BAŞBAKAN YARDIMCISI BEŞİR ATALAY İLE YENİ SÜRECİ KONUŞTUK
PKK şiddetini sonlandırmak için alanda yürütülen silahlı mücadeleye paralel olarak son günlerde müzakere sürecinin yeniden başlaması ihtimali belirdi. Öcalan İmralı’dan “Örgütün son saldırıları sorumsuzca. Sorunu ben çözerim, görev bekliyorum” mesajları gönderirken Kandil’den “Son sözü o söyler” açıklamaları geliyor.
Müzakereler geçmişte hiçbir şey olmamış, büyük bir güven bunalımı yaşanmamış gibi yeniden başlayabilir mi?
Başlarsa nasıl başlar, kiminle hangi zeminde, hangi çerçevede yürütülür?
Oslo’dan farklı olarak Öcalan tek muhatap mı olacak?
Oslo’da ne oldu, masayı kim neden devirdi?
Geçen yıl 14 Temmuz’da Silvan’da askerleri şehit ederek, peşi sıra şiddeti artırıp Oslo görüşmelerini kamuoyuna sızdırarak çözüm ihtimaline çok büyük zarar veren, bu tahribatı yapan kim ya da kimlerdi?
Hükümet bu yeni süreçte ne yapmayı planlıyor?
Adı “Barış ve Kardeşlik Projesi” olarak konulan ama kamuoyunun “demokratik açılım” yahut “Kürt açılımı” diye bildiği sürecin başlatıcısı ve yürütücüsü, eski İçişleri Bakanı, Başbakan yardımcısı Prof. Dr. Beşir Atalay ile konuştuk. Prof. Atalay Terörle Mücadele Yüksek Kurulu Başkanlığı’nı da yürütüyor.
Müzakerelerin başlaması ve kalıcı çözüm arayışı için yeniden bir hava değişikliği oldu son zamanlarda. Ancak bu defa Oslo sürecinden farklı olarak Kandil devre dışı bırakılacak gibi. Genel havaya ve yapılan açıklamalara bakarsak tek muhatap Öcalan gibi... Ancak Oslo sürecinde de görülmüştü ki örgüt Öcalan’ın altını boşaltıyor, sözünü boşa çıkarıyor ya da tahrif ediyor. Öcalan da bu durumun farkında olduğunu bir kardeş görüşmesinde ifade etmişti. Zaten bir yılı aşkın bir süredir de avukatlarıyla görüşmüyor. Örgütün kendi içinde parçalanmış ve farklı odakların etkisine girmiş olması da cabası. Bu durumda soru şu: Öcalan örgüte ne kadar hakim?
Somut veriler istiyorsunuz. Bu konularda olay cereyan etmeden somutluğu öğrenmek kolay değildir. Tabiatı böyle bu konuların. Şöyle ifade edeyim: Her şeyden önce konunun terörle olan boyutunu ele almak, vatandaşların hak ve hukukunu korumak, bölgenin kalkınmasını sağlamak ve tarihi süreç içerisinde Kürt meselesi, tüm bunlar önümüzdeki en temel konulardan birisi olmaya devam ediyor. Türkiye’nin hangi önemli sorunu varsa o bizim de temel konularımızdan biridir, öyle olması da gerekir. Böyle kronik sorunlarda bizim genel yaklaşımımız sorunu kökten çözmek. Bu meselede de tavrımız bu. Bugüne dek bu meselede kalıcı çözüm için ne riskler aldığımız, demokratikleşme için ne adımlar attığımız herkesçe biliniyor. Biz durmaksızın bu konuya çalışıyoruz, özellikle son zamanlarda konu üzerinde bir heyet olarak daha da ileri çalışıyoruz. Başbakanımızın da katılımı oluyor zaman zaman. 30 Eylül Kongremizi hem Türkiye’nin parlak geleceğiyle hem de demokratikleşmesinde atılacak adımlarla ilgili çok önemli bir kilometre taşı olarak görüyoruz. Bu konuda da son zamanlarda zemin oluşturma bakımından medyada yaptığımız değerlendirmelerimiz var. Farklı politikalarla yürüyeceğiz bu konuda. GEÇMİŞTE YAPTIK, YİNE YAPARIZ Neler olacak o farklı politikalar? Bütün kapsamı içinde bakmak lazım bunlara. Tekrar görüşmeler olabilir. Biz Türkiye’nin meselelerinin çözülmesi için atılması gereken adımlar varsa en ileri adımları atarız. Geçmişte nasıl yaptık. Bütün muhalefetin istismarına rağmen yaptık, yine yaparız. Yeter ki Türkiye sorunlarını çözsün, yeter ki can kaybı olmasın, yeter ki kardeşlik sürsün. Şu an somut bir görüşme var mı? Şu anda bu manada somut görüşmeler yok fakat bu konularda değişik yerlerde verilen mesajlar var. Terörist başlarının açıklamaları oluyor. Tabi o açıklamalar da bizler için önemli. İstihbarat bilgilerimiz var. Gelen bilgileri değerlendiriyor, analiz ediyoruz. ÖCALAN’IN AÇIKLAMALARI TUTARSIZ Mesaj verenlerin başında “örgütün son saldırırları sorumsuzca” diyerek hem örgüte ayar veren hem devlete görüşmek için doğru adres benim diyen Öcalan geliyor. Ama İmralı’nın örgüte güvensizliği var hayli zamandır. Talimatlarının boşa çıkarıldığı örnekler olmuştu? Şimdi bakın, ne PKK’nın, ne İmralı’nın, ne bugün bu işin siyasetini yapanların, Kürt vatandaşlarının daha kalkınmış, refah içinde yaşaması meselesiyle alakası yok, müthiş bir dağınıklık var. Bu meseleleri biz düşünüyor çalışıyoruz. Vatandaşlarımız daha fazla hak ve hukuka sahip olsun diye. Bir zamanlar devletin yaptığı yanlışlar var. Bu vatandaşlar ana dilinde konuşamaz ana dilinde müzik yapamaz olmuşlardı. Şimdi devlet nereye geldi, artık devlet diyor ki ana dilini istiyorsan ben öğreteceğim. Talep edildiği için değil, programımızda bunlar var. Biz Türkiye’yi gerçek bir çoğulcu yapıya kavuşturmak istiyoruz. Bu, çok önemli. Bölge vatandaşının güveninin sebebi de budur. Onun içindir ki bu meseleyi ancak Tayyip Erdoğan çözer diyorlar. Bahsettiğiniz açıklamanın zıddı pek çok tutarsız açıklamaları da var İmralı’nın. Biz bunları da biliyoruz. 