkiye biz ne diyorsak doğruluyor, aslında muhalefetin varlığı bizi doğruluyor. Şu an muhalefetin içinde bulunduğu tavır yeni anayasayla alakalı gayret gösteren bizlerin bütün tezlerini doğruluyor. Dediler ki “Türkiye’de demokrasi rafa kalkıyor”. “Tek adamlık sistemi geliyor” hatta “padişahlık geliyor”, “Meclisin kapısına kilit vuracaklar.”

Fakat bakın Türkiye tarihinde ilk defa altı cumhurbaşkanı adayı var. Bunlardan üçü siyasi partilerin adayı, üçü yüz bin imza ile geldi. Yüz bin imza Türkiye için çok büyük bir şans, gelecekte gençler için, kadınlar için, siyaset dışı aktörler için, sivil toplum örgütleri için çok büyük bir şans. Evet, az değil ama asla çok değil yüz bin imza. Hatırlarsınız, Türkiye’de bunun uygulanmayacağına, nasıl olacağına dair de bir sürü düşünce vardı. İşte görüyorsunuz, çok demokratik bir şekilde hayata geçti. Üstelik adaylardan biri de -Türkiye gerçek manada bir hukuk devletidir- halen tutuklu ama ona rağmen cumhurbaşkanı adayı.

Dünyayı da takip etmeye çalışan biri olarak bakıyorum, bu kadar renkli ve demokratik bir ortamda seçime giden bir başka tablo hatırlamıyorum. Kampanyalar da hareketli. Ve muhalefetin tezlerinin hepsi bizim “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sisteminin Türkiye için çok daha iyi olacak” tezlerimizi doğruluyor. Muhalefetin şu an içinde bulunduğu tutum fiilen teyit ediyor bu fikriyatı.

GÜL PROJESİ TUTMADI ZİRA LİDERLİK İÇİN İKİ AKIMA İHTİYAÇ VAR

Abdullah Gül etrafında şekillenen proje kendi adaylarının Erdoğan karşısında şansı olmayacağı ön görüsüne dayanıyordu. Çatı çatılamadan dağıldı. Gül projesi ya da alternatif çatı aday neden olmadı sizce? Olmayan neydi?

Liderlik zor bir iş... İstanbul Boğazı için söylenir, iki yönlü akım vardır denir, dip akıntı ve üst akıntı. Lider olabilmeniz için iki tip akıntınız olmalı. Biri, liderlik için kendinizin siyasi bir gücünüz, birikiminiz, siyasi sermayeniz olmalı, belli bir dozda olmalı. Diğeri de bu sermaye ile örtüşen, tabandan gelen bir akım olmalı. İkisi örtüştüğü zamandan itibaren güçlü bir liderlik ve güçlü bir siyasal hareket ortaya çıkıyor. Sadece isim kâfi değil, isim olacak, o isimle beraber, o ismin etrafında koşan insanlar olacak ve bunu işleyen örgütsel bir yapınız olacak.

BAZI ADAYLARDA LİDERLİK HİÇ YOK, TABANDA DA TALEP YOK

Böyle bakıldığında bir noksanlık var. Bazısında mesela liderlik hiç yok, tabanda da talep yok. Benim gördüğüm CHP tabanı “ben kendi adamımı görmek istiyorum” diyor. Ben de bunu çok akıllıca görüyorum, seçilsin seçilmesin. Senelerce siyasette çalıştım, teşkilatın öz güveni çok yüksektir. Teşkilat zaten bu işin hamallığına talip, yola çıktığı zaman der ki ‘benim adamım olsun, ölümüne çalışayım, görelim bakalım ne yapacağız”. Muhalefet liderlikte değil zayıflık, hiçlik hali var. Tabanlar kendi liderlerini kendi ekip arkadaşlarını görmek istiyor. Kendi fikriyatı için koşsun emek versin. Buna inanmadan nasıl anlatacaksın, inanç birlikteliği olması lazım. Bunlar bir araya gelmeyince ister içerden ister dışarıdan akımlarla örgütlenmiş şeyler gerçek, tabii olmadığı için netice vermiyor. AK Parti MHP ittifakında dediğim şeyler var, önce tabanda birliktelik var. Liderle bir örtüşme var ve bunu beraber işleyecek örgüt yapısı var. Olduğu için de hayat buluyor.