14 Temmuz 2011’de Silvan’da başlayan süreci de biliyoruz. Türkiye adeta umuda çıkıyordu. Büyük bir seçim olmuş, AK Parti yüzde 50 oyla çıkmış, önümüzde yeni anayasa gündemi olmuş. Müthiş bir gelecek bekliyorduk. Ama ondan sonra terör gelişti. TERÖR ÖRGÜTÜ PERİŞANLIK İÇİNDE Ne oldu da Oslo bitti, terör başladı? Bunun niyelerini de, İmralı’nın hangi mesajları verdiğini de biliyoruz. Onun için zamanı gelince insanlar çok farklı mesajlar verebiliyorlar. Takip ediyoruz, söyledikleri var kardeşine, yazdıkları var vesaire. Kamuoyunun bilmediklerini biliyoruz. Bizim burada kendimizin bir programımız var, sorunlara bakışımız var ve bunların çözümüyle ilgili planlarımız var. Terör örgütünün ne kadar açmazlar ne perişanlıklar içinde olduğunu da şu anda biliyoruz. MUHATAP SORUNU YAŞIYORUZ Devlet bu sorunu çözmek için ciddi bir irade ortaya koydu ancak Habur da Oslo da PKK ve etkisinde kaldığı diğer güçler tarafından bir şekilde boşa çıkartıldı. AK Parti hükümeti dedi ki; “terörle mücadele siyasetle müzakere” edeceğim. Mecliste de siyasi bir muhatabı vardı ama BDP eşbaşkanının teröristlerle yanak yanağa gelmesi BDP’nin siyaseten intiharı oldu ve müzakere muhataplığını da buharlaştırdı. Öbür tarafta İmralı örgüte hakim değil. Örgüt de çok parçalı. Durum halihazırda böyle. Devlet, dağdakileri silahsızlandırmak dahil çözüm iradesini ortaya koyarken, bunu gerçekleştirmek isterken bir muhatapsızlık sorunu yaşıyor mu? Bir anlamda da yaşanıyor. Biz sorunun çözümü için nerelerde görüşülmesi gerekiyorsa görüşürüz. Genel ifademiz bu. Ama geçtiğimiz süre içinde de bütün bu görüşmelerde devletin kurumlarının, istihbarat örgütümüzün muhatap alıp yaptığı görüşmelerin sonuçlarının ne kadar verimsiz olduğunu da görüyorsunuz. Ciddiye alıyor, kurumumuz gidip görüşüyor ama ondan sonra o görüşmeyi kamuoyuna sızdırıyor. Zerre kadar güven duyulmayacak şeylerdir bunlar. Güveni tahrip eden şeylerdir. Biz bu konuda siyasi partiyi çok önemsedik ve görüştük. Adalet Bakanımızla, arkadaşlarımızla BDP’yle biz çok görüştük. Siyaset çözsün dedik. Şiddetle, terörle arasına mesafe koyan bir siyasi akla ihtiyaç var dedik ve bu parlamento içinde BDP’nin bulunması, grup kurması bizim için çok önemliydi, çoğulcu yapının parlamentoya yansıması açısından. Ama şimdi evvelkileri bir kenara bırakalım, son olay bile ortada. Başbakanımızın muhatap almam ifadelerine kızıyor, ileri ifadeler diyorlar ama siz bayram ortamında bunu yapıyorsunuz. Ramazan bayram demiyor şehitlerimiz geliyor. İnsanımız bunu yaşıyor. O askerimizi şehit edenlerle bunlar gidiyor bayramlaşıyor, kucaklaşıyor. Bunu kim affedebilir? Bunu ortaya koyan siyasi kimliğe nasıl diyeceksiniz terörle arasına mesafe koyuyor diye. Aksine terörün gölgesinde siyaset yapıyor, terörle kucaklaşıyor, terörü kutsuyor. Adeta iyi ediyorsun diyor. Bunlar ortada. KÜRTLER PKK’NIN NE YAPTIĞINI GÖRSÜNLER Evet? Ben bunları kamuoyunun geneli için söylüyorum ama aynı zamanda Kürt vatandaşlarımız için söylüyorum. Halen bu teröre oralarda tehditle korkuyla olsa da olumlu bakan da var. Bir devletin Hükümetin samimi çabalarını bir görsünler, bir de oradaki güvenilmez sadece kendilerini istismar eden o yapıyı görsünler. Tabi İmralı, şimdi tekrar, bu işlerin hepsini ben çözerim diyor. Ama onu ne kadar istismar ettiler. Ve hiç de etkisinin olmadığı dönemler yaşadık. Biz devlet olarak kurumlarımızla geçmişteki verileri de iyi değerlendiriyoruz. Son 3-5 yılda yapılan çalışmalar, atılan adımlar, varılan noktalar, güvenilmez olanlar var. Şuanda bütün bunları iyi analiz ediyoruz. Ve daha iyi dokunan bir strateji uygulamak istiyoruz. Şu an bunun için çalışıyoruz. TERÖR OLDUKÇA MÜCADELE SÜRECEK Ve tabi sadece terör örgütü, parti, İmralı yok, bölgemizde Kürt vatandaşlarımız, orada yaşayan insanlarımız var, partimizin büyük bir tabanı var. Bizim esas derdimiz kaygımız onlar. Orada insanımıza tehditler, saldırılar oluyor. Onları da çok iyi değerlendiriyoruz. Gereken her şeyi yapacağız. Terör örgütünün iyi niyeti kötü niyeti talebi falanla değil. Biz vatandaşlarımız için inandığımız şeyleri yapacağız, demokratik adımlarımızı daha ileriye götüreceğiz. Orada hiçbir tereddüt yok. Türkiye daha da rahatlayacak. Bu konuda terörle ilgili yürüyen çalışmalar, güvenlik güçlerimizin mücadeleleri devam ediyor, edecek. Bunlar sürecek. Aksi söz konusu olamaz. Burada kendi ülkemizde her metrekarede alan hakimiyeti sağlama ve her vatandaşımızı terör örgütünün tasallutundan kurtarma konusunda çok kararlıyız. Bu sınır ötesine de uzanıyor, uzanacak. Müzakereler devam ederken terörle mücadele de eşzamanlı sürecek yani? Bizim ülkemizde terör olduğu müddetçe bunlar devam edecek. Ondan sonra da görüşmeyle ülkenizi bu terörden kurtaracağınıza inanırsanız görüşürsünüz. Hedef şu, silah bırakmak. Bunun dışında görüşme olmaz. Görüşme çalışma olacaksa bundan sonrası için, yine silah bırakma esastır. Örgüt silahı bırakmadıkça güvenlikle ilgili şeylerimiz sürer. ULUSLARARASI BAĞLANTILARI BİLİYORUZ PKK’nın, KCK’nın “her Kürt evinden bir ölü çıkmalı” gibi bir stratejisi var malum. Bu yolla Kürtlerin acıları üzerinden kendine yeniden bir meşruiyet alanı ve hatta duygusal mecburiyet yaratmayı amaçladığı biliniyor. Terörle mücadele edilirken –haliyle- çok sayıda terörist öldürülüyor. Bu durum bir kısır döngü yaratmıyor mu? Bir yandan siyasetle müzakere ederek bunun önünü almak istiyor devlet, ama öte yandan terörle mücadele ederken aslında işin sosyal-siyasi boyutu yaygınlaşıyor. Bununla ilgili nasıl bir tedbiriniz var? Terör örgütünün de, KCK gibi irtibatlı bütün oluşumların da sorunu büyütme çabası daha çok oldu. Onlar daha çok kişi ölsün, daha çok cenaze olsun, toplum ve bölge terörize olsun, bölgede yatırımlar yapılmasın, toplumda kaos artsın istiyor. Tabi devletin, hükümetin, bizim mekanizmalarımızın yapması gereken ve yapmaya çalıştığımız da hem o manada bölgedeki bu terörize edilme çabasını minimize etmek, hem de ve esasen ülke genelinde kalıcı çözümler için neler yapılabilir, bunlar üzerine çalışmak. Ama şunları da unutmamak lazım: Karşıda tek muhatap söz konusu değil. Şu anda yine değil. Terör örgütünün taşeronlaştığı durumlar çok fazla. Uluslararası unsurlar terör örgütü üzerinde çok etkili. Terör örgütü bunlardan memnun olur zaten. Uluslararası destekler böyle gelir. Pazarlık yapar, taşeronluk yapar. Tabi coğrafyadaki gelişmelerin hepsi birer faktör. Bunları dikkate almak lazım. Ben kurgu üzerine konuşmayı sevmem. Gerçekçi bakışı tercih ediyorum ama şunu artık herkes biliyor: Türkiye’nin özellikle son yıllarda gösterdiği bir performans var. Ekonomik performansı, demokratikleşme performansı var, dünyada parlayan bir Türkiye var. Bundan rahatsız olan çoktur. Terör örgütüne hala Avrupa’da finans temininde kolaylık gösterenler bunu düşünürler. Yani ülkeler, bir ülke için ellerinde daima bazı malzemeler olmasını isterler. Türkiye çözerse bu sorunu, o malzeme ellerinden gider. Terör örgütünün de bunları istismar ettiğini, edeceğini hesaba katmak lazım. Soruna bakarken şuandaki bu kompleks yapıya bakmak, Suriye’siyle Irak’ıyla İran’ıyla Rusya’sıyla Avrupa’sıyla ve terör örgütünün bulunduğu, çalıştığı mekanlarla bu kapsamda bakmak lazım. Bazen çok yalınlaştırılıyor. Terör örgütü o yalınlaştırmaya müsait bir yapı değil. Hem çok başlılığı, hem iddiaları açısından. Birileri “burada benim dediğim olur” dese de hiç öyle bir yapı yok şu anda. HER ENSTRÜMANI KULLANACAĞIZ Öcalan diyor, ben çözerim, görev bekliyorum diye? Öyle tek kişilerin yapacağı bir şey olmadığını biz şu geçen 4-5 yılda gördük doğrusu. Ama gerekli her enstrümanı da yerli yerinde kullanmak lazım, o karmaşık yapıyı gözden kaçırmadan. Bu, kişiler olabilir, yapılar olabilir. Uluslararası tecrübeyi asla bir kenara koymamak lazım, hele çözüm projelerinde. Her ülkenin kendine özgüleri var, hele Türkiye’ninki daha çok. Ama yöntem olarak, yaklaşım olarak, bakış olarak uluslararası tecrübeyi daima yakında tutmak ve ondan faydalanmak gerekiyor. Biz buna iyi çalıştık ve çok iyi çalıştırdık. AK Parti’nin geniş bakışı ile de çok bütünleşti. Ülkeler genelde dar bakışlarla, güvenlikle her şeyi çözeceği fikrinden yola çıkmış ama çok kolay olmamış bu ve sonra daha kapsamlı bir bakışla ele alınmış. Biz de böyle geniş bakıyoruz. Büyük ülkeler böyle bakmak durumunda… Bu konuda benim fikrim şöyle: Nasıl ecdadımız, Osmanlı büyük ve yukarıdan bakmış. Ülkede birileri yanlışlıklar yaramazlıklar yapsa da ben onları çözeceğim der ve hepsini çözer büyük devletler. Türkiye de, bu konulara öyle bakmak durumunda. KONJONKTÜR KARARIMIZI DEĞİŞTİRMEZ Can kayıplarının olması durumu farklılaştırıyor... Tabi can yakıcı bir terör, hain, acımasız… Çok can kaybımız oldu ama bütün bunlara rağmen, bütün bunların içinde, bunlardan kurtulmak gerekiyor daha fazla can kaybı olmasın, daha fazla can yanmasın diye. Dolayısıyla bu büyük bakışı korumak gerekiyor. Konjoktürel olarak bir şeyler gelişince bu büyük bakışları terk etmemek gerekiyor. Sonuca gidici, sorunu