Ama diğer tarafta dediğim şeyler olmadığı için, netice bulmuyor, bulması da gerçekten zor. O yüzden şahsen tabanın dinlenmesini anlamlı buluyorum. Tabanı dinlemek ve ona liderlik yaparak bir hareket inşa etmek. Türkiye muhalefeti bunu başarabilirse yerli ve milli bir muhalefetimiz olacak. Umarım olur.

KARŞI İTTİFAK, ERDOĞAN KAYBETSİN İTTİFAKI

Türkiye ilk kez yeni sisteme göre seçime gidiyor. Ve iki ittifak oluştu. Bir yanda 15 Temmuz merkezinde şekillenen Cumhur İttifakı var. Karşısında da karşı olmak paydasında buluşan Millet İttifakı. Önümüzdeki dönemler için birbirine daha yaklaşan, yakışan, uzlaşan bir kaynaşma olur mu karşı ittifakta, bir fikri birliktelik ve siyasi bir hareket çıkar mı yoksa eklektik hal sürer mi?

Şu haliyle yapay bir birliktelik var ama son seçimler iktidardan ziyade muhalefetteki tüm partileri dönüştürdü. Dönüşmeye zorladı. Bu seçimin neticesinde öyle zannediyorum ismi geçen partiler ya yaşamaya devam edecek ya da bir tür kimlik değiştirerek yoluna devam edebilecek. Şu an ki halleriyle yola devam etmeleri zor gözüküyor. O açıdan sorunuzun cevabını seçimden sonra daha iyi görebiliriz. Ama bu haliyle görünen o ki, en önemli motivasyonları Tayyip Erdoğan kaybetsin diye yan yana gelmiş olmaları. Yaklaşımları fevkalade farklı partiler.

HDP KUDÜS BİLDİRİSİNE İMZA BİLE KOYAMADI

Yaklaşımı bambaşka olan HDP yok ama o ittifakta?

Toplumdan büyük itiraz gelmeyecek olsa, buna dair ufacık bir ümit olsa HDP’yi de alırlardı ama itirazın çok geniş olduğu çukur eylemlerindeki, 7 Haziran 1 Kasım arasındaki süreçte HDP’nin tavrını gördükten sonra geri durdular. Bunun için uzağa gitmeye gerek yok. Filistin ile alakalı kalbinde bir gram merhamet olan insanların hangi dine mensup olursa olsun göz yaşı döktüklerine şahit olduk. Bakıyorsun HDP Meclis’ten çıkan bildirinin altına imza koymadı, diğer siyasi partiler AK Parti, MHP, CHP ortak bir bildiri yayımladı. HDP’nin imzası niye yok? Amerika var diye yok. Amerika’ya karşı söz söyleyemediği için yok. Böyle olunca bir araya gelememiş oldular.

Ben şunu gördüm siyasette, sadece bir karşıtlık üzerinden siyasal hareketi yaşatamazsın, onu sulayacak bir fikriyata ihtiyaç var. Seçim için yaptıkları birlikteliği ben dereyi geçmek için planlanan bir şey gibi görüyorum. Devamında başka formülasyonlar deneyebilirler belki ama bu haliyle yaşamasını çok zor. Dönüştürecek ama bu seçim muhalefeti.