çözecek, ülkenin tekrar birliğini bütünlüğünü sağlayacak, kardeşliği koruyacak büyük bakışı korumak gerekiyor. Biz “Ülkem rahat yaşayacak, Türkiye daha da büyüyecek, bütün vatandaşlarımın hak ve hukukunu gözeteceğim, bu, onların aidiyet duygusu artıracak, milletimle, devletimle güçlenecek. Başka türlü olamaz” diyoruz, böyle bakacağız. Başbakanımızın TV programlarında, Kongrede dile getirdiği büyük bakışın ifadesi bu. Ve AK Parti bu büyük bakışı sürdürecek. Biz uluslar arası tecrübenin yanında, içeride bu konuda yardımlaşmayı arttırmak için de elimizden geleni yapacağız. CHP HEM HAYALKIRIKLIĞI, HEM HALA UMUT VAR Ana muhalefet partisi CHP, Cumhuriyet tarihi boyunca, yani kendi tarihi boyunca ilk kez Kürt meselesini gören bir tutum aldı. Çözüm önermemesine rağmen sırf gördüğü için bile kamuoyundan destek de aldı ama oradan henüz bir şey çıkmadı. Bu gayret bile önemliydi fakat malum bir de sonrasında Oslo çıkışı oldu. Bütün bunlara bakınca CHP’nin meseleyi nasıl ve ne kadar kavradığını düşünüyorsunuz? Çözümde doğru iletişim için yardımlaşma için bir ışık, bir işaret alıyor musunuz yoksa bir hayal kırıklığı mı yaşadınız? Evet, ikisi de var. Ama bizde niyet ve kararlılık yine de sağlam. Biz muhalefetin özellikle de ana muhalefetin katkısını almak istiyoruz. İşaret ettiğiniz zamanlarda CHP yönetiminden duyduklarımızdan memnun oluyorduk. Demokratik açılım sürecini, birlik, kardeşlik projesini başlattığımızda, 2009’u çok iyi hatırlıyorum, en şiddetli tahribatı ana muhalefet partisi yaptı. MHP zaten belli, söylediği de belli, söyleyeceği de. Ama ana muhalefetin o günkü tavrı çok tahripkârdı. Adeta AK Parti’nin sorunu çözmemesi için elinden gelen her şeyi yaptı. Yeni genel başkan Sayın Kılıçdaroğlu’nun üslubu da, bölgeden biri oluşu da doğrusu bizi umutlandırdı. Bu sorunların çözümünde daha ileri adımlar atılabilir ve biz daha yakın olabiliriz umudu bizde doğdu. Onun için de randevu istediklerinde, son görüşmeyi kastediyorum, Başbakanımız ve bizler istişare ettik, hiç tereddütsüz hemen randevu verildi. Getirdiği kağıtların içinde fazla bir şeylerin falan olmaması önemli değil. Ama çok samimi bir teklifte bulunduk o zaman: “Gelin, bütün partileri bu konuda bir araya getireceğim diye uğraşmayın. Olursa biz onda da varız ama onun olmayacağını siz de görüyorsunuz, bu suni bir görüntüdür, bunu bilerek onun üzerinde gidiyorsan bu sadece siyasi bir gösteridir, gösteriştir. Popülist bir politika izliyorsun demektir. Eğer samimiysen iktidar ve ana muhalefet otursun, biz gerçekten bu işi çözeriz. Gelin buna başlayalım” dedik. Biz bu teklifi yaptık o zaman. Genel başkanımız geçen Cumartesi İstanbul konuşmasında da, “üç ay geçti aradan, tekrar yeniliyorum teklifimi, gelin” dedi. Biz o çağrımızı şimdi de yapıyoruz. CHP ile görüşmek istiyoruz. CHP’DE İFLAH OLMAZ BİR ULUSALCI KANAT VAR Neden CHP de istekli gibi görünürken teklifinize cevap alamadınız ve burada yol kat edilemedi sizce? Benim kendi analizlerime göre, CHP’nin içinde iflah olmaz bir ulusalcı kanat vardır ve Kılıçdaroğlu’nun bunları değiştirme gücü yoktur. CHP, MHP kadar belki daha derinlerde ulusalcı özellik taşıyor. İttihatçılardan gelen damar orada yaşar. Altı okun birisidir. Şuanda da o yapı CHP yönetiminin içinde var ve hala güçlü. Bakıyorsunuz, bu konuda ileri adımlar atalım diyor ama bir bakıyorsunuz bu konuda zaten ileri adımlar atmış, çözüm çabalar bazı sahtekârlarca deşifre edilmiş, gazetelerin defalarca yayınladığı, Başbakan’ın defalarca açıkladığı, olmayan bir belgeyi yeni bulmuş gibi CHP’nin sözcüsü çıkıyor “mutabakat belgesi” diyor, “yargıya, Meclise götüreceğiz” diyor. Bu nasıl bir zaaftır. O zaman da kimsenin size güveni kalmıyor. Adımlar atalım, çözüm bulalım diyen bir parti bunu yapmaz. Kendi içlerinde ne kadar çelişkiler oldu biliyorsunuz. CHP çelişkileri bıraksın, ülkemizin derin bir meselesidir bu. Terörüyle sorunuyla her boyutuyla oturalım ve birlikte bir çözüm bulalım. MHP’nin katkısını burada çok önemli bulmuyorum çünkü hem politikasını bunun üzerine kurmuş hem de güvenlik politikaları dışında bir şey konuşmak istemiyor ama ana muhalefetin katkısını önemli görüyorum. Kürt siyaseti dışındaki alanda da ciddi bir muhatap sorunu yaşıyor sanki hükümet. BDP bayramlaşma hadisesiyle siyasi muhataplık sıfatını yitirmiş oldu, MHP zaten baştan reddiyeci. CHP ile de yeniden bir güven bunalımı doğdu öyle mi? Bu son zamanlardaki çıkışı biraz güven bunalımı getirdi ama yine de orada bazı iyi söylemler var. İyi tespitler peşinde olan profiller var. Onlarla paylaşımda bulunabiliriz. CHP’NİN SORUMLULUK ALMASI LAZIM O isimlerin kendi partililerini ikna etmelerini mi bekliyorsunuz? Hatta biz şunu diyoruz: Bu Türkiye’nin sorunu, sadece AK Parti’nin sorunu değil. Basınıyla muhalefetiyle toplumuyla bunu yenelim. Birlikte yapalım. Bu çok önemli. Ana muhalefet, iktidarın yarısıdır. Ana muhalefetin parlamenter sistemde sorumluluğu çok fazladır. Kamuoyu yoklamalarına bakıyoruz, AK Parti yükseliyor, ana muhalefet düşüyor. Muhalefetin oyunun muhalefetteyken düşmesi Türkiye’ye has. Dünyanın hiçbir yerinde muhalefet, bu tür kronik sorunları iç siyaset malzemesi yapmıyor, bu çok etik bir şeydir. Ciddiyet, samimiyet, ülke sorumluluğu gerekir. Başka ülkelerde bu tür konularda iktidarla muhalefet karşı karşıya gelmez. Biz şu an muhalefetle katkı verecek kimse varsa sivil toplumla herkesle bunu da paylaşmak istiyoruz. Yeni dönemde biz bu konuda çağrılarımızı da arttıracağız. OSLO’DA MASAYI KİM DEVİRDİ? KCK yürütme kurulu üyelerinden Zübeyir Aydar diyor ki “Oslo’da masayı biz devirmedik, hükümet devirdi. Son görüşmeye eli boş geldiler. Silvan’a kadar devlet 56 PKK’lıyı öldürdü, biz o zamana kadar hiçbir şey yapmamıştık”. Yani PKK’nın devlete karşı güven bunalımı yaşadığını ima ediyor... Şimdi, istihbarat birimindeki arkadaşlarımızın çalışmalarında büyük bir dikkat var, biz de tabi haberdar oluyoruz yürüyen o süreçten. Türkiye seçim sonrası büyük bir atak bekliyordu. Yüzde 50 ile iktidar olmuşuz, o atağı çok rahat yapacaktık. Seçime bu kadar az bir zaman kala iktidar bu görüşmeleri bile göze aldı. Hiçbir ülkede hiçbir siyasi parti, seçime doğru kamuoyuna açıklayarak böyle riskler almaz. Bakın dünyanın en büyük sorunu Suriye. Seçimden sonraya büyük beklentiler konuluyordu. Üstelik de biz koyuyorduk. Anayasa değişecek, vatandaşlık konusu, başka konular. Her şey gayet iyi gidiyordu. Ama aniden, daha yeni hükümetin kurulduğu günlerde, bir baktık, büyük bir terör. ÇÖZÜMÜ İSTEMEYENLER DEVREYE GİRDİ Niye oldu bunlar, aniden? Bunu iyi sorgulamak lazım, bu niye oldu? Birileri bunu niye tahrip etti? Türkiye bunun üstesinden gelebilir. AK Parti birçok şeye rağmen yüzde 50 oyla iktidar oldu. AK Parti daha ileri adımlar atar, bu sorunu çözecek. Tam o sırada bunlar oldu. Esas bu boyutunun çok iyi irdelenmesi lazım, niye oldu, nereden oldu? Hemen peşinden görüşmeler bant kayıtları servis edildi. Bunlar niye yapıldı? Birileri istemedi. Kim istemedi? Bölgedeki değişimlere ve Suriye’de menfaati olanlara mı bakmak gerek? Ben burada hepsinin payı olduğunu düşünüyorum. Hepsinin. Terör örgütüyle ve onu arkadan destekleyip aman bu sorun çözülmesin diyenlerle ilgili. Türkiye’nin bu meselelerine noktasal konjonktürel bakarsanız içinden çıkamazsınız. Ama büyük bakarsanız ve her şeyi yerli yerine iyi koyarsanız, daha kolay açıklarsınız. Biz şuan bu çalışmaları gergef işler gibi yürütüyoruz. Çok iyi dokumak istiyoruz. Öyle de dokuyoruz. Ama orada karşımızda bir sürü güven vermeyen gelişme oluyor. Biz de bütün o yanılgıları, aldatmaları daha iyi görüyoruz ve tabi çok dikkatli olmak durumundayız. Ve çok daha dikkatli olacağız. Evet, her enstrümanı kullanırız, görüşülmesi gereken herkesle görüşürüz, o riskleri yine alırız, o cesareti yine taşırız, ama tabi bugüne kadarki gelişmeleri de göz önünde bulundurarak. OLUP BİTENLERİ BİR KENARA KOYMADIK PKK’nın erken iktidar hastalığına yakalandığı, yani devlet tarafından muhatap alınmasıyla bir özgüven patlaması yaşadığı ve şiddeti artırmasının nedeninin de bu olduğu yönünde bir iddia var. Artan PKK şiddetini açılım politikasına bağlayanlara cevabınız nedir? Bizim o yürüttüğümüz çalışmaları herkes kendince yorumluyor. Biz doğrusu, iyi niyetle çok iyi çalışarak o adımları attık. Gerekirse yine atarız da. Burada o yanlış özgüven falan duyanlar çok aldanırlar, zaten aldandıklarını da gördüler. Türkiye herhangi bir ülke değil. Tarihi birikimi, hafızası çok güçlü bir ülke. Bunun böyle olduğunu, bunu çok iyi gördüklerini de görüyorum şu an. Birilerinin, Suriye’nin falan kışkırtmasıyla çıktıkları yolu, terörün artmasının sonuçlarını görüyorlar, daha da görecekler. Biz çözüme dönük, iyi niyetimizle görüşme gerekiyorsa yine görüşürüz derken de bu olup bitenleri asla bir kenara koymuyoruz, koyamayız. ESKİSİYLE MUKAYESE EDİLEMEZ Şuna da açıklık getirmenizi isteyeceğim: PKK da bugün çok parçalı bir yapı var; Avrupa, İmralı, birkaç parça Kandil, KCK, DTK, BDP, şu bu… dolayısıyla her odaktan ayrı ses çıkıyor. Terör örgütü bunca parçalı değilken, Öcalan örgüte hakimken de, onun açıklamaları bariz tutarsızlıklarla doluydu. Hep bir zikzaklar, o mu bu mu durumu. Devlet paradigma değiştirip sorunu çözmek için bunları muhatap alsa da terörün bitmesi anlamında bir mesafe kat edilemedi, bilakis... Bu zikzaklar, tutarsızlıklar, iyi terörist-kötü terörist oyunları vs. PKK’nın kervanını yürütme taktiği olabilir mi? Suriye olaylarıyla eş zamanlı olarak PKK tarihinin en neşvü nema bulduğu zamanlarına erişti… Öyle denemez tabi, geçmişe terör olaylarına, insan kayıplarına bakarsanız öyle olmadığını görürsünüz. 