DEMİRTAŞ KAMPANYASINI MAĞDURİYET ÜZERİNE KURACAKTIR

HDP’nin adayı olan Selahattin Demirtaş tutuklu. Partisi salıverilmesini istiyor. Akşener, Karamanoğlu, Muharrem İnce de salıverilsin diyor. Hukukçu bir siyasetçi olarak soruyorum size; bir yanda tutukluluğunu gerektiren bir durum var, öte yanda demokratik bir hak. Seçilmesi halinde ne olacak o ayrı konu ama sırf aday oldu diye tutuklunun salıverilmesi ayrıcalık talebi midir, bu nasıl bir siyasettir?

Hukuken tutukluluk Cumhurbaşkanı adayı olmasına engel değil, süreç ile alakalı hepimizin bireysel manada kanaatleri olabilir ama bu konuya dair kararı yargı verecek. Bildiğim kadarı ile Yüksek Seçim Kurulu’na bir başvuruları oldu. Çok yakın takip etmedim ama öyle okudum. İçeride kampanya yapmayı kendi lehlerine görerek mağduriyeti işleyecekleri kanaatindeyim. Sorunun cevabını yargı kısa zamanda verecektir.

BÖLGEDE İNSANLAR PKK BASKISINDAN KURTULDU

Kürtler ne yapacak sorusu var bir de. Malum bölgede iki parti var. HDP’nin oyunun erimediği görülüyor, 8-9 baraj sınırında. AK Parti’ye oy vermiş Kürtler ise suskun, Afrin operasyonu nasıl etkiler, farklı yorumlayanlar var. Beklentiniz ne?

 

Ben bölgeye çokça gidip geliyorum, üniversitelere gidip geldim son iki yıl içerisinde. Tabloyu şöyle. HDP’ye oy veren seçmen sadece Kürtler değil, sadece bölgede yaşayanlar değil. Batıda yaşayan pek çok insan da HDP’e oy verdi. Türkiye’nin Batısında yaşayarak HDP’ye oy verenler, meseleye daha hissi bakıyor. Ama bölgedeki insan çok hayati bakıyor. Ülkenin Batısı için konu daha teorik. Ama bölge insanı için bu hayati bir mevzu. Bu hayati mevzu, çukur eylemlerinden sonra Hükümetin icraatları insanların hayatını çok rahatlattı.

HDP kabul etsin etmesin devam eden yargılama süreçleri de bunu gösteriyor. HDP’nin seçim kazandığı, özellikle yerel yönetimlerin olduğu yerlerde PKK’nın müthiş bir baskısı vardı, onların talimatları doğrultusunda işleyen bir sistem vardı. Kayyumlarla beraber bölgede devletin bunlara artık müsaade etmemesiyle beraber insanların gündelik hayatı çok rahatladı. Şehirde de bu böyle, ama özellikle kırsalda inanılmaz bir rahatlama var. Oy kullanırken insanlarımızın tepelerine çöküyorlardı. Bu tabiri bilerek kullanıyorum, kendi iradesi ile oy kullanmasına müsaade etmiyorlardı. Hangi aile nereye oy veriyor, takip edildiği için baskı altındalardı. Kendisi malı mülkü, çoluk çocuğu kaçırılan, zorla parası alınan, tehdit edilen aileler vardı. Özellikle AK Parti’yi aleni destekleyen ailelere karşı evini yakmak, iş yerini yakmak, tehdit etmek vardı, öldürdüler teşkilatımızdan başkan yardımcılarını.

Bu baskı şimdi çok hafifledi. Bölgedeki insanlar çok memnun, o yüzden genel yaklaşım içerisinde nasıl tavır alınacak diye baktığımızda ben bölgedeki insanlarımızın geçmişte AK Partiye oy verenlerin oy vermeye devam edeceğini hatta bu kampanyanın çok aleni parçası olacağını ama belki diğer taraftan bu işleri devam edenlerin de devam edeceğini düşünüyorum.

AKŞENER HDP’DEN OY ALABİLMEK İÇİN DEMİRTAŞ AÇIKLAMASI YAPTI

Ya ülkenin batısındakiler?