2011-2012’de belli bir artış var ama eski yıllarla mukayese edilemez. Hukukun olmadığı, vatandaşla teröristin iyi ayrılamadığı, hukuk dışılıkların yaşandığı bir dünya... Ben geçmişi tahlil ederken Türkiye’de terörün zemininin gelişmesinde iki dönemi çok önemli görüyorum. 1) CHP dönemi, tek parti dönemi. Dersim benzeri pek çok olay ve Kürt vatandaşlara karşı o tutum var. Osmanlı’dan sonra yaşanan o güvensizlik var. 2) 1990’larda bölgedeki işkencesiyle faili meçhulüyle hukuksuzluklarla vatandaşı perişan eden o ortam. 12 Eylül sonrası 84’lerden itibaren başladı ama 90’lı yıllar çok ileri yıllardır. Artık o dönemler geçmiş, şimdi öyle bir şey söz konusu değil, vatandaşımızı biz çok koruyoruz. Komşu ülkelerde olanları özellikle Suriye faktörünü şu sıralardaki gelişmelerde önemli görmek gerekiyor. Kendi iç dinamiğiyle yürüyen bir şey değil bu artışlar. Uluslar arası boyutu var. Avrupa’dan destek var. Bunu da görmek gerekiyor. Bu şiddet birbirini çekiyor. Burada terör örgütü de çok kayıp vermiştir. Şu ana kadar herhalde en ileri seviyede kayıplar vermiştir. Haklı olarak güvenlik birimlerimiz bölgede çalışmalarını yürütüyor. Daha da artarak devam edecek. Ama bunun ötesinde ifade etmek istediğimiz şey, Kuzey Irak faktörünü çok önemli görüyoruz, silah bıraktırma konusunda. Biz elimizdeki her enstrümanı kullanıyoruz, onların da artık son adımlarını atmalarını bekliyoruz. SURİYE’NİN BÖLÜNMESİNİ DİLEMEYİZ Kuzey Irak’ta Kürt bölgesi oluştuğunda Türkiye bundan ürkmüştü, siyasi olarak. Toplum da ürkmüştü. Genel hava buydu. 4-5 yıl öncesine kadar “Türkiye’ye Kürt kedisi bile vermeyiz” diyordu Kuzey Irak Kürt yönetimi, siyasi gerilim yüksekti. Şimdi ise PKK’ya silah bıraktırma konusunda Türkiye ile işbirliğine giren, Türkiye’nin müttefiki bir Kuzey Irak var. Ki orası “büyük özgür Kürdistan” için ilk özgürleşmiş bölge olarak görülüyordu. Türkiye bunu, dışlamayıp kucaklayarak, siyaseten başardı. Öte yandan Suriye’de de bir Kürt özerk bölgesinin oluşma ihtimali var, gibi. PKK’ya son dönem katılanların yüzde 80’i Suriye’den, bilgisi var. Türkiye Suriyeli Kürtleri tanımıyor, yani Kuzey Suriye Kürt özerk bölgesi ihtimaline de hazırlıksız yakalandı, bu olasılıktan ürküyor iddiaları var. Nasıl bir hazırlığınız var bu ihtimale karşı ve iddialara cevabınız ne? Bunların bir kısmı dış politikanın konusu ama bu sorunlar sebebiyle bilgilendiğimiz bir konu. Türkiye en yalın şekliyle, hem Irak’ın hem Suriye’nin birlik ve bütünlüğünü çok önemsiyor. Parçalanma olmasın, yazık olur. Zaten Ortadoğu parçalanmayla iflah olmaz hale gelmiş, hepsi zayıf düşmüşler. Türkiye şuanda tekrar, yeniden güçleniyor. Bu parçalanmalara meydan vermemek lazım, eğer parçalanırsa Suriye, Suriye olmaz. Irak için de geçerli bu. Türkiye o birlikteliği bütünlüğü önemli görüyor. Suriyelilerin de bu parçalanmaya izin vereceğini sanmıyoruz. Ülkelerin içi karışıkken bazı fırsatçılar oralarda bazı çıkışlar yapabilir. Çünkü ülkede zaten yönetim boşluğu oluşmuştur. Bunun içinde bazı azınlık unsurlar bu tür hareketler geliştirebilirler ama yani ülkede birlik bütünlük sağlandığında, Suriye halkı kendi yönetimine, demokratik sistemine sahip çıktığında, bunlar kolay kolay gerçekleşmez. Ortadoğu’nun geleceği açısından Suriye’nin parçalanmasını hiç dilememek lazım. Türkiye’nin tutumuna gelince, gerek Kuzey Irak gerek Suriye’nin kuzey tarafında Kürt nüfus için yani Türkiye olarak biz şöyle bir yerdeyiz: Hepsi eskiden birlikte yaşadığımız, şuanda da çoğu vatandaşlarımızın akrabası olan nüfuslar bunlar. Terör ve şiddet içermedikçe, Türkiye aleyhinde tahrip edici tutumlar olmadıkça biz o vatandaşlarla ilişkilerimizi hep iyi yürüttük ve öyle olsun istiyoruz. Türkiye AK Parti döneminde o büyük bakışa kavuştu. Kuzey Irak’la son zamandaki ilişkilerimize de öyle bakmak lazım. Onlar da şunu görüyor ve görmeleri lazım: Türkiye ile iyi ilişkiler olmadan Türkiyesiz büyüyemez. Irak da büyüyemez. Veya bölgesel yönetim de kendi açısından çok güçlü olamaz. Biz de hiçbir yerde terör olmasın istiyoruz. Ama sen bölgesel yönetim olarak gelişmek istiyorsun, ama toprağında da bir terör örgütü var. Hem Irak için hem bölgesel yönetim için bunu söylüyorum. Oradan büyük Türkiye’ye terör geliyor. Bunun sürdürülebilirliği olamaz. Bütün bunları masaya koyup öyle konuşmamız lazım ikili ilişkileri. Biz kimseye düşmanlık falan beslemeyiz. Biraz önce ifade ettiğim gibi, Osmanlı ecdattan gelen Türkiye’nin büyük bakışı bu, biz Afrika’yla, Balkanlarla, Ortadoğu’yla, bütün çevremizle ilgili böyle bir tutum içindeyiz. İMRALI’NIN SÜREÇTEKİ ETKİSİNİ ÇOK İYİ BİLİYORUZ Öcalan’ın talepleri var, örgütün de arkasında durduğu: Güvenlik sağlık ve serbest hareket edebilme olanağı, özetle ev hapsi isteniyor. Devletin Öcalan’la karşı “şunun olması gerekiyor” gibi bir şeyiniz var mı? İnsanların istekleri arzuları talepleri olabilir. Hani öyle Oslo mutabakatı falan gibi ortalarda dolaşan şeyler birilerinin isteğidir. Türkiye şu ana kadar o manada hiçbir somut kabul içinde olmamıştır. Bizim, Türkiye’deki vatandaşlarımızla ilgili politikamız zaten belli. Neye ihtiyacı varsa vatandaşlarımızın, biz onları esas aldık, ana diliyle, hayat standardıyla, rahatıyla, kültürüyle. Bunu da birilerinin istemesine gerek yok. Ama onun ötesinde de her görüşme, kendi içinde talepler taşır, onlarda görülür, eğer o görüşmeler ilerlemeler olursa. Ama 2011 seçiminden sonra Silvan’la başlayan o terör saldırıları, istihbarat birimlerimizin görüşmeleriyle ilgili kamuoyuna yansıtılanlar, hiç kimse orada kendisini masum falan göstermesin. Oralarda hangi mesajlar var, biz hepsini biliyoruz. Burada illa isim olarak söylemiyorum ama İmralı’sıyla falan o süreçteki, o akışı geliştiren, o yeni olayları geliştiren ifadeleri biliyoruz. TERÖRE KARŞI KOORDİNASYONUMUZ ÇOK İYİ TSK terörle ilk kez bu kadar etkin mücadele ediyor, Genelkurmay başkanı bizzat operasyon yönetiyor ve bu kadar büyük operasyonlar yapılıyor olmasına rağmen hiç sivil kaybı yok. Bunları bir yere kaydedelim. Ama öte taraftan şu da söyleniyor. Deniyor ki, “terörle ilk kez böyle etkin mücadele edilirken tekrar müzakereye başlatmak bu sürece ihanettir, PKK’ya önem atfetmek ve can suyu vermektir. Buna cevabınız nedir? Size uluslararası tecrübeden bahsettim, güvenlik boyutu da her zaman önemli. Orada psikolojik üstünlüğü sağlamadan diğer alanlarda istediğiniz sonucu alamazsınız. Orada da etkili olmanız gerekiyor. Şuanda o etkili mücadele sürüyor. Bir bu. İkincisi şuanda hiç olmadığı kadar silahlı kuvvetlerimizle, bütün kurumlarımızla çok iyi bir etkileşim, koordinasyon var. Ben Terörle Mücadele Yüksek Kurulu’nda başkanım. O koordinasyonun ne kadar rahat ve etkili olduğunu görüyorum. İstihbarat olarak, alanla mücadele olarak ve doğrusu silahlı kuvvetlerimizin şuandaki komuta kademesinden başlayarak bütünüyle bu konuda ne kadar tutarlı, iyi bir mücadele verdiğini de biliyoruz. Biz kendi koordinasyon kurullarımızda da pek çok şeyi paylaşıyoruz. Tabi herkesin görevi yapması gerekeni var. Güvenliğin o anlamda yapması gereken alana hakim olmak, vatandaşımızı, ülkemizi korumak, terörlü silahlı manada gerekli mücadeleyi yapmak. İstihbaratın görevleri vardır, siyaset kurumunun ülkeyi bu beladan kurtarmak için çalışmaları vardır. Bunların hepsi kendi kanallarında yürür ve birbiriyle de koordinasyon içinde paylaşılır. Burada kimsenin aklına bir şey gelmesin, burada terörle mücadelede bir zayıflama aksama olmaz. İSTİHBARAT SORUNU YOK Son PKK saldırılarıyla ilgili kuşkular oldu, sorular doğdu: Özellikle Bingöl’deki peş peşe kayıplarda iki yönlü istihbarat sorunu göründü: 1) PKK’nın eylemleri, hareketleri hakkında TSK’nın, istihbaratın nasıl ve neden istihbarat eksiği var? 2) Askerin, polisin hareketliliği, geçiş yolu-saati hakkında PKK’nın nasıl bu kadar doğru istihbaratı var? Bunlar biraz teknik şeyler. Bu tür olaylardan sonra kurumlarımız bunları araştırıyor, irdeliyorlar, hiçbiri soruşturmasız analizsiz kalmıyor. O olay niçin oldu, olmaması için nerede aksama var, bunların hepsi sağlıklı bir şekilde yürütülüyor. İstihbarat anlamında şunu söyleyeyim, kurumlarımız arasında çok iyi bir işbirliği, paylaşım var, bunun zirvede olduğu bir dönemi yaşıyoruz. Hiçbir güven eksikliği yok, bilgi esirgeme vs. yok. Şu anda iyi... PKK SINIR İÇİNDE RAHAT EDEMEYECEK AK Parti kuruluşunun 11., iktidarının 10. yılında. Kürt meselesinde paradigma değiştirdi, önemli adımlar attı ama şu eleştiri de var: Terör mevzuunda sıfır şehitten günde neredeyse on şehide ulaşılan bir dönem yaşanıyor, deniyor? Ne sıfır şehit oldu, ne günde on şehidi yaşıyoruz. 90’lı yıllar terörün en fazla olduğu yıllar. 