Batıya geldiğimizde 7 Haziran’da HDP’yi yükselten hissiyat, Erdoğan’a karşıtlıktı, Meclise bir parti girerse kaybettirebiliriz hissiyatıydı. Bu mantık içinde HDP’yi destekleyen, fikri bir şey olarak görenler için oy verme halinin devam edeceğini düşünüyorum. Meral Akşener’in HDP ile alakalı çıkışı da Batıda bu manada oyunu HDP’ye veren seçmeni hedefliyor. Yeri geldiğinde CHP’ye, yeri geldiğinde MHP’ye oy veren bir kitle var biliyorsunuz. Onların bir kısmı Haziran seçimlerinde HDP’ye oy verdi. Bu kesimi hedeflediği için Akşener’in, Demirtaş ile alakalı bir çıkış yaptığı kanaatindeyim. Ortak bir pota değiller, farklı yaklaşımlar var.

İNCE’NİN İDDİASI KÜLLİYEN YALAN

Muharrem İnce dedi ki “Beni Amerikalılar aradı ve Türkiye’nin Fetullah Gülen’i ABD’den usulüne uygun şekilde istemediğini söylediler” dedi. İddiayı nasıl değerlendirirsiniz?

Bu külliyen yalan, çok net söyleyeceğim. Yalan kelimesini çok kullanan birisi değilim ama bu yalan. Çünkü Adalet Bakanlığımızın çok önemli bir birimi var, uluslararası hukuk ile alakalı bütün çalışmaların yapıldığı bir birim. Birimin hazırladığı dosyaları biz gördük zaten. Bu dosyalarda Fetullah Gülen de dahil olmak üzere birden fazla farklı konu üzerinden iade talepleri var. Hatta Gülen ile alakalı iade talebi süreci 15 Temmuz’dan önce başladı, ve bal gibi de usulüne uygun olarak. İade süreci sadece Adalet Bakanlığı üzerinden yürüyen bir süreç değildir. Daha karma bir sistem var. İade süreçleri, aslında siyasi süreçlerdir. Siz iade talebinizi, Adalet Bakanlığı bütün hazırlıklarını yapıyor ama Dışişleri Bakanlığı üzerinden yapıyorsunuz. O ülkenin Dışişleri Bakanlığı’na, onlar Adalet Bakanlığı’na… Böyle bir dairesel hareket içerisinde takip ediliyor. Gülen dahil olmak üzere ABD’ye, İngiltere’ye, Almanya’ya kaçan bütün firari terör örgütü mensupları ile ilgili uluslararası hukuka uygun olarak bütün talepler yapılmış durumda. Kaldı ki o süreçten sonra Cumhurbaşkanımız iki defa Amerika’ya gitti. Seyahatlerin tamamının ana gündem maddesi budur. Hatta son Washington ziyaretimizde Türkiye ekranlarında görmediğimiz kadar kanlı görüntülerle hazırlanmış görüntüler vardı ki, görsünler darbede resmin ne olduğunu diye.

Ama o kadar toplantıya gittik geldik, her seferinde aynı soru; ne olacak bu FETÖ mağdurlarının hali. Dışarıdan gelen soru böyle. O yüzden muhalefetin sorusunu tuhaf buluyorum. Muhalefetin de sorusu bu: ‘Ne olacak bu FETÖ’cülerin hali’. Asıl soru bu değil ki, FETÖ’cülerin mağdur ettiği insanlar. Ne olacak öldürdüğü insanlar, kalbine hançer soktuğu Türkiye ne olacak? Asıl mesele bu. Muhalefetin dediği dışarının bize sorduğu şeyler.

FETÖ İLE MÜCADELEDE KİMSE ERDOĞAN’IN ELİNE SU DÖKEMEZ

Kim aramış olabilir İnce’yi?

Amerika’da yaşayan birini kastediyor olabilir. Cevabını Muharrem İnce vermeli. Cumhurbaşkanı adayı olmak feci derecede ciddi bir iştir. Bilmiyorum Muharrem İnce farkında mı? Bu kadar ciddi bir meselede Türkiye’nin en hayati konusu olan FETÖ konusunda eğer bir iddianız varsa, sizi biri aramışsa, arayanın adını, saatini dakikasını, kim olduğunu söylersiniz. FETÖ ile mücadele konusunda kimse kusura bakmasın, Tayyip Erdoğan’ın eline su dökemez. Onlar kol kola yürüdüğü günlerde Sayın Cumhurbaşkanımız kendini paralıyordu. Cumhurbaşkanımız olmasaydı bu FETÖ meselesinden çıkmak neredeyse imkansız. Bunu böyle görmek lazım.

Bir de tabii bu kadar hayati ve mücadele ettiğiniz bir alanda ölümü göze almışsınız, darbe gecesi sizin hayatınıza kast edilmiş, çoluğunuza çocuğunuza torununuza kast edilmiş. Bunu eleştirip kahramanlık taslamaya çalışıyorsunuz. O gece orada yoksunuz, lideriniz yok, televizyondan seyretmişsiniz, mitinge gelmek için bile bin bir naz yapmışsınız, 20 Temmuz darbesi diye bir şey uydurmuşsunuz… Türkiye neden olağan üstü hal ilan etti? OHAL ilanının sebebi FETÖ’cülerle gerçek manada hukuken, hızlı mücadele etmek. Adını Adalet Yürüyüşü koyduğunuz yürüyüşte bile motivasyonunuz Türkiye’yi hançerleyen bu adamlara nefes aldırmak. Bu açıdan bakınca da bu iddiayı çok ciddiyetsiz buluyorum.

FETÖ TEMİZLİĞİNDE İNCE ELEK SAFHASIYIZ

TSK’dan hala onlarca muvazzaf subay tutuklanıyor, bu nedenle. Emniyet sürekli operasyon düzenliyor. Sivil bürokrasiden sanki hiç ayıklama yok. FETÖ ile mücadeleyi yanlış mı yapıyoruz?

Yanlış değil ama bu uzun vadeli bir iş çünkü bu örgüt Türkiye’nin daha evvel gördüğü örgütlere benzemiyor. Çok katmanlı bir örgüt yapısı var, örgüt yapısı içinde hücreler var, birbirini tanıyanlar var, tanımayanlar var. Örgütün en ağa babaları şu anda bizim kriter olarak koyduğumuz bir sürü şey hiç hayatına değmiyor. Kendisini kat kat bohçalara sarmış durumda. Her birini açman gerekiyor. Türkiye bunlardan kurtulmak için önce kriterler belirledi. En üst elekteki kriterler, üsttekini görmek için. Şimdi ince elek safhasına geçiliyor. İlki halburdu, halburdan geçti. Şimdi ince elek zamanı. Kırk yılda hayatınıza sirayet etmiş, bu kadar kendini iç içe perdelemiş, böyle kurgulanmış bir yapıyla Türkiye’nin uzun zamana yayılmış, inceltilmiş bir ayıklama sürecini devam ettirmesi gerekiyor. Yanlış yapmıyoruz, çözüyoruz. Problem çözüyoruz.

Eklemek istediğiniz bir şey var mı?

Türkiye’de seçim atmosferi var. Ramazan geldi, ilk defa bu kadar kısa zamanda kampanya yapacağız. Az bir zaman var gibi. Bence bu zamanı Ramazanın havasına uygun olarak daha sakin, merhametli, birbirini değersizleştirmeden muhatabını anlamaya çalışıp rekabet ederek, hakkıyla kazanma gayretinde olarak birinci öncelik kazanmak olacak şekilde seçim kampanyası kurgulansın istiyorum. Bu manada bu kampanyanın keyifli daha hafif eğlenceli, tebessüm ettiren tarafları olsun. Böyle bir duam olsun bu ramazan günü.