2007-2011 arası demokratikleşme adımlarını çok artırdığımız, kalıcı çözümlere yöneldiğimiz dönemlerdir. Ama o zamanlar da terör belli şekilde yine olmuştur. Maalesef canımız gidiyor. Birkaç acı olay oldu, biz bunları çok önemli görüyoruz. Ama alan hakimiyeti giderek artıyor. Son zamandaki planlı çalışmalarla alan hakimiyeti daha da artacak ve bunlar sınır içinde rahat edemeyecekler, ben öyle görüyorum. ŞEHİTLİRİMİZİN ACISI BİZİM ACIMIZ Evlatlarını kaybeden ya da evladı şuan bölgede görev yapan birçok aile var, bölgede şiddeti bilfiil yaşayanlar var. Türkiye dünyanın en büyük terör örgütüyle mücadele etmeye çalışıyor, üstelik böyle bir bölgede, böyle bir zamanda. Ailelere, görevi başında olan güvenlik güçleri mensuplarına ne demek istersiniz? Kaybettiklerimiz bizim canlarımız, değerlerimiz. Acılarımız ortak. Siyasetçiler olarak da zor zamanlarımız, şehitlerimiz var. Çok acılar yaşıyoruz. Ama görevde olanlar için de tabi hepimiz her yerde görevimizi en iyi yapacağız. Görevde olanlarımız için, şehit savcımızda olduğu gibi, güvenliklerinin iyi sağlanıp sağlanamadığı noktasında hükümet olarak adımlarımızı hemen atıyoruz. Yargı mensuplarının da kendi güvenlikleri için tedbirler için Adalet Bakanımız çalışıyor. Nerede ne eksiklikler aksaklıklar varsa anında üstesinden gelmek durumundayız. Genelkurmay Başkanımız karakolların, birimlerin güvenliğinin daha iyi olması için gereken tedbirleri alıyor. Biz de şunu diyoruz: Hepimiz ülkemizin güvenliğini koruyacağız. Vatandaşımızı sonuna kadar koruyacağız. Hepimiz başında olduğumuz görevleri iyi yapacağız. Ama dileğimiz, bizim çabamız, Türkiye’yi bu belalardan prangalardan kurtarmak. Vatandaşlarımız arasında kardeşlik duygularını geliştirelim, kimse yanlış duygular beslemesin. Türkiye çok güzel, çok büyük ve zengin bir ülke. Hepimiz ülkemizde huzurla yaşayalım. Bunun için çalışıyoruz. O günlere inşallah ulaşacağız. GÜZEL GÜNLER UZAK DEĞİL 2023 hedefi bu mudur? 2023 bunlar için daha da uzak bir tarih. Biz bu konularda doğrusu daha erken güzel ve olumlu günler bekliyoruz. Tabi 2023 Cumhuriyetimizin 100. yıldönümü. Onu çok iyi değerlendirmek istiyoruz. 100. yıl Türkiye’nin çok geliştiği çok büyüdüğü çok parladığı bir dönem olsun her açıdan, onu istiyoruz. Ona hazırlık yapıyoruz. Bu kongremize onun için de yine 2023 damgasını vurduk. Ama terörle ilgili ve bu konularda benim kendi duygularım hükümetimizin düşünceleri; bunu bitirelim, tabi terör kolay sıfırlanmıyor ama Türkiye’yi bu sorunlardan kurtaralım diye tam bir kararlılık içindeyiz. Biz o konuda doğrusu, güvenlik olarak yapmamız gerekenin azamisini yaparak, hem diğer konularda varsa eğer bunu bitirmek için diğer enstrümanları, riskler alarak cesaretle, onları da kullanalım ve bunu bitirelim istiyoruz. Benim kendi duygum; hem terör örgütü için, bütün kesimler için, Türkiye için, tüm vatandaşlarımız için bu konularda artık bir olgunlaşma dönemindeyiz. Her şeyin konuşulduğu bir ortamı yaşıyoruz. Neyin nereye kadar gidebileceğini herkes daha gerçekçi görüyor şuanda, görür. Onun için herhalde Türkiye’nin bu sorunlardan kurtulacağı günler uzak değil diye düşünüyorum. Olgunlaşınca konular, o zaman çözüme daha yakın olursunuz. Öyle bir duyguyu da taşıyorum doğrusu. BDP’LİLERE DOKUNMAYI BİZ İSTEMEDİK BDP’nin milletvekillerine dokunulması ihtimaline karşı bir tavrı olmuştu; “birimiz hepimiz için, onlara dokunursanız hepimiz sine-i millete döneriz ve anayasa çalışmalarını kilitleriz” dediler. Şimdi Meclis açılacak, dokunulmazlık mevzu gündeme gelecek. Öte yandan bu Meclisin anayasa yapması gibi bir hedefi var hükümetin. Nasıl olacak? Aslında biz AK Parti olarak siyaset alanı nazara gelsin istemedik, çok koruduk. Çok kişi bilmez, ben İçişleri Bakanıydım, 2008’di sanırım, Ahmet Türk ve iki milletvekili için Ankara Savcılığı, Ankara Emniyet’ine yazıyor, bunları alıp gelin diye. Benim hassasiyetimi bildiği için onlar da bana ilettiler. Dedim, “asla kimseye dokunulmayacak, 90’lara dönülmeyecek”. O görüntüleri biz asla Türkiye’ye, parlamentoya layık görmeyiz. Siyaset alanında bunlar asla olmamalı. Biz dokunulmazlık kaldırılsın heveslisi de değiliz. Ne kadar dokunulmazlık dosyası olduğu, bunlardan kaçının BDP’lilere ait olduğu açıklandı. İsteseydi bu Meclis, bunu yapabilirdi, yapmadı. Ama o günlerde o kucaklaşma vicdanları çok rahatsız etti. Bu ülkede Türküyle Kürt’üyle bundan rahatsız olmayacak kimse yoktur. İnsanları isyan ettiriyor. Ne olur onu bilemiyorum. Dileğimiz siyaset bütün bu duyarlılıklar içinde olsun ve parlamento iyi yürüsün, herkes parlamentoda temsil edilsin, gruplar orada olsun. Bu konuda alınacak bir yol var belli ama bakalım ne olacak, o zaman görelim. Ben parti adına konuşmuyorum, herkesi rahatsız eden bir durum var. Şehitler giderken teröristle kucaklaşmanın izahı yoktur. Bundan sonra bunların Türkiye adına, siyaset adına, özgür düşünce adına söyleyeceklerine kimse değer vermez. Terörü kutsayan hiçbir düşünce, düşünce değildir